Sıkılmanın
gerçek anlamı büyümek olmalı çünkü sıkılmak büyümenin temelinde var. İnsan yaşı
ilerledikçe işler o kadar zorlaşıyor ki, bununla birlikte beklentiler de
artıyor. Böylece mutlu olamadığımız için sanki daha fazla sıkılıyoruz. En
azından ben, hiç bilmem küçükken sıkıldığımı. Mutlaka kendimi mutlu edebilecek
bir şeyler bulurdum, şimdi ise ne yaparsam yapayım yaranamıyorum kendime. Hani
biraz olgunlaşsam belki diyorum o zaman kabullenmeyi bile öğrenirim herhalde.
Ben ne
istiyorum Allah bana ne veriyor. Pat diye arayıp “evlenelim” dese ölür mü
sanki! Sular mı kesilir? Hayat mı durur? Ne olur biri bana söylesin. Hep baştan
savma, nasılsın ne yaptın tarzında mesajlar. Hani kafaya da koydum bir kere,
erkek istedikten sonra yapmayacağı şey yoktur diye. Yaşımıza da artık az
sayılmaz, ne istiyorsa yapsın demekten başka seçenek bulamıyordum kendimde.
Bir an askere
çağırdılar diye sevindim, unuttum ya okuduğunu ne askerliği. Adam baya, baya
askere gidemiyor işte. Ay ne güzel asker yolu beklerim dönünce de evleniriz!
Sonra bebişlerimiz olur diyordum ama nerde… Bu şekilde sanki dört beş yıl daha
beklerim gibime geliyor. Aklım fikrim evlenmekte gibi konuşuyorum ama yok öyle
değil, yılların acısı var üstümde. Bok var gibi, uzaktan uzağa sevmek insanın
canını yakıyor gerçektende. Onunsa böyle düşünüp düşünmediğini bir türlü
kestiremiyorum. Ya düşünmüyorsa keserim kendimi artık! Ya da kesmem annem kızar
sonra, ilaçla temizce hallederim.
İnsanın
sevdiğinin uzakta olduğunu bilmesi daha fazla özletiyor sanki buralardayken hiç
görmesem de özlediğimi fazla hissetmiyordum gibi. Bilinçaltı herhalde, uzakta
olduğunu bilmek bizi belki de alt üst eden. Öyle de olsa aynı havayı soluduğunu
bilmek bile güç veriyor bazen.
Ay sıkıldım
bunaldım. Kendimle baş başa kaldım. Yalnızım dostlarım yalnızım yalnız
diyebilecek bir dostum bile olmadığına göre gece vakti gözlerden ırak plajda
serilip serpilmeye kararımı verdim. Anında valizime gerekli gereksiz şeyleri
tıkıp, düştüm ihtiyar kızların yanına. O vakitte plaja bir başıma gidecek
değildim ya, yerler adamı belli mi olur.
Aslında
onları yemeleri lazım ama nasıl oluyor da hala bekarlar anlayamıyorum.
Yaşlarını söylemedikleri sürece benden daha genç diri ve şıklar. Birde giydiler
mi bikinilerini, seriliyorlar deniz kenarına. Bacılarım benim be! Bir sülalede
böyle gen fırtınası esemez. Terbiyesizler bütün özünü suyunu gelen nesillerine
havale etmeyi başarmış. Hele ki yeğenleri, duble ballı kaymaklı ekmek kadayıfı
gibi. Kıskanmamak elde değil ama tövbe seviyorum o kızı. Her gelişinde kafa
kafaya verip bazı erkeklere telefonda sözle taciz etmeye varana kadar,
yapıyoruz her türlü piçliği. İki aslan anlaşamaz derler ama bizde böyle eğlence
hat safhada!
Yalnız onun
yanındayken benim tek sorunum, kendimi deneme boy ürün gibi hissediyorum. Rafta o öylece dururken, millet her an beni
deneyip onu alacak gibi korkuyorum. Haliyle zoruma gidiyor tabii, bizim kaymak
hatun benden küçük olduğu halde, incecik fizik, göğüsler fora olunca bildiğin
Beyonce’nin çamaşır suyunda bekletilmiş hali. Bunca seksapelliği bir anda
yakından görmeyi bünyem kaldırmıyor. Daha kız kardeşini saymıyorum bile! O
zaten kendini ablasına kopyalamaya adamış, minik veliaht. Allah bunların
anatomisine çifte güzellik eklerken beni niye bırakmış diye düşünüp
hüzünlenmiyor da değilim. Neyse ki bunların geliş gidişleri sınırlı sayıda
olduğundan, anaçlarla idare ediyorum.
Çantamı anasına emanet ettim, sap gibi bir başıma girdim denize. Avaralıktan yapacak bir şeyde
olmayınca sıkıldım, dubalara kadar yüzüp düşünmeye başladım yine.
Yarım saat sonra. Tin, tin sudan çıkmış it gibi ilerledim baktım kimse yok, denizden
tarafa tekrar döndüm. “hee geldin mi” diye
söylendi. Ben geldim
de çantam gelmemiş gibi oldugundan, sordum.
