Bu hareketine hiç şaşırmadım, daha önce kaç kez aynı muhabbetle karşılaştığımı hatırlamıyorum bile. Bu nedenle çantayı elinden çekip alarak, “hayır, hepsi erkek” dedim.
“Zevksiz olduğunu söylemek isterdim ama ucu bana dokunur boş ver.”
Senin rock dinlediğini zannediyordum? diye imada bulunarak, üstüne basa
basa sordum. Sen seviyorsun diye söyledim. Kulağıma hoş gelen her şeyi
dinlerim. Hadi binde gidelim dedi. Bu kez şaşkınlıkla, “motora mı?” diye
sorunca gülerek, “Yok aşkım. Sen beni
ittireceksin arkadan” diyerek ekledi. Alışırsın merak etme.
Nereye gideceğimizi bile sormadan bindim. Dediği gibi de alıştım. Hem de
o anda! Hazıra bakıyormuşum ya ben. İşin içinde arkadan sımsıkı sarılma durumu
olunca, baya da sevdim motoru. Rüzgârın yüzümü sıyırarak geçmesi, Kavgacı’nın
direksiyonu kollamak yerine elimi tutması! Gözümü motor üstüne açamadığımdan
arkasına sinmiş olmam. Arada başımı Kavgacı’nın omzuna koyup gözlerimi açmaya
çalışırken onun durup, durup burnumu öpmesi. Tehlikeli ve fazlasıyla mükemmel!
Üstelik tanıdığım gördüğüm hiçbir erkek gibi davranmıyor. Bana nasıl yaklaşması
gerektiğini biliyor olmalı.
“Sahil kenarı mı? Hiç şaşırmadım ben nedense…” diye gülümseyerek
Kavgacı’nın yüzüne baktığımda, buraya daha önce geldiğini sanmıyorum. Önümüzde
ki yolu biraz ilerleyelim manzaraya bak sen” diye iddialı bi şekilde konuştu.
Yolun sonuna ulaştığımızda gerçektende müthiş bir manzarayla karşılaştım. Biz
tepede bütün plajsa ayağımızın altındaydı. “İlk kez görüyorum burayı gerçekten
de güzelmiş.”
“Seveceğini biliyordum. Ormanda gezmeyi, dağa çıkmayı balık tutmayı çok
severim. İnsana huzur veren şeyler bunlar.”
Doğayla ilgilenmiyorum. Topraktan
huylanıyorum. Balıklara bile üzülüyorum ben. İnşallah anlaşabiliriz...
Kayalıklara çıkıp tek kelime etmeden, denizi martıları fotoğraf çekinen
insanları dakikalarca seyrettik. Birbirimizin gözlerinin içine her seferinde,
defalarca dönüp bakmamamıza rağmen dakikalarca söyleyecek tek bir kelime
bulamadık.
Hakkında bilmek istediğim fazla şey var, nasılsa öğreneceğimi düşünüp
çok soru sormak istemiyorum. Acele etmeden tek, tek yavaş, yavaş sindire,
sindire anlamak ve yalnızca deliler gibi sevmek istiyorum bu adamı. Bana öyle
derin bakıyor ki, kalbi gerçekten boş değil gibi. Aynı anda aynı hareketleri
tekrarlıyoruz. Gülümsesem, gülümsüyor. Ne düşünüyorsun acaba şuan? Diye
soruyorum içimden, pür dikkat yüzüne bakıyorum. Oda aynı ifadeyle bana dönüyor.
Çocuklar gibi ayaklarımızı sallayarak kayanın üzerinde oturup doğayı
koklarcasına derince nefes alıyoruz.
“Kavgacı?”
“Efendim?”
“Düşünüyorum da, yüzüne bakıyorum. Tanımadığım bilmediğim yabancı bir yüz
duruyor karşımda. Fakat derler ya kırk yıldır tanıyormuşum gibi. Beraberinde
öyle bir his işte… Şaşırıyorum halime.”
“Evet. Aynı şeyi ve daha fazlasını düşünüyorum şuanda” dedi
gülümseyerek.
“Hayatının sonuna kadar aynı yüzü görmeye devam edecekmiş gibi mi?”
“Evet! Nasıl ya, aynı şeyleri mi düşündük biz şimdi?” dedi şaşkınlıkla.
“Galiba, dahası şey gibi… Bilmiyorum işte tuhaf söylemesem daha iyi”
dedim bende.
“Ben söyleyeyim mi o zaman devamını?” diye sordu.
“Evet?”
“Evlenecekmişiz gibi mi?” dedi ağzı kulaklarında, yüzüme dikkatle
bakarak.
“Evet. Tamda öyle!”
“Bilmiyorum ama ben seni sevdiğimi anladığım günden beri. Evleneceğim
kadını buldum dedim. Hatta delirdiğimi falanda düşündüm. Bilmiyorum tabii sen
ne düşünürsün.”
“Genelde bu tarz şeyleri kadınlar hisseder” dedim gülerek.”Sen böyle
söylemesen ben böyle diyemezdim sana” dedim.
“Niye?” diye sordu.
“Genelde yanılırız da.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Vaktinizi ayırıp okuduğunuz için teşekkürler. Yorum bırakmayı unutmayın ... ^.^