ANILARIM BOMBOŞ - etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ANILARIM BOMBOŞ - etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3.05.2017

Bazıları şiir yazar bazıları da dayak...

 Fırtınalı bir günde yağmur altında kaldığımız gün beni evime motorla bıraktıktan sonra ceplerinde ne varsa elime boşaltıp gidince içten içe çok heyecanlanmıştım. Cüzdanını ve telefonunu evire çevire saatlerce karıştırabilirdim! Telefonunda değil bir kadının numarası tanıdığım birkaç erkek dışında kimsenin numarası da yoktu. Hadi lan dedim kesin başka hattı da var. Benimki bile daha kalabalık! Utandım sonra, hemen numaramı değiştirme kararı aldım. Ardından cüzdanına baktım, o kadar parayı görünce de bir an gerildim tabii. Aha dedim kesin bu beni deniyor. Hadi telefon ıslanmasın da... niye cüzdan? Sonrasında bende bi panik hemen cüzdanı dolaba sakladım. Bir şey falan olur çık işin içinden çıkabilirsen yanii... Birkaç güzel sözle benim ona yazdığım şiiri bulmuştum. Deli adam romantik olabilir miydi acaba?. Edebiyatla ilgili mi diye aklıma takıldı, sordum. Hayatımda okuduğum tek kitap "Cin Ali" dediğinde ise anında eline bir kitap tutuşturdum. Yazdığım şiire neden yorum yapmadığını o zaman anlamıştım.. 
  Alındığımı düşünüp çocuğun birine adıma şiir yazdırmış. Hem de post it üzerine! Bu ne şimdi? Diye sordum. Bu sayılmaz ki hem, sen yazmamışsın. “Olur mu hiç, bazıları şiir yazar bazıları da dayak atar. Benim anlayışımda bu işte. Sonuçta bende bi emek verdim. Kafasına vurmasam yazar mıydı?” dedi.

22.04.2017

Messenger Halleder

  Bana göre alt tarafı okulu bıraktım. Aileme göre yaşamayı, hepsinin suratında hüzünlü bi sinir. Anlamıyorlar işte ben zora gelemiyorum! Bu benim hayatım kendi seçimim hiçbir şeyden de pişman değilim. Ama yok illa pişman ettirecekler, Burnumdan fitil, fitil getirsinler ki onlarda rahat edebilsin.

 Babam zaten buz hane, annemde de ayrı bir tavır, baş edilebilecek gibi değil. Sanki evin beslemesi benim. “Kalk şunu yap, hadi ne duruyorsun? Oturma kalk, bir işe yara! Sen zaten iyice rahatladın! Biz sana çok yüz verdik!” Anladım ki evden soğutacaklar ama yemezler! Hemen hallederim. Temizlikten mi korkacağım! Eskisine göre biraz fazla yaptırıyorlar sanki ama olsun diye kendimi teselli etmeye çalıştıkça bir yenisi ekleniyor.Yetmiyor yeni icatlar çıkarıyor sanki. Her gün bahçe baştan aşağı yıkanır mı ya! Elim sudan çıkmaz oldu bu genç yaşımda buruşup kaldım. Her iki dakikada bir “Tılsım! Tılsım! Kız sana diyorum duymuyor musun? Tılsım! Allahın cezası neredesin bak duymuyor gene! Sağır sultan duydu Tılsım!” ne var diye içten içe çemkirirken buluyorum kendimi, sonunda sakince "efendim" diyorum.

 Tabii bir tek bununla da sınırlı değil, babam adımı şerefsiz kız koymuş. Şerefsiz aşağı şerefsiz yukarı! Tamam, onada amenna ama sanki okula gitmek istermişim gibi devamlı “seni bir daha okula göndermeyeceğim” demesi yok mu? Fıttırıyorum!
Düşününce benim yaptığımı çocuğum yapsa ne yapardım? Azgını burnunu dağıtırdım herhalde. Benimkini dağıtmadıklarını kim söyledi, neyse o konulara girmeyelim.
  Gelelim ceza listesine:
1- Evlenene kadar evden dışarı çıkmak yok! Eee yuh yani! O nasıl bir ceza şeklidir arkadaş. Görücü usulü olacak desem, evin içinde imkânsız. Kim görecekte alacak beni? Evde kaldım dedikleri bu olsa gerek! İnsanın ailesi cahil
olsa yapmaz bunların yaptıklarını. Yazık vallahi yazık!
 2- İstanbul’a gidilecek ancak, bana yok! Bu güzel işte, Kafa dinlerim. Zaten ceza şeklide hep evde durmam yönünde. Yememi içmemi de kessinler bari de tam olsun. Bir aya kalmaz kurtulurlar benden.
  Birde benim listem:
1- hiçbir şey.
Bu kadarcık mı? Öyleyse, hiçbir şeyi kafana takma. Kendi bildiğinden şaşma! Atoma ne yap ne et ulaş çünkü onu seviyorsun!

 Önümde koskoca internet hayatı vardı artık, bu demektir ki hala yalnız sayılmam. Kurcalama bozarsın dedi diye abim o kadarda ugraşıp bozmaya çalıştım bir türlü bozulmadı. Şimdi bozulmadı diye neredeyse sevinçten ağlayacak durumdayım. 
Tabii bütün yapabildigim kızların isteği üzerine hayranı oldukları ünlülerin, alt tarafı 20 adet fotoğrafını indiriyordum cihaz donup kalıyordu. CD bile yazdıramayıp kızları günlerce beklettiğimi bilirim. O arada da devreye pek bilmiş abim giriyor, bi el atıyor işler daha çabuk ilerliyor. Birazda ben yapamıyorum yani. Sonra işte kıskançlığından mıdır nedir ben kullanamayayım diye son çare şifre bile koydu da, inadımdan başında sabahladım o şifreyi kırabilmek için. Kimin aklına gelirdi ki sevgilisinin doğum tarihini koyduğu. Benim aklıma gelmedi değil, ama bilemedim işte kendinden birkaç yaş büyük olduğunu.