Ben deniz
fantezisi kurmaya çalışırken, buda burada sıkıntıdan denize girebilme fantezisi kuruyormuş. Madem giremiyorum ayaklarımı sokayım bari diyerek usul usul yaklaşmış
kıyıya. Tabii olan benim çantaya oldu!
Bütün dünyam başıma yıkıldı sen misin tüm mal varlığını bir çantaya
sığdırmaya çalışan. İçinde ne var ne yok gözümün önünden geçince hangi birine
üzüleceğimi de şaşırdım, telefonda karar kıldım.
Daha siftah
bile yapmadığım convers içindeydi. Bok mu varda denize taşıyorsun? Tüm bunlar bana mubah. Hem de doğum günümde! Bana layık görülen
doğum günü buydu işte. Zaten bi o var kutlayabileceğim, onu da ben dahil kimse
hatırlamıyor. Bu vesileyle de hatırlamış oldum günü. Eeee birde utanmadan cıkıp kasıla kasıla 7 uğurlu
sayım demiyormuyum! Lan 7’nin ne hayrını görmüşümde! 27- 07 doğumlu biri olarak her yıl bu tarihte
çilem başlıyor sanki, diye diye gidene kadar dövündüm durdum artık.
Bir yandan da hemen aramaya başladık, derken abimin beni almak için geldiğini fark ettim.
Gülerek yaklaştı “demin bi kız gördüm çantası aynı seninkine benziyordu. Sen
sanıp arkasından gittim valla son anda fark etmesem baya ileri gidecekmişim”
dedi. Ne! Nerde? Ne tarafa gitti? O benim çantam, hadi gidelim belki buluruz
diyerek heyecan yapınca. Gamsız öküz, “bana ne bu saatte gelmeseydin, giden
gitmiş birde arkasına mı düşeceğim” dedi. Adam tabii, o kadar zengin ki bana
bile kızsa telefonunu kafama atıp atıp kırıyor, haliyle kolay degil benim için kosturmak.
Valla anne
kusura bakma beni leylekler getirmiş olabilir ama bunu kesinlikle ayılar
getirmiş başka açıklaması olamaz!
Hiçbir
müdahalede bulunmadan öyle mal gibi çıktık geldik eve, her şey bir anda üst
üste gelince başladım artık sinirden ağlamaya. Olmuşla ölmüşe çare bulunmazmış
ama o kadar alışmışım ki telefona sonraki günler bile unutup nereye koydum diye
her yerde aradım durdum. Sabah gözümü açar açmaz elimle yastığın altını
yokluyorum, bulamayınca da yatağın altına eğilip bakıyorum.
Telefonu
aramakla geçen üç beş günün ardından yeni cep telefonuma kavuşarak, rahat bi
uyku uyudum. Yine rüya yine ben, o anda sabahın ilk ışıklarında gözümü açmış
oldum. Ah birde bunlar olmasa, baykuş misali yaşayacağım ama gerçi o aralar o
kadar çok rüya görüyorum ki, yaşamımın yarısını bilmediğim diyarlarda dolanarak
tamamlıyorum. Uyku sersemiyle “geldin değil mi?” diye mesaj bırakmışım. Oda, “nasıl
bildin ya?” şeklinde cevap atmış. Orda kendime geldim işte, her haltı çocuğa
bilip bilmeden konuş sen! Rüyamda otobüsten indiğini gördüm diye saçmalanır mı?
Öylesine söylemiştim diyerek uyumaya devam ettim artık.
Yaşamım boyunca hayatıma en çok burnunun
sokanlardan biride rüyalarım olsa gerek. Bazı şeyleri önceden yaşar gibi olmak
bütün yaşam enerjimi alıp götürüyor elimden. Hadi görmezlikten geleyim diyorum,
bu sefer de inanmak istemediğim rüyayı sorgulamaya başlıyorum. İlla doğru mu,
değil mi diye sorgulamaktan anı yaşayamıyorum. Geçmişte gördüğüm rüya denen
hayal sahneleri aslında pek emin olamasam da sonradan gerçek olanlar oldu bir
şekilde.
Tam
evlenecekken Atom ortalardan kayboluyor. Arıyorum buluyorum ama o hala beni
arıyor. Ne kadar karşındayım buradayım
desem de görmüyor beni. Bu sefer ben kendimi kaybediyorum, aramaya başlıyorum.
Sonra her şey toz bulutu, kısacası ikimizde kayboluyoruz ve yanımda başka bir
adamla gözümü açıyorum. Bu da kim lan! Ben böyle birini tanımıyorum derken yüzüne
bakmaya çalışıyorum seçemiyorum ama fizik desen yerinde boylu boslu yapılı
elinde de gelin çiçeği var. Kimsin demeye kalmadan, onunla evlenmiş oluyorum. O
sırada Atom ve ben göz geliyoruz “bana bunu da mı yapacaktın?” demesiyle
uyanıyorum. Rüya olduğu için, defalarca şükrettiğim böyle kabuslar işte. Rüya
sonuçta fazla takılmamak gerek, zaten saçma diyerek kendimi yatıştırıp,
unutmaya çalışıyorum tabii gene görüyorum.
Uffff kabuslar gerçek olmasın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Vaktinizi ayırıp okuduğunuz için teşekkürler. Yorum bırakmayı unutmayın ... ^.^