19.09.2015

Klinik Vaka

Gerçekten sözün bittigi o yerdeyim. Diyecek tek bir söz bulamazsınız ya, ne derseniz boş gelir o insana. Dinlemez zaten anlamak istemez bile. Hani malum adam olmayana az laf çok bile. Ne görmek ne görüşmek nede adını duymak istedigim bi adam var karşımda. Tatsız tuzsuz birsey, mide bulandıran, bakınca bile insanın içini kaldıran. Nasıl sevmişim, nasıl tahammül etmişim bu güne kadar diye kendi kendine hayret ettiren. Vazgeçmek bu kadar kolayken benim yapamadıgımı bana yaptıgı gün "şaka, yok artık canımm, tabii ki şaka" psikolojisine iyice girmiş olmalıyım ki durumu tam çakozlayamamışım. Bi 20 gün önceydi sanırım çagırdım yanıma anlamak istedim biraz da olsa. Belki bir sans, söyleyemedigi birseyler vardı belki de, kim bilir. Ama bozuk plak gibi aynı sözleri tekrarladı durdu. Sordugum sorulara net degil. Ne istedigini kendi bile bilmiyor aslında. Söyledigim hic bir söz de umrunda değil gibi ama gözleri hep dolu, tavırlı. Sanki bizi bizlikten çıkaran benmişim gibi... Tek bildigi söz beni yorma, imzayı ver, bitirelim. Bogazına yapıştımda ben mi bırakmıyorum anlayamadım, anlam veremedim bu duruma. Tamam dedim, sadece tamam. Bunu söylememdeki tek neden artık "hiç bir seyi" düşünemeyecek durumda oluşumdandı. Bataklıkta bogulan bi insanı nasıl kurtarabilirsin ki? Üstelik göz göre kendisi gelip girdiyse... 

  Kimden ne diye kaçıyor, kaçarken ezip geçtigi o kişi kim?? Bunca zaman canım dedigi insana karşı bu kadar kör olmak neden? Peki ya bu kaçışın sonunda kurtulacagını düşünerek tuttugu o el kimin eli? Ne kadar anlamsız. Sonuçta kimden ne icin kaçtıgı belli olmayınca sıgınmaya calıştıgı yerin, o el kimin oldugunun haliyle bi önemi olmuyormuş demek ki. Kullanacagı bi maşa, çıkacagı bir basamak. Ve o basamagı kendine yakıştıramadıgı halde menfati icin yapmayacagı da yok. Bu yüzden susuyorum vazgeciyorum ve o kırk yıllık kankam gibi karşıma gecip. 40 kusur yaşındaki paçavradan bahsediyor. "Bilirsin karı kızla isim yok, ondada zaten para yok. Ben Almanya'ya gideyim gerisi kolay. Oturma iznini aldımııı...." Ulan oruspu çocugu, ulan şerefsiz o kadının kızını al baride bi yakışır tarafı olsun! 24 lük deve ne zaman adam oldun da yaptıgın terbiyesizlik boyunu dahi aşıyor! Yanarım ona yanarım, benim büyüttügüm en güzel yıllarımı çalmış, yinede beni begenememiş diye! Dicek o kadar çok ağız dolusu laf var ki, anlayabilene.

 Yalnız bu karı milletinin aklı bi yerine kayınca herhalde kandırıldıgının bilincinde olmuyor. Düşünüyorum. Hadi çocugu bilmiyor ama yaşca küçük bi erkek, yine kendi dengi miyon bıcır bıcır bi kadınla evliyken neden beni tercih etsin ki diye dusunmek aklına bile gelmiyor demek ki beyinsizin. Bu yuzden hemen koştur koştur gelebiliyor. Bu serefsizin bilmem hangi yalanlarına kanıp da, yabancı bi memlekette gününü gün etmekten hiç korkmuyor.