  Sonraları interneti Chat amaçlı kullanan insanlar türedi. O nasıl bir zevktir ya! Hele ki o ilk dönemler çıkan eziş büzüş olan Chat programları yok mu, gece gündüz kendilerini oraya adamış halde ne olduğu belirsiz kişilerle konuşmalarına ne demeli? Resim yok kamera zaten yok! Milli piyango oynamak gibi, gecesini gündüzüne katıp birde buluşmaya gitmiyorlar mı, artık ne çıkarsa bahtıma. Benimse tek derdim web sayfalarına girip “Lan o butonu oraya nasıl kodular?” diye düşünmekti. Bu resim buraya nasıl konuldu? Hadi koydun nereden koydun? Siteleri dip bucak incelemekten, sapıtmaya başladım. Bildiğim, tanıdığım herkese soruyorum hiç cevap yok! Bir kişi dahi bu soruya cevap veremiyor. Aldığım en net cevap kendinden gayet emin bir şekilde “internet kendisi yapıyor onu” olmuştu. Adam olacak çocuk s*çtiginı boyarmış ya neyse, derin bir nefes alıp sağ solumu kütlettikten sonra sırf Atom için bir msn adresi açıp oturdum. O kadar da söyledim millete şu Atom’un mutlaka msn adresi vardır diye cevap veren olmadı. Bu işi de kendim halledeceğim diyerekten, kafadan ilk adresimi adı soyadı ve posta kodu şeklinde salladım.
Tam ikinci kez adres yazacaktım ki, anında online olduğunu fark ettim ve baktım, bingooo vallahi o! Heyecan yaptıktan sonra hemen sakinleşip, nasılsa beni görecek de yazacak diyerekten beklemeye başladım. Avcı gibi avımı izlemek üzere bilgisayarın önüne doğru eğildim, aynı noktaya hiç kıpırdamadan bakıyorum. Lan bir dakika, herkes adını yazar sağ sola ben direk “fool” yazmışım kendime. Harbiden aptalım ya diye düşünürken “sende kimsin?” diye mesaj düştü. Gizemli olsun diye “sence?” dedim.

Vallaha bilemedim, bilsem sormam genelde dedi. Akıllı çocuk! “Tılsım ben” diye yazarak, o dandik gülümsemeyi gönderdim.

Sen benle konuşur muydun ya? Diyince orada bana kal geldi. Ne demek istedi? Kim kimle konuşmamış? Ne olmuş ne bitmiş? Diye olayı algılamaya çalışırken, “sen konuşmuyorsun diye düşünmüştüm bende” dedim. “Benden rahatsız olan sensin, yiyecekmişim sanki seni hep kaçtın."

Çık çık, çık işin içinden çık şimdi. İnsanlar konuşa konuşa hayvanlar koklaşa koklaşa diye boşuna demişler. Evet, Tılsım Hanım açıkla şimdi. Utanma seni görünce bile uyuz it gibi titredim de mesela.. Olmadı, bu kadarcık şey için bunca zaman beklemişim diye tebrik et kendini.
Cevap bekliyor, cevap cevap....
"Senkonuşmayaçalışabilirdin :(”
"Tanıma fırsatı bile vermezken?”
 Heh! Bu laftan sonra saygıyla küfredip halime, yalnızca gerizekalı değil malın önde gideni olduğumu anlayarak "ehehe haklısın sonra görüşürüz" diyerek cevirimdışı oldum. İnterneti icat edeni saygıyla anıyorum, yıllardır yapamadıgımı 5 dakika da gerçekleştirmişti...

-Anılarım Bombos yayınından^^

20.04.2017

İlk Aşk

  Hayatta bazı anlar vardır böyle, çok küçük zaman dilimleri. Bir kadının evleneceği erkekle ilk kez karşılaşması, bir annenin evladını ilk kez kucağınıza aldığı an, ya da ilk aşk. Mesela bunlar insan hayatında en olası anlardır. Yaşamımız boyunca belki de hep o günü bekleriz. Ve o gün geldiğinde bu süreç hayatımız boyunca aklımızdan hiç çıkmaz.

misketleri:)
 Bir de şu vardı, bir türlü anlam veremediklerimiz. Sonrasında ise tesadüf dediğimiz çok özel anlar. Bu anları herkes yaşamaz mesela, o size özeldir. Düşünün şimdi, neydi hayatta sizi en çok etkileyen? Aklınızdan hiç silinmeyen o an. Mutlaka bir açıklaması vardır. Ve hayatınızın gidişatı onunla ilgilidir. Benimde öyle birçok anlarım oldu. Sonra ben onların hepsine klasik bir dilde “anı” dedim. İki parçaya ayırdım. Lanet ettiklerimi derin bi geçmişe attım, hiç birini umursamadım. Çünkü sağlıklı yaşayabilmem için buna gerçekten ihtiyacım vardı. Öyleyse sizde geçmişteki bazı şeyleri silmeyi deneyin. Nasılsa bu anlar yaşanmaya, bizi yormaya devam edecek. Ama bilin ki ilk yaşananlar son yaşananlardır.

 Ramazan ayı o zamanlarda hala okulların kapanmadığı bir zaman dilimi benim için. Akşam olur, ezan okunmaya yakınken annem bazen bakkala yollar. Normal şartlarda bisiklete binmem pek mümkün olmadığından, ekmek almaya gitmek en büyük zevkimdir. Bisiklet üstünde bir tur daha atayım hevesim yüzünden, hep geç kaldığımı fark ederim. Ve bir gün, Cami önündeki dönemeçten hızla bakkalın bulunduğu sokağa girecekken camiden gelen ezan sesini duyup minareye bakmak üzere kafamı yukarıya doğru kaldım. Ezanı camiden dinlemenin bambaşka bir duygu olduğunu hissettim o an ve biraz duraksadıktan sonra önüme döndüğümde çaprazımdan yürüyerek ilerleyen, neredeyse benim boylarımda sarışın bir çocuğun bana bakarak gittiğini gördüm. O çocuk niye o kadar dikkatimi çekti bilmiyordum. Sadece arkama bakar halde ilerlemeye devam ettim. Ekmeği alıp dönerken gözüm sadece onu aradı. Uzunca bir süre de, bir daha onu göremedim. Ona sorsan, hatırlamaz belki de ama yanımdan geçip gittiği o 10 saniyelik anı ben yıllarca aklımdan çıkaramamıştım...

 Bir gün kapı çaldı, üzerimde abimin çizgi film karakteri Pluto köpek pijamaları ve elimde de Pikaçu tokasıyla saçlarımı bağlayama çalışarak açtım kapıyı. Karşımda o çocuk! Şaşırdım önce, sonra aman yaa “ne var!” dedim tersler gibi. Alık gibi baktı yüzüme kekeleyerek “abin evde mi?” diye sordu. Yok diye birde güzel bağırdım. Abime olan hıncımı resmen bundan çıkarttım, tırıs tırıs gitti. Arkamdan da kesin içinden dayayıp döşeyip beni bir güzel dizayn etmiştir ya beni neyse. Ben bilsem hayatımın aşkı olacak çıkar mıydım hiç o kılıkla karşısına.

 Birde tatlı ki, küçük zannettim. Annem sordu kim diye, “Abimin beni beğenmeyip arkadaşlık ettiği bebelerden biri” dedim. Çok geçmedi okulda gördüm onu nasıl da fark etmemişim! Hadi onu geçtim aynı servisle gidip geliyormuşuz. İşte, bir fark ettim o kadar olur, gidiyorum geliyorum çocuk hep gözümün önünde duruyor sanki! Kantinde arkadaşlarla oturuyoruz karşımda! Bahçede oturuyorum futbol sahasında! Sınıfa çıkıyorum koridorda! Birileri sürekli bu çocuğu karşıma mı koyuyor ne yapıyor anlayamıyorum bir türlü. Sarışın falan da dediysem öyle yanakları al al olandan değil. Tam ayarında, sempatik, mimikli, haliyle gözüm takılıyordu…

  Aylar sonra,  evdeki kalabalıktan istifade bisiklete binip bütün
mahallede platonik aşkımı aradım. Aynı yerde oturduğumuzu biliyorum ama nerede yaşadığını bilmiyordum. Ve amacım sadece onu bir kez görebilmekti.

Aşk ney onu bile bilmiyorum henüz. Görme isteği duymak çok fena bir şey, sümük gibi bulaşıp kaldı.. Birde ismi geliyor aklıma sürekli, kalbimin içinde küt, küt! Küt, küt çarparak bütün bedenimde yankılanıp duruyor. Sonra ben o isime sempati duymaya başlıyorum. “O nasıl güzel bir isimdir öyle!”diye. Merak ediyorum bu kez de “nerelerde, ne halt yiyordur acaba?” şeklinde. Ardından her gördüğüm dallamayı o zannediyorum. Çocuğun umurunda da değilim. Bir beklentimde yok, biliyorum ama attım kendimi sokaklara.

Çocuk aklımla, İstanbul’a gitmemiştir inşallah diye düşünüyorum. Evdekiler fark ederseler gittiğimi nerelerdeydin sen diye, annem ağzıma edecek diyede bir korku sarıyor. Onu görme bahanem de hazır, servisten indiği taraflarda aramaya giderek gördüğüm yerde soracağım “abimi gördün mü buralarda?” diye. Artık nasıl olacaksa? Uyuz it gibi titrer oldum onu görünce!

Etrafı iyice kolaçan ederek marketin olduğu sokağa doğru gittim. Az ileride misket oynayan çocukları görünce de yanaştım. Olmadığını düşünüp tam vazgeçip dönmek üzereyken, çimlerin üzerinde uzanan uzun boylu, esmer, konuşurken bile insanın içini bayacak kadar uyuşuk çocuk yanıma gelerek ne aradığımı sordu. Hemen arkasına doğru baktığımda ise Atom’un az ileride yerde oturdugunu fark ettim. Heyecan yapmadan “abimi” diyebildim. Başka bir şeye bakmış olmada diyerek pis pis güldü yavşak!

Nasıl oldu? Nereden öğrendiler bir türlü anlayamadım. Dünyam başıma yıkılmakla kalmadı, oradan nasıl uzaklaştığımı bile anlayamadım. Ondan sonra  Atomu ne zaman görsem o çocuk yanındaydı! Atom’a duyduğum heyecan ve bu çocuğa olan nefretim yüzünden bir türlü ona yakınlaşma erdemine ulaşamadım. Uyuşuk kıskanç şerefsiz evde kal inşallah! Kimse bakmasın yüzüne emi diye yıllarca arkasından söylendim.

-Anılarım Bombos yayınından^^

Tiyatrocu olamadım


 Orta okulun sonlarına doğru tiyatrocu olmaya karar verdim. Ama okul tiyatrosunda bir türlü rol kapmayı başaramadım. Senaryo ezberi tamam ama ah birde gülmesem! Bir türlü role giremiyorum. Bu sefer kahroluyorum ben ne yapıyorum diye. Kesinlikle gülmeyeceğim diyerek baştan alıyoruz tam orta yerinde ben yine yardıra yardıra gülüyorum. Neye güldüğümde belli değil. En sonunda kısa skeç yazmaya karar verdim. Önce sınıfa sundum hoşlarına gitti. O gazla attım kendimi tiyatro salonuna verdim hocanın eline dosyaları. Onay alınca oyuncu arkadaşlar bulduk derken, bizim burnundan kıl aldırmayan çalışkan öğrenciler bile ilk kez arkamda olunca havaya mı girdim ne yaptıysam. Ruh hastası yönetmen gibi oyunda sürekli fikir değiştirdim. Olmuş bitmiş daha ne kurcalarsın dimi? yok durmadım milletin orasına burasına bile karıştım.
“Canım sen şuna birde sakal çiz. Kaşları da tek olsun.”
“Ne yapıyorsun Tılsım ya! Biliyorsun bulaşık deterjanıyla bile zor çıkartıyoruz.”
“Tamam, o zaman. Hişttt, sen arkadaşım. Dilenci rolü dediysek dilenmeyeceksin, ikramda bulanacaksın! Ayrıca erkek gibi dur kibarlaşma lütfen”
“Olur, bir daha kine dikkat ederim Tılsım!”
Benim bu halimle kimse baş edemezken, hocaları bile yıl sonuna skeç koymaktan vazgeçirmiş oldum. Asıl olan bizim kostümlere oldu tabii....

-Anılarım Bombos yayınından^^

19.04.2017

Büyük Konuşmak...

  Eşimle tanışmadan önceydi, kuaförlük için gittiğim okulda matematik öğretmenimizin yaşadığı olayları abartarak ve ani tepkiler vererek anlatmasından dolayı hepimiz eğleniyorduk. Maksat dersi kaynatmak olunca anlattıkları karşısında sorulan soruların ardı arkası kesilmiyordu. Bende defterin altına sakladığım telefonla konuşulanları pür dikkat dinleyip kayıt yapıyordum. Arkadan salağın teki sordu "peki hocam biz matematiği ne yapacağız?" Hoca örnekler verirken sonunda çocuğun olunca sorduğu sorulara ne cevap vereceksin diye sordu.. Tabii bu bi kaldı öyle. Ardından okulda öğrensin diye, saçma saçma cevaplar vermeye başlayınca arkamı dönerek, saçmaladın sen bi sussana bakışı atmıştım çocuğa.
 O zaman matematik konusunda ilk kez bu kadar ciddi anlamda düşündüm. Çocuğuma derslerinde nasıl yardımcı olacağım, hele birde bunun gibi bi öküzle evlenirsem hepten yazık olurdu herhalde. Sonrasında işte o salak benim kocam oldu, ondan beri hep düşünürüm bu ders konusunu. 

24.01.2017

Anılarım Bomboş Yayın- 5

             
      ***

İlk defa beni tanımadı. Bir insan ancak bu kadar benzeyebilir! Hişt dur orada bakalım! Ne yapıyorsun böyle? Kavgacı nerede? Diye sordum.

  “Bir durum varda ortalığı kolaçan ediyorum. Kavgacı yokta…”

  “Onu anladık tipinden gayet net anlaşılıyor zaten. Kavgacı’yı sordum sana.”

  “Eczaneye gözünü sardırmaya gitti.”

   “Anlamadım?”

   “Aman yaaa. Sabah kalktığımızda gözü şişmiş etrafı yaraydı. Hastaneye gittik boya mı ne sıçramış. Şimdi de eczaneye gitti işte.”

   “Heee… Sende onu tek gözle motorun üstünde gitmesine izin verdin. Nasıl arkadaşsınız lan siz? Kafayı mı yemiş bu çocuk? Zaten trafik canavarı şimdi duble olmuştur!” diye ben bi anda konuşunca “Sananeee!” diye ikaz eder gibi konuştuktan sonra kafasını sağ sola anlayalım dercesine salladı.  Bana ne tabii canım da… Siz birlikte mi yatıyorsunuz?