  Ben malum davamda sonununa kadar haklıyımda haliyle yemiyor iste ugrasmak, bir imzayla yakaladıgı hayatı bir imzayla ellini kolunu sallaya sallaya bitirebilecegini sanıyor... Ama ben o defteri kökten yakıp kurtulmadan rahat etmicem. Bu yüzdende tüm seslere karşı, susmaya devam edicem!

 Beyfendinin keyfi bitti, kendi gibi buldugu oruspuyu gönderince son 3 gündür rotayı bana cevirdi tabii. whatsapp dan imzada imza. Ha birde amacım böyle yaparak "ondan para koparmakmış" gül gül öldüm be! ulan çulsuz, yırtık bi donun varsa onuda ben almışımdır! Kaliteyi, parfüm kullanmayı bile kimde gördün acaba? Çıktıgın ahırdan mı? Bi insanın onuruyla gururuyla oynamak nasıl olur, üstünde kalan o bilmem hangi markanın kemeri çıkar sen onuda sıkıntı yapmasın, öyle anlatayım. Boşalt cüzdanını çantanı da at bi çöplüge.   Utanmadan hala üzerinde taşıdıgın ne varsa, at da biraz onurun olsun! Kendini satsan o kadar etmezsin nasılsa. Sende o göt yok  ama belki diyorum, belki anlarsın insan sevdiğine yakıştırır her şeyin en güzelini. Sevmediğine de böylesine igrenç aşalayıcı sözleri... 

Bugün Cabbarı çaldın. Simdi ben delircem tepincem oglum oglum diye. Bu güne kadar öyle yaptım çünkü. Bendeki vicdan, atsan atılmıyor satsan satılmıyor malum evlat yerine koyuyoruz vazgeçemiyoruz. Ama bıraksam mahalledeki kedilerin kökünü kazıyacak  bi canavar. Sürekli kapalı alanda Efe ile. On ada ayrı bi zulüm. Ben nereye, annem nereye kadar yetişecekti zaten. Sanki inatla hayvanlara zarar veriyor. Agresifligi kıskançlıgı yüzünden kime baktırız bunu diye gezmelerden gectik. 3 yıldır lafta bizim öküz köpek bakıyor ama annemin eline dogduguyla kaldı oda. Getirdiği yemek bile sayılıyken, şimdi nasıl bakacak sa.... Hımm, şey hiçte merak etmiyorum ya. Bakamıyacak, atacak. Ondan bunu da beklerim!!!

15.09.2015

Bitirdiklerim ve Çöpe Gidenler (uygun fiyatlı ürünler)


Çok fazla ten makyajı yapma taraftarı olmayan, daha da doğrusu yüzüme herhangi bir şey sürerken düşünen biriyim. Bu nedenle çok fazla ten ürünü alan biri değilim.Birde kullanmayacağımı düşündüğüm ne varsa daha çok paylaşma taraftarı olduğum için kenarda bulundurmak gibi bi huyum yok. Ürünlere gelince en baştan sıralayacak olursam daha önce kozmetik üzerine pratik fikirler postunda bahsettiğim, light olmasına rağmen oldukça koyu çıkan Hard Candy CC Crem ve elimdeki diğer kapatıcı ile elde ettiğim karışım beni bile şaşırtmıştı Tam cilt rengime uyan mat bitişli yağlandırmayan ve kapatıcılığı gayet iyi bir yapı elde etmiştim. Kasenin içinde karıştırdığım ürünü şiringa benzeri bir tüple o çok sevdiğim kabına tekrar enjekte ettim ve severek kullandım.

☀Garnier BB Krem: Bendeki medium rengi. Özellikle yaz aylarında bile yüzümü yağlan ırmayan ve kapatıcılıkta bana göre gayet başarılı bu ürünü  yaz boyu çok severek kullandım.  Ancak ikinci tüpe geçtiğimde  kış gelmiş ve cildimde o kadar çok koyu duruyordu ki gözlerime inanamadım. Böylece kendisini bir süre emekliye ayırmak durumunda kalmıştım. Sonrasında ise tek ton  Pure Beauty BB krem ile tanışınca kendisine veda ettim. Ne kadar başarılı olsa da yaz kış fark etmez, onun yerini tutmayacak bir ürün. Cildiniz çok çok yağlı değilse yinede önerebilirim çünkü kapatıcılığı gayet iyi.
☀Maybelline Affinimat Fondöten: Ben fondötene harcanan paralara gerçekten acıyorum. elimde her zaman bir tane bari bulunsun desem de o bir tek ürün bana batıyor sanki. Bi kere hiç bir ten ürünü yüzde kalıp gibi durmamalı. Kirli çapur çupur bir görünüm vererek yakınımızdakileri rahatsız etmemeli. Başka nasıl tarif edebilirim bilmiyorum ama bu ürün de tıpkı söylediğim gibi garip kalıp gibi pis bir görüntüsü var. ben buradayım diye bağırdığı yetmiyormuş gibi birde cildimi gerçekten yağlandırdı. yüzüme dokundukça da elime geliyor, nasıl tiksinmeyeyim yaaaaa....
☀Baby Skin Yüz Bazı: Bir Alex değil ama kullandığım bir çok baza göre halada başarılı buluyorum. instagram satış hesaplarından birinde denk gelirseniz deneyin derim....

☀Hard Candy Baz: Bunu gördüğünüz yerde hiç heveslenmeyip direk kaçın çünkü tam bir fiyasko! Etkisinin çok çabuk geçtiğini hissetmeniz mümkün. Neyse ki bendeki deneme boyuydu. 
☀Elf Far Bazı: The Balm Far bazına göre fiyat ve performans açısından daha iyi olduğunu söylesem kızmazsınız herhalde. Bu ürün sadece farı tutuculuğuyla değil göz üstüne kapatıcı uygulamışsınız gibi bir etki bırakıyor. tek eksi yönü kokusuna tahammül edemeyebilirsiniz. Bunu da yine bir instagram satış hesabından temin edebilirsiniz.
☀The Balm Far Bazı: Elf'i o kadar övdükten sonra bunun hakkında bir şey söylemem açıkçası biraz abes kaçar ama her makyaj yapmayı seven kadının far bazı kullanmadan göz makyajı yapmasını doğru bulmuyorum. Bir kaç saat içinde oluşabilecek o dağınık kirli görüntüden kurtulmak için en yakın bir Gratis mağazasına uğrayabilirsiniz...

☀Garnier BB Roll On Göz Altı Kapatıcısı: Çok yoğun bir göz altı morluklarınız yoksa günlük kullanabileceğiniz gayet pratik bir ürün. Bunu kullanmaya başladığım günden beri gerek o doğal duruşuyla, dağıtması kolay kıvamıyla özellikle katı formdaki kapatıcıların hiç bana göre olmadığını anladım. kesinlikle göz altlarında birikme ve çizgilenme yapmıyor.

☀Hard Candy Glow: Elimdeki yine bir mini boy ürün. Aslında Vücut ve yüz parlatıcısı geçse de ben  miktarının azlığından dolayı yalnızca elmacık kemiklerimi aydınlatmada kullanıyorum. Gerçekten altın gibi ışıl ışıl ve muhteşem bi yapısı var. Tam boyunu gördüğüm an almak istediğim ürünlerden.