   Tam aptala bağlamaya başladım sanırım. Tamam, itiraf edeyim merakımdan değil. Nedenini tam olarak bende anlamıyorum. Neden merak edeyim elin kalas herifini? Sonuçta ben bu adama gıcık oluyorum. Fakat gözümde kapıda ne zaman gelir acaba diye merakla bekliyorum. Yani gözüne ne olmuş onu merak ediyorum. Dimi Tılsım?! Üzüldüm de tabii. Aman bana ne ya geçen haftaki zengin kalkışından sonra gözüme gözükmesin bir daha o! Kendine mi yalan söylüyorsun artık Tılsım? Ya Rabbim bana nasıl bir iç dünya verdin ki de o bile hesap soruyor!

   Kavgacı tek gözü bantlı korsan görünümüyle ağır adımlarla sınıfa girince kendimle hesaplaşmam yarım kaldı. Sınıfta olan topu, topu on kişilik topluluğun, nasılsın? Nasıl oldu? Geçmiş olsun sözlerine aldırış etmeden yine Kavgacı’ya selam dahi vermedim. Erkek milleti de zaten rahatsızlanmaya görsün. Anında ruhsal çöküntü yaşıyorlar. Bana göre Kavgacı’nın bile psikolojisi bu yönde olduğu her halinden belli olsa da… Kavgacı bu güçlü ya hemen, yok bir şey arkadaşlar abartmayın havalarında. O halde niye gelir gelmez sıraya uzanarak yatıyorsun ki? Bir el uzatanı olsa, çorbasını battaniyesini ister yanında da su lastiği olsun derdi bu. Tipinden belli, azman gibi mübarek!


Anılarım Bomboş- yayın 4


Nerede görülmüş bi erkeğin eve kız getirip kucağında horul, horul uyuyup kaldığı? Ben hiç duymadım bile! Fakat ne yerde ne gökte kâinatın her yerinde özellikle arasam böylesini bulamazdım herhalde.

   Eee fırsattan istifade, böyle adam birde sevilir ki şimdi. Keseceğim diyip durduğu saçlarını henüz kestirmemişken, yavaş yavaş okşayarak başladım işe. Alnı, kulakları, burnu, gözü yüzü derken öpücük kondurup, dokunarak sevdim. Terlemeye başlayınca uyanmasın diye terini bile kuruttum. Kolay, kolay terlemeyen biri olarak altında bende terlemeye başlasam da hiç kıpırdamadım.

   Bir erkek en masum haliyle sevdiği kadının kollarında uyurken nasıl böyle aşk kokar? İlk defa onunla orada keşfettim ben aşk denen duygunun bir kokusu olduğunu. Kişiye özel sevdikçe yoğunlaşan, insanın göğüs kafesini yarıp sevgiliyi içine alarak orada saklama arzusu uyandıran bir his. Şuan resmen onu bedenimde saklamak istiyorum. Kimseler görmesin hep benim, benimle olsun yeter ki dercesine! Onu soludukça ruhumun, bi o kadar güçlendiğini hissediyordum.


   Onu severken bir süre sonra bende uyuyup kalmışım. Saatler sonra Kavgacı’nın sıçrayarak uyanmasıyla, onun gözlerini sonuna kadar açmış şaşkınlıkla yüzüme baktığını gördüm. Ne olduğunu kafasında toparlamaya çalışan uyku sersemi sevgilime tek kelime etmeden gülümsedim. Uzun süre bana baktıktan sonra etrafı inceledi. Ardından saate bakıp üstünü çıkarttı ve döndü öbür odalardan birine girmesiyle çıkması bir oldu. Sonrasında bulunduğum odanın kapısından bakıp olduğu yerden hole yarı çıplak şekilde uzandı. Pişt, pişt diye seslendi. Ne oluyor be? Adamın kafa kaydı, adımı da unuttu. İnşallah beni sevdiğini de unutmamıştır. Yoksa gitti gül gibi çocuk diye düşünürken, piş pişt gelsene yanıma. Ne bakıyorsun oradan? Yerim seni diyince. Oh iyi unutmamış demek ki kafa hala yerinde diye sevinip gülümseyerek yanına gidip dikildim. Elimden tutup kucağına doğru çekti. Bütün gün dışarıda yattığımızı hatırlayarak,  yerler pis midir demeden, yanına yattım. Suratıma uzun, uzun baktı yanağımı okşadı sonra beni gülme tuttu.
 Biz niye burada yatıyoruz? 
Suratını büzüp bilmiyorum diyince ikimizde kahkahalarla güldük. Sonrasında gözlerini belertip dudaklarına ne oldu diye sordu.
 “Sen kendine bak önce seksi şempanze” diye dalga geçtim.  
Mutluyduk, manasızca gülmeye devam ettik.

23.01.2017

Sürprizleri Sevmiyorum

  Sıkılmanın gerçek anlamı büyümek olmalı çünkü sıkılmak büyümenin temelinde var. İnsan yaşı ilerledikçe işler o kadar zorlaşıyor ki, bununla birlikte beklentiler de artıyor. Böylece mutlu olamadığımız için sanki daha fazla sıkılıyoruz. En azından ben, hiç bilmem küçükken sıkıldığımı. Mutlaka kendimi mutlu edebilecek bir şeyler bulurdum, şimdi ise ne yaparsam yapayım yaranamıyorum kendime. Hani biraz olgunlaşsam belki diyorum o zaman kabullenmeyi bile öğrenirim herhalde.

   Ben ne istiyorum Allah bana ne veriyor. Pat diye arayıp “evlenelim” dese ölür mü sanki! Sular mı kesilir? Hayat mı durur? Ne olur biri bana söylesin. Hep baştan savma, nasılsın ne yaptın tarzında mesajlar. Hani kafaya da koydum bir kere, erkek istedikten sonra yapmayacağı şey yoktur diye. Yaşımıza da artık az sayılmaz, ne istiyorsa yapsın demekten başka seçenek bulamıyordum kendimde.

  Bir an askere çağırdılar diye sevindim, unuttum ya okuduğunu ne askerliği. Adam baya, baya askere gidemiyor işte. Ay ne güzel asker yolu beklerim dönünce de evleniriz! Sonra bebişlerimiz olur diyordum ama nerde… Bu şekilde sanki dört beş yıl daha beklerim gibime geliyor. Aklım fikrim evlenmekte gibi konuşuyorum ama yok öyle değil, yılların acısı var üstümde. Bok var gibi, uzaktan uzağa sevmek insanın canını yakıyor gerçektende. Onunsa böyle düşünüp düşünmediğini bir türlü kestiremiyorum. Ya düşünmüyorsa keserim kendimi artık! Ya da kesmem annem kızar sonra, ilaçla temizce hallederim.