☀Nivea Aqua Effect: Kokusuyla dokusuyla saf mis gibi bir yüz kremi. Normalde benim bunun mavi olanını kullanmam gerekirken, tahriş olan yüzümü anında iyileştirebilecek kremin bu olduğunu düşünerek almıştım. Çünkü üzerinde hassas ciltler için yazıyordu. yüzünüze sürdüğünüzde oldukça hafif, az bir miktarı bile yeterli olabilecek bir ürün. Gözü kapalı tavsiye edebilirim....
  Kiminin öve öve bitiremediği, kimisininse lanet okuduğu bu ürünlere severek kullandığım bb krem ve kapatıcısı sayesinde şans vermek istemiştim. Açıkçası çokta büyük iş çıkartacaklarını düşünmesem de fiyatlarına göre çokta kötü olduklarını söyleyemeyeceğim. Başlangıç olarak deneyimlediğim kadarıyla çokta sevmemiştim ancak inatla kullanmayı sürdükçe cildimde gerçekten gözle görülebilir değişimler olduğunu gördüm. Ancak... 
Garnier Yağlı Ciltler İçin Arındırıcı Temizleme Jeli: Bunu sabah akşam yüzümü yıkamada kullandım. verdiği temizlik hissi ve kokusuyla başlangıç olarak benden tam puan aldı.en büyük vaatlerine gelince yağlanmayı kontrol altına alır cildi matlaştırır ve gözenekleri gözle görülür şekilde küçültür. Birde paraben içermiyor. Bunu kullandıktan sonra Garnier Nem dengesi yağlı ciltler için olan yine yeşil ambalajlı sorbe içeren kereminide uyguladım... Sonuçtan gerçekten memnun kalsam da ben bi süre bu gözle görülür farklılığı kreme bağlamıştım. Fakat asıl mucize tam olarak bu temizleme jelde! Tekrar tekrar alınabilecek bir ürün.... 
Garnier Arındırıcı Tonik: Ben bu üründen mümkün olduğunca uzak durun diyenlerdenim! Benim için ilk değil bu yüzden her hangi bir toniğin cildimi pancara çevirmesine artık şaşırmıyorum. bir kaç kez şans vermiş olsam da kullanamadan çöpü boylayan ürünlerden oldu.
Garnier Saf Temiz Arındırıcı Peeling: Çok çok memnun kalmasam da yinede severek kullanıp bitirdiğim bi ürün oldu. Zaten ben peeling ürünlerini banyodan sonra kullanmayı tercih edenlerdenim. Amaç zaten ölü derileri atmaksa bu konuda gayet başarılı. onun dışında pek bir marifetini görmedim. Cildimi de tahriş etmediği için belki tekrar alabilirim dediğim ürünler arasında.
Garnier Nem Dengesi Sorbe Krem: düzenli kullanımda cildime bol miktarda uygulayarak bir şişeyi severek bitirdiğimi söyleyebilirim. Sonrasında yağlı ciltler için yeni bir günlük krem ararken son anda bunu tekrar almaya karar verdim. Bu kezde henüz şişenin yarısındayken temizleme jelim bitti. Ve ben bunu artık kullanmaya değer görmeyerek çöpe attım.

  Diadermine ürünlerine ben artık çok gülüyorum ya, sürümden mi kazanıyorlar nedir yani :D Bunları indirimde görünce ne kaybederim ki diyerek sırf merakımdan almıştım. Ne malum yani belki çok memnun kalacaktım ama tam bir rezillik. Şöyle anlatayım....
  Diadermine Dengeleyici Yüz Yıkama Jeli: Yine renginden de anlaşıldığı gibi karma ve yağlı ciltler için olanı. Bu jeli kullanıyorsanız bilin ki, yüzünüzü her hangi bir sıvı el sabunuyla yıkamış hissine kapılabilirsiniz. Bence kesinlikle iyi temizlemiyor ve kıvamı jelden çok jöle kıvamında. uygulamadan önce elinizi ve yüzünüzü bolca ıslatmanız gerek aksi halde bu ürünü yüzünüze yedirmeniz neredeyse imkansız. Yinede hakkını yemeyeyim içlerinde en iyisi bu. Kokusu da fena değil.
  Diadermine Yüz Kremi: kokusu yapısı gerçekten hoş ama bunu aldıysanız veya almayı düşünürseniz belirteyim en kısa sürede el kremi olarak kullanmaya başlayabilirsiniz. Zaten yağlı olan cildimi yağlandıracaksa neyleyim ben böyle ürünü. Aman yaaaaa.....
 Diadermine Cilt Arındırıcı Peeling: Biri peeling mi dedi? Durun ben size bunun tarifini vereyim. Plajdan aldığınız bir avuç ince kumu kaba koyun üzerine de kumu birbirine yapıştıracak kadar suyla seyreltilmiş pekmez ekleyin.... yada ne bileyim öyle bir şeyler işte. içindeki baya bildiğiniz kum ama. ilk kullanımda tahriş ettiğini söylememe gerek yok herhalde? birde güneş yanığı gibi lekeler oluşturdu. Lanet ettim. Ama atmadım, basen bölgeme uygulayarak bitirdim gayet iyi oldu...

  Ah gözümün nuru bunlar nuru! bittiğine en çok üzüldüğüm ürünlerden oldu sanırım. Bu Dirty Works banyo setini bulunduğum şehirde bir Gratis magazası olmadığı için Kozmetikvar İnstagram hesabından görür görmez kapmıştım. Gerek görüntüsü ve içeriği ile takii bitene kadar "iyi ki almışım" dedim durdum. Çümkü her şeyden önce buram buram kokan miss gibi yayılan tarif edilmez bi etkisi var. Parfüm olsa belki bayardı ama yoğunluğunda bir değişiklik olmadığı için gayet iç açıcı. İçeriğinde ise duş jeli, vücut peeling, vücut losyonu, banyo lifi ve top şeklinde bir banyo köpüğü mevcut. 
  Aslında Avon ürünlerinin taraftarı değilim ama  bir çilek kokusu sever olarak Avon'un  Naturals serisindeki o meyveli ürünlerinin çilekli versiyonlarına karşı koyamazdım herhalde. Hala satışta mevcutlar mı bilmiyorum ama  "Naturals çilekli body scrub" ile temizlenmiş tene "Naturals çilekli body mist" sıktıktan sonra istediğiniz miktarda "Naturals çilekli body lotion" sürerek buram buram çilek kokabilirsiniz. Hadi byeee

14.09.2015

Aynı Yıldızın Altında - Film



 John Green çok satan romanı "Aynı Yıldızın Altında" ağlamaktan helak olduğum nadir yapımlardan. 2014 Amerikan romantik dram filmi iki kanser hastasının aşkını konu alıyor.
"16 yaşındaki Hazel üç yıldır tiroid kanseriyle boğuşmaktadır ve kanser akciğerlerine de sıçradığı için yanında bir oksijen tüpüyle gezmektedir. Kanserli hastalar için oluşturulan destek grubunun bir terapi seansı esnasında Augustus isimli bir gençle tanışır. Augustus da beyin tümörüyle savaşmış ve bu yolda bir bacağını kaybetmiştir. İkili birlikte zaman geçirdikçe birbirlerine aşık olurlar. Akciğer tedavisi için hastaneye yatırılan Hazel'ın yanından bir an dahi ayrılmayan Augustus, sevgilisinin çok istediği bir hayali gerçekleştirmek için onunla birlikte bir yola çıkar." 

8.09.2015

"Fala inanma falsız kalma" demişler....