  İnsanın sevdiğinin uzakta olduğunu bilmesi daha fazla özletiyor sanki buralardayken hiç görmesem de özlediğimi fazla hissetmiyordum gibi. Bilinçaltı herhalde, uzakta olduğunu bilmek bizi belki de alt üst eden. Öyle de olsa aynı havayı soluduğunu bilmek bile güç veriyor bazen.

   Ay sıkıldım bunaldım. Kendimle baş başa kaldım. Yalnızım dostlarım yalnızım yalnız diyebilecek bir dostum bile olmadığına göre gece vakti gözlerden ırak plajda serilip serpilmeye kararımı verdim. Anında valizime gerekli gereksiz şeyleri tıkıp, düştüm ihtiyar kızların yanına. O vakitte plaja bir başıma gidecek değildim ya, yerler adamı belli mi olur.

    Aslında onları yemeleri lazım ama nasıl oluyor da hala bekarlar anlayamıyorum. Yaşlarını söylemedikleri sürece benden daha genç diri ve şıklar. Birde giydiler mi bikinilerini, seriliyorlar deniz kenarına. Bacılarım benim be! Bir sülalede böyle gen fırtınası esemez. Terbiyesizler bütün özünü suyunu gelen nesillerine havale etmeyi başarmış. Hele ki yeğenleri, duble ballı kaymaklı ekmek kadayıfı gibi. Kıskanmamak elde değil ama tövbe seviyorum o kızı. Her gelişinde kafa kafaya verip bazı erkeklere telefonda sözle taciz etmeye varana kadar, yapıyoruz her türlü piçliği. İki aslan anlaşamaz derler ama bizde böyle eğlence hat safhada!

   Yalnız onun yanındayken benim tek sorunum, kendimi deneme boy ürün gibi hissediyorum.  Rafta o öylece dururken, millet her an beni deneyip onu alacak gibi korkuyorum. Haliyle zoruma gidiyor tabii, bizim kaymak hatun benden küçük olduğu halde, incecik fizik, göğüsler fora olunca bildiğin Beyonce’nin çamaşır suyunda bekletilmiş hali. Bunca seksapelliği bir anda yakından görmeyi bünyem kaldırmıyor. Daha kız kardeşini saymıyorum bile! O zaten kendini ablasına kopyalamaya adamış, minik veliaht. Allah bunların anatomisine çifte güzellik eklerken beni niye bırakmış diye düşünüp hüzünlenmiyor da değilim. Neyse ki bunların geliş gidişleri sınırlı sayıda olduğundan, anaçlarla idare ediyorum.

   Çantamı anasına emanet ettim, sap gibi bir başıma girdim denize. Avaralıktan yapacak bir şeyde olmayınca sıkıldım, dubalara kadar yüzüp düşünmeye başladım yine. 
Yarım saat sonra. Tin, tin sudan çıkmış it gibi ilerledim baktım kimse yok, denizden tarafa tekrar döndüm. “hee geldin mi” diye söylendi.   Ben geldim de çantam gelmemiş gibi oldugundan, sordum.

   Ben deniz fantezisi kurmaya çalışırken, buda burada sıkıntıdan denize girebilme fantezisi kuruyormuş. Madem giremiyorum ayaklarımı sokayım bari diyerek usul usul yaklaşmış kıyıya. Tabii olan benim çantaya oldu!  Bütün dünyam başıma yıkıldı sen misin tüm mal varlığını bir çantaya sığdırmaya çalışan. İçinde ne var ne yok gözümün önünden geçince hangi birine üzüleceğimi de şaşırdım, telefonda karar kıldım.

 Daha siftah bile yapmadığım convers içindeydi. Bok mu varda denize taşıyorsun? Tüm bunlar bana mubah. Hem de doğum günümde! Bana layık görülen doğum günü buydu işte. Zaten bi o var kutlayabileceğim, onu da ben dahil kimse hatırlamıyor. Bu vesileyle de hatırlamış oldum günü. Eeee birde utanmadan cıkıp kasıla kasıla 7 uğurlu sayım demiyormuyum! Lan 7’nin ne hayrını görmüşümde!  27- 07 doğumlu biri olarak her yıl bu tarihte çilem başlıyor sanki, diye diye gidene kadar dövündüm durdum artık.

   Bir yandan da hemen aramaya başladık, derken abimin beni almak için geldiğini fark ettim. Gülerek yaklaştı “demin bi kız gördüm çantası aynı seninkine benziyordu. Sen sanıp arkasından gittim valla son anda fark etmesem baya ileri gidecekmişim” dedi. Ne! Nerde? Ne tarafa gitti? O benim çantam, hadi gidelim belki buluruz diyerek heyecan yapınca. Gamsız öküz, “bana ne bu saatte gelmeseydin, giden gitmiş birde arkasına mı düşeceğim” dedi. Adam tabii, o kadar zengin ki bana bile kızsa telefonunu kafama atıp atıp kırıyor, haliyle kolay degil benim için kosturmak.

   Valla anne kusura bakma beni leylekler getirmiş olabilir ama bunu kesinlikle ayılar getirmiş başka açıklaması olamaz!

   Hiçbir müdahalede bulunmadan öyle mal gibi çıktık geldik eve, her şey bir anda üst üste gelince başladım artık sinirden ağlamaya. Olmuşla ölmüşe çare bulunmazmış ama o kadar alışmışım ki telefona sonraki günler bile unutup nereye koydum diye her yerde aradım durdum. Sabah gözümü açar açmaz elimle yastığın altını yokluyorum, bulamayınca da yatağın altına eğilip bakıyorum.

   Telefonu aramakla geçen üç beş günün ardından yeni cep telefonuma kavuşarak, rahat bi uyku uyudum. Yine rüya yine ben, o anda sabahın ilk ışıklarında gözümü açmış oldum. Ah birde bunlar olmasa, baykuş misali yaşayacağım ama gerçi o aralar o kadar çok rüya görüyorum ki, yaşamımın yarısını bilmediğim diyarlarda dolanarak tamamlıyorum. Uyku sersemiyle “geldin değil mi?” diye mesaj bırakmışım. Oda, “nasıl bildin ya?” şeklinde cevap atmış. Orda kendime geldim işte, her haltı çocuğa bilip bilmeden konuş sen! Rüyamda otobüsten indiğini gördüm diye saçmalanır mı? Öylesine söylemiştim diyerek uyumaya devam ettim artık.

   Yaşamım boyunca hayatıma en çok burnunun sokanlardan biride rüyalarım olsa gerek. Bazı şeyleri önceden yaşar gibi olmak bütün yaşam enerjimi alıp götürüyor elimden. Hadi görmezlikten geleyim diyorum, bu sefer de inanmak istemediğim rüyayı sorgulamaya başlıyorum. İlla doğru mu, değil mi diye sorgulamaktan anı yaşayamıyorum. Geçmişte gördüğüm rüya denen hayal sahneleri aslında pek emin olamasam da sonradan gerçek olanlar oldu bir şekilde.

   Tam evlenecekken Atom ortalardan kayboluyor. Arıyorum buluyorum ama o hala beni arıyor.  Ne kadar karşındayım buradayım desem de görmüyor beni. Bu sefer ben kendimi kaybediyorum, aramaya başlıyorum. Sonra her şey toz bulutu, kısacası ikimizde kayboluyoruz ve yanımda başka bir adamla gözümü açıyorum. Bu da kim lan! Ben böyle birini tanımıyorum derken yüzüne bakmaya çalışıyorum seçemiyorum ama fizik desen yerinde boylu boslu yapılı elinde de gelin çiçeği var. Kimsin demeye kalmadan, onunla evlenmiş oluyorum. O sırada Atom ve ben göz geliyoruz “bana bunu da mı yapacaktın?” demesiyle uyanıyorum. Rüya olduğu için, defalarca şükrettiğim böyle kabuslar işte. Rüya sonuçta fazla takılmamak gerek, zaten saçma diyerek kendimi yatıştırıp, unutmaya çalışıyorum tabii gene görüyorum. 

Uffff kabuslar gerçek olmasın...

Gittim... Bittim...

 Kitap okumak faydalı tabii de bence ne okuduğun daha önemli. Önceden her bulduğumu okur maksat merakım dinsin derdim. Anlayıp anlamadığıma gelince de orası şüpheli işte. İnadım inat, sıkılırsam uyuyarak ta olsa o kitabı bitiririm. Soran olursa, bitti mi? Bitti. O kadar! Sonrasında aklım başıma geldi. Yıllarca kendime pay çıkartabileceğim yazarların kitaplarını okumayıp, hayal ürünü tuhaf yaratıkların çoklu ilişkilerin yaşadığı gençlik adı altında çakma aşk kitaplarını okuduğum için bu yaşıma kadar çok şey kaybetmişim diyorum.

   Çekirdek’in isyanına müdahale olarak iş çıkışında, büfeye uygun fiyata güzel korku kitapları geldiğini bildiğimden birkaç tane edinebilmek için her gün gittiğim yolun ters istikametine doğru yürüdüm. Kapalı çarşının içine girer girmez motor üstüne oturmuş birbirleriyle şakalaşan Atom’un çocukluğumuzdan beri samimi olduğu iki arkadaşını fark ettim. Onlarda beni görünce Tılsım, diye seslendiler. Bunları gördüm ya tamam. Dünyayı unutabilirim! İyi olacak hastanın ayağına doktor kendi gelirmiş mantığına sevinmekten, doktorun ayağına zorla gitmis olabilecegim aklımın ucundan bile geçmedi. Atomla balayına çıksam bu kadar sevinmem. Ağzım kulaklarımda durdum karşılarında. Eskişehir de hala ne bok yiyor? desem diyemiyorum. Pat diye de sorulmaz ki simdi. Hem hiç mi gurur yok bende? En iyisi rahat olmak laf döner dolaşır nasılsa oraya gelir diyerekten durup bekledim.
 
    Nasılsın faslını geçtikten hemen sonra okula gittiğimi söyledim. Bu haber Atom’u bulur du elbet. Yalnız ne okulu olduğunu söylemiyorum çünkü hala bana bile çekici gelmiyor. Adamlar üniversiteyi bitirdi artık zevk için dershanelerde şurada burada takılıyorlar. Yok, efendim neymiş puan yükselteceklermiş de... ben hala ıkınıp sıkınıyorum. Bulsam kendim gibi birini aslında belki de hayatımı yaşarım. Olur ya herkes dengine demişler. Ama yok bendeki kapasite belli, illa Atom! Diye düşünürken, içlerinde şimdiye kadar en samimi olduğum pat diye konuştu yüzüme gözüme. Hatta bildiğin tükürdü! Benden önce onların söyleyecekleri varmış demek.

   “Atom nişanlanıyor!”

  
 Şoka girdim. Yok artık! Böylede hemen söylenmez ki Lan! İnsan bi yoklar. Üzülme der ne bileyim bir şeyler der işte. Onca yıl aynı serviste aynı okullara gittik geldik. Hiç hatırımız yokmuş gerçekten. Duygusuz hıyar! Neyse ki hiç istifimi bozmadım. Otuz iki dişimi yinede kapatmadım. Gülmeye devam, eee ne güzel hayırlısı olsun. Ne yapayım? Diye çıkıştım. Hesaplarımda bu yoktu, mümkün mü acaba? Allah belanı Atom… Yok, bu ağır olur. Tamam, Tılsım sakin ol.

  “Geçenlerde telefonla konuştukta, çok mutluyum aradığım aşkı buldum evleneceğim dedi yani… Atomu hiç bu kadar ciddi görmemiştim. Sevindim onun adına valla. Sonunda Atomu çekecek bir kız çıktı. (bana mı laf soktu bu?) Öyle her şeye tavır alıp trip yapmıyormuş. (fena girdi bu laf ya) Sevdiği için her şeye katlanabilecek bir kız demek ki.”  “Anladım dolaylı yoldan unut onu diyorsun?” dedim.

   “Evet, yani Atomun mutluluğunu istersin herhalde. Haftaya burada olacak” dedi.

   “Haklısın çok isterim mutlu olmasını. (özelliklede ben mutsuzken) Bir önemi yok, görüşürüz sonra (görüşmeyelim asla)”dedim.  Gittim... Bittim.. 

22.01.2017

Anılarım Bomboş - Yayın 3

 
Bana karşı bu kadar duygusal bir adamın, başkalarına karşı nasıl zalim olabileceğini anlamıyordum. En kötüsü de gelecekte bana da zarar verip veremeyeceğini hiç düşünmedim. Çünkü sinir denen duygudan kesinlikle haberim yoktu. Daha önce sinirli bir insan dahi tanımamıştım. Tek bildiğim, anladığım şey Kavgacı’nın beni gerçekten sevdiğiydi.

   Olayın üstünden dört saat sonra hala çıplak ayakla ne giyeceğim ben diye salaklığıma yanarken ayakkabılarımı sinirle ağda yatağının altına fırlattım. Oda ne! Bir çift koyu kahverengi salaş bot, bana bakıyor! Acaba kimin? İki numara da büyük ama bu tarz şeyler hele ki bizim gibiler için yaz kış demeden her türlü gider. Aman Allahım temizde! Hemen Obalıyı çağırıp sordum akrabasınınmış. Ondan da ne cevherler varmış be! Kendisi de yine dükkanda yok. Giysem ruhu duymaz diye ayağıma geçirdiğim gibi Kavgacı’nın yanına gittim. Elinde sigara başını öne eğmiş kuaförün yan tarafında otururken buldum. Geldiğimi fark etmedi bile. Kollarımı birbirine kavuşturup erkek Fatma gibi tepesine dikilerek dövecek gibi baktım. Beklemediği anda beni karşısında bulmanın sevincine hiç aldırış etmeksizin, sınamak adına sordum.

     “Ya sigara ya ben?”

     “Komik olma aşkım. Tabii ki sigara!”

    Sana sigarayla mutluluklar dilerim diyerek geldiğim yoldan gerisin geri döndüm. Arkamdan seslendiğini duyabiliyorum ama oyunun en önemli kuralı, bakmak gülmek yok. İnatla hiç oralı olmadan yürümeye devam ettim. Arkamdan koşarak geldi tuttuğu gibi sarılarak “tabii ki sen” dedi. İstifimi bozmadan öylece yüzüne baktım.
    “Bunu niye benden istiyorsun?” diye sordu. Cevap vermeyince üzerindeki paketleri sağ sola fırlattı, bak bıraktım işte dedi.
     Sahi mi acaba diye mutluluktan uçacağım ama belli etmemeye çalışarak “inanmıyorum” dedim. Yüzüme duraksayarak baktı. Tamam, diyerek arkasını dönüp hızlı adımlarla yürüdü. Nereye? Diye seslendim. Sana diyorum nereye? Bu kez ben arkasından koşup kolundan çekiştirdim.

    “Ben seni anladım ayrılmak istiyorsun benden. Sigara sadece bahane!”

     “Hayır! Saçmalama bu aklımın ucundan bile geçmedi.” Yüzüne baktığımda gözlerinin dolduğunu görünce, benimde gözlerim buğulanmaya başladı.


     “Öyleyse bunu niye yapıyorsun? İstemiyorsan söyle gerçekten. Üzmem ben seni.”

20.01.2017

Anılarım bomboş- yayın 2


Hayatta yapmam dediğim ne varsa Kavgacı için var gücümle yaptım. Tüm tabularımı yakarak bu adam uğruna yaptığım en ufak şeyi Atom için yapsaydım şuan büyük ihtimal onunla olurdum ama ben kısmet işine inananlardanım. Zaten Kavgacı’nın da üzerimdeki etkisi çok büyük. Güven gerçekten önemli bi kavram. “Sen yeter ki bana güven” diyebilmek bile sevginin en büyük kanıtı gibi. Sevdiğin insanın karşısına çıkabilecek her türlü engelde bile sevgisini hissettirerek kollarını açması sen yeter ki rahat ol hissiyle o huzuru yaşatması dünyadaki bütün aşkları yıkar atar. İstedikten sonra yeniden aşık olunabiliyorsa hayatta hiç bir şey zor olmamalı, yeter ki arzulamasını bilmeli.

   Sabah akşam demeden her dakika birlikte olabilmek için çalışırken dahi, markete bile gitsek ilk fırsatta birbirimizi görmek uğruna şehrin ortasında üç sokak öteye yürüdüğümüz yetmiyormuş gibi, bir türlü bunlarla da yetinemeyip geceleri de buluşmaya karar verdik.

    Bu fikir öncelikle kimden çıktı tam kestiremesem de büyük ihtimal Kavgacı’nın fikriydi ki çünkü kendisi son zamanlarda evimin yakınlarında ve genelde mezarlığın oralarda geceyi geçirmeye başlamıştı. Baya konaklıyor sanıyorum, bunu da anlamam için kesinlikle söylemesi gerekmiyor çünkü sıkılmamak için genelde bir takım arkadaşlarıyla gelip dolaştığından seslerini duyabiliyorum. Tabii en önemlisi de motorun sesi! Böyle uyuz bi çat pat rahatsız edici sesler çıkarmasa da, evde sahibinin gelmesini bekleyen it gibi daha evin yakınlarına yaklaşmadan motorun sesini algılayıp kulakları dikiyorum. “Ne işin var burada bu saatte” diyemiyorum. Biliyorum kendisi zaten hep sokaklarda. Bu yüzden yakınımda bir yerde, olduğunu bilmek bile bana huzur veriyor. Öyle ki oda aynı şeyleri hissettiğinden sessizce motoru ağaçların arasına bırakıp yeşilliklere yatıyor veya gün aydınlanana kadar birkaç arkadaşıyla oralarda yiyip içerek laklak yapıyor. Aslında evet, bu adam her daim her yerde.

   Madem sabah erkenden kalkıp gitmemi evde kimse fark etmedi birkaç daha saat önce çıkmamın da kimseye bi zararı olmaz herhalde. Onu anlamayan bunu hiç anlamaz diyerekten şansımı daha fazla zorlamaya karar verdim. Üstelik bu gece babamın evde olmasına rağmen! Yanlış hatırlamıyorsam, bu gece, gece ilk buluşmamız olacağından giyinik olarak saat 23:40 gösterdiğinde yatağıma yattım. Ancak uyumamam lazım, uyursam beni o yataktan feriştahı gelse kaldıramaz 2’de! O arada kadınlık içgüdülerim Kavgacıya karşı hat safhada. Onun hoşuna gidebilecek her şeyi yapma peşinde olduğumdan fırsattan istifade göğüs dekolteli beyaz bluz ve yürüyemediğim halde, babamın zorla giyeyim diye aldığı topuklu ayakkabılardan birini tercih ettim.

   O geri durdukça ben bi o kadar teşvik ediyor gibi oluyorum ama ne tepki vereceğini merak etmekten çok onun hayatında kadın olarak bulunabilmenin derdindeyim. 

   Ev halkı nihayet uyuduğunda, öncelikle köpekleri ses çıkartarak beni yakalatmamaları için iltifat yağmuruna tuttum. Sokak kapısından da bir o kadar ses çıkacağını bildiğimden ayakkabılarımı elime alarak balkondan atladım. Bu konuda ki şansımı seveyim be! İyi ki evin tamamı bizim. Ne komşu var ne kiracı, en alt katta bulunmanın avantajı denir buna. Sıra geldi bahçe kapısına en zoru bu oldu. Bahçe kapısını açmam demek babamın yataktan hırsız girdi düşüncesiyle fırlaması demek. O kadar yağlamamıza rağmen öylede bir gıcırdıyor ki şerefsiz, ağırda. açmak için deli kuvveti gerekli şimdi. Yapamayacağım için tırmanarak maymun gibi attım kendimi öbür tarafa. İnanamıyorum kendime sonunda ailemin bütün kurallarını çiğnedim! Özgürlük bu be tamda ihtiyacım olan şey. Koştur, koştur köşeden dipten ayakkabılar elimde mezarlığın bulunduğu sokağa çıktım. Bir taraftan da gözlerim hep Kavgacı'nın geleceği yönde, etrafa bakınıp arıyorum acaba gelmiş midir diye. Kolay değil hayatımda ilk defa gece, gece dışarıdayım. Sonunda tam paniklemeye başladım motorun önündeki farın yandığını gördüm.

   Gecenin karanlıgında epeyce ilerledikten sonra  evlerin en az olduğu bir sokağa doğru girdik. Eski zemin katı henüz yapılmamış üç katlı bi binanın apartman kapısının önünde durunca, “Burası neresi?” diye sordum. Kendi evi olduğunu söyleyerek iki merdiven yukarı çıkıp tahta giriş kapıyı sessizce açtı. “Sen son basamağın orada dur ne olur ne olmaz içerden silahı alıp çıkacağım” diye söyledi. Fısıldar şekilde “Ne ya bu silah konusunu kapattık sanıyordum!” derken hızımı alamayıp bağırmış olmalıyım ki, “Hişt! Sessiz ol aşkım ya, içerde uyuyorlar. Biraz zaman dedim şimdi zamanı değil” diye fısıldayarak üstüne basa basa söyledi. Kapıyı kapatırken devam etti konuşmaya. Yukarda amcam oturuyor yıllardır görüşmüyoruz. Kavgalılar yani, onlar fark ederse her yerde lafını edebilirler. Bizimkiler desen ayrı dert. Duyarsa hiç uğraşılmaz. Seni hiç getirmemem lazım aslında ama her şeyi görüp bil istiyorum.

   “Neyi?”

   “Nasıl bir yerde yaşadığımı”


19.01.2017

Anılarım bomboş -Bölüm 19- Yayın 1

 
“Bu nedir ya? Kız mı, erkek mi çözemedim. Ortadaki kesin kızda…”

 Bu hareketine hiç şaşırmadım, daha önce kaç kez aynı muhabbetle karşılaştığımı hatırlamıyorum bile. Bu nedenle çantayı elinden çekip alarak, “hayır, hepsi erkek” dedim.

   “Zevksiz olduğunu söylemek isterdim ama ucu bana dokunur boş ver.”

  Senin rock dinlediğini zannediyordum? diye imada bulunarak, üstüne basa basa sordum. Sen seviyorsun diye söyledim. Kulağıma hoş gelen her şeyi dinlerim. Hadi binde gidelim dedi. Bu kez şaşkınlıkla, “motora mı?” diye sorunca gülerek,  “Yok aşkım. Sen beni ittireceksin arkadan” diyerek ekledi. Alışırsın merak etme.

   Nereye gideceğimizi bile sormadan bindim. Dediği gibi de alıştım. Hem de o anda! Hazıra bakıyormuşum ya ben. İşin içinde arkadan sımsıkı sarılma durumu olunca, baya da sevdim motoru. Rüzgârın yüzümü sıyırarak geçmesi, Kavgacı’nın direksiyonu kollamak yerine elimi tutması! Gözümü motor üstüne açamadığımdan arkasına sinmiş olmam. Arada başımı Kavgacı’nın omzuna koyup gözlerimi açmaya çalışırken onun durup, durup burnumu öpmesi. Tehlikeli ve fazlasıyla mükemmel! Üstelik tanıdığım gördüğüm hiçbir erkek gibi davranmıyor. Bana nasıl yaklaşması gerektiğini biliyor olmalı.

   “Sahil kenarı mı? Hiç şaşırmadım ben nedense…” diye gülümseyerek Kavgacı’nın yüzüne baktığımda, buraya daha önce geldiğini sanmıyorum. Önümüzde ki yolu biraz ilerleyelim manzaraya bak sen” diye iddialı bi şekilde konuştu. Yolun sonuna ulaştığımızda gerçektende müthiş bir manzarayla karşılaştım. Biz tepede bütün plajsa ayağımızın altındaydı. “İlk kez görüyorum burayı gerçekten de güzelmiş.”

   “Seveceğini biliyordum. Ormanda gezmeyi, dağa çıkmayı balık tutmayı çok severim. İnsana huzur veren şeyler bunlar.”

  Doğayla ilgilenmiyorum. Topraktan huylanıyorum. Balıklara bile üzülüyorum ben. İnşallah anlaşabiliriz...

  Kayalıklara çıkıp tek kelime etmeden, denizi martıları fotoğraf çekinen insanları dakikalarca seyrettik. Birbirimizin gözlerinin içine her seferinde, defalarca dönüp bakmamamıza rağmen dakikalarca söyleyecek tek bir kelime bulamadık.

   Hakkında bilmek istediğim fazla şey var, nasılsa öğreneceğimi düşünüp çok soru sormak istemiyorum. Acele etmeden tek, tek yavaş, yavaş sindire, sindire anlamak ve yalnızca deliler gibi sevmek istiyorum bu adamı. Bana öyle derin bakıyor ki, kalbi gerçekten boş değil gibi. Aynı anda aynı hareketleri tekrarlıyoruz. Gülümsesem, gülümsüyor. Ne düşünüyorsun acaba şuan? Diye soruyorum içimden, pür dikkat yüzüne bakıyorum. Oda aynı ifadeyle bana dönüyor. Çocuklar gibi ayaklarımızı sallayarak kayanın üzerinde oturup doğayı koklarcasına derince nefes alıyoruz.

  “Kavgacı?”
  “Efendim?”
  “Düşünüyorum da, yüzüne bakıyorum. Tanımadığım bilmediğim yabancı bir yüz duruyor karşımda. Fakat derler ya kırk yıldır tanıyormuşum gibi. Beraberinde öyle bir his işte… Şaşırıyorum halime.”
  “Evet. Aynı şeyi ve daha fazlasını düşünüyorum şuanda” dedi gülümseyerek.
  “Hayatının sonuna kadar aynı yüzü görmeye devam edecekmiş gibi mi?”
  “Evet! Nasıl ya, aynı şeyleri mi düşündük biz şimdi?” dedi şaşkınlıkla.
  “Galiba, dahası şey gibi… Bilmiyorum işte tuhaf söylemesem daha iyi” dedim bende.
  “Ben söyleyeyim mi o zaman devamını?” diye sordu.
   “Evet?”
  “Evlenecekmişiz gibi mi?” dedi ağzı kulaklarında, yüzüme dikkatle bakarak.
  “Evet. Tamda öyle!”
   “Bilmiyorum ama ben seni sevdiğimi anladığım günden beri. Evleneceğim kadını buldum dedim. Hatta delirdiğimi falanda düşündüm. Bilmiyorum tabii sen ne düşünürsün.”
   “Genelde bu tarz şeyleri kadınlar hisseder” dedim gülerek.”Sen böyle söylemesen ben böyle diyemezdim sana” dedim.
   “Niye?” diye sordu.
   “Genelde yanılırız da.”

Anılarım Bomboş


 "Okula ara verdik, sonra ben onu da bırakmış bulundum… Okula hiç ara verilir mi? verilirse soğurum bende böyle. Aslında hayatımın en büyük sınavına oradan kendime bi koca seçerek katıldım. Olmadı tabii sonra geçemedim o sınavı, ve ben yine sınıfta kaldım."

"Aşkım sana bi süprizim var, bil bakalım ne? 
Neee, ne aldın ?!
Yok askım öyle bir şey değil, daha çok seveceğin bir şey… Bugün aksama kadar uyuyabiliriz!
- ..........

"Aşkım buğün benim doğum günüm, unuttun mu yoksa?!
Hadii ya, yine mi..."

kitaptan derlemeler.. 2013