Fala inanma falsız da kalma diyenlerden hiç olmadım. Gönül rahatlığıyla fal baktırmaktan hiç geri kalma diyebilirim mesela. Lazım olur sonuçta. Biliyorum böylede söyleyince falcılardan çıkmayan fal manyağı biri gibi geliyorum kulağa ama özellikle istesem, gazeteye ilan bile versem kolay kolay bulamam bu tipleri. Gelir kendileri bulur en olmadık zamanda. Sanıyorum 16 yaşında filanım abimin soyguncu bi tadığı evimize uğrayıp giderken karısını bir kaç saatliğine yanımıza bırakmıştı. Tabii biz bu insanları henüz tanımadığımızdan doğal olarak buyur ettik. Kadında da bir çene çıktı, simdiki aklım olsa zaten aklı bi karış havada yeni yetme bi genç kıza neden bunları söyleyip kafasını karıştırıyorsun derdim. İkramda bulunduğum sırada önüne doğru eğilmişken yüzüme pür dikkat bakıp "hayatın sürprizlerle dolu her şeyi anlık yaşayacaksın bir anda neler olup bittiğini anlayamadan" demişti. Sürpriz diyince bende birsey sandım. Şu kelimeyi de olur olmaz her yere sıkıştırmasalar olmuyor sanki. Bi kere ben sürprizlerden nefret ediyorum! Ne yani anlamadım dedim suratına bakarak. İki yıla kadar evleneceksin diyince küçük çaplı bir mutluluk yaşadım. Kafamın içinde "Abooo evlenecek miyim?!!" diye şimşekler çaktı. Bunu söyledi ya artık ne derse benden okey. Aşıgım zaten. Ama ne aşk! Orta birden beri takmışım birine liseye bile koştur koştur arkasından gitmişim. Çocukla da aramda ne selam ne sabah hiç bir muhabbetimiz yok. Yalnız öyle bir eminim ki onunla evleneceğime, çünkü ondan başka kimseyi sevemem sanıyorum. Yani en azından benden önce o pattadak evlenmezse evlenemeyeceğime göre nasibimde o var demektir. İki sene içinde vazgeçecek de değiliz herhalde bu sevdadan. 

  Yalnız böyle söyleyince tırstım da biraz, Allahım hayallerim yoktu ki benim, evlenip ne yapacağım diyede kara düşünmeye başladım bile. Bi kere nasıl ilgi duyuyorsam çocuğa karşı, oyuncak etmişim kendime. Evladım olsa öyle severmişim. Hiç bir arzu hissetmeden aşk mı olur? Tuhaf, hep yanımda olsun. Yastığımın altına cebime filan koyayım. Olmadı sütyenimin içine sokar arada bir çıkartır sever yerine koyarım olur biter.

  Sonra sordum. Nasıl biri? Baş harfi ne mesela? 
  "Valla canım güzel kızsın Allah sahibine bağışlasın. Oda sen gibi yani eli yüzü düzgün genç bi adam" Hayda ne dedi ki bu, tabi ki yakışıklı benim aşkım yaaaa diye vıcık vıcık düşünürken benimki de laf işte bu kez boyu uzun mu diye sordum. Lan 1.55 boyunda bir şeysin elbette hangi erkek olsa senden uzun olacak bir kere... Neyse boylu poslu diyince de emin olamadım. Kaçtı ki lan bunun boyu? Çok boylu değildi yaaa. Neyse ney. 
 "Ahh canım ya çok zor evleneceksiniz ama maddi olarak değil, epey bi sıkıntı göreceksiniz. Sonra iyi olacaksınız, karı koca çalışıp kendi kendinize maddiyat elde edeceksiniz. Ama bu dediğimi hiç unutma dişinizi sıkarsanız çok zengin bile olabilirsiniz" diyince hepten dinlemeyi de bıraktım. Okulu bırakmışım benim meslegim yok bir kere, ne yani merdiven silip mi zengin olacagım. Hadi beni geç , oda henüz muhasebe mi okuyordu ne yapıyordu. Bunlar iki senede olacak işler değil. Yalnız evliliğin maddi boyutunu yüzüme vurmasaydı iyidi. Sonunda da mal gibi genç yaşta dul kalacaksın dedi. Hepten batırdı.


Aman yeaa salla! Desem de takılmadım değil, yüzünü bile anımsamakta zorlandığım kadının En çok erken yaşta dul kalacaksın lafına hislenmiştim. Çünkü hep sevdiğim adamın ölme ihtimali korkuturdu beni. Sabah akşam uyuyorum uyanıyorum gözümü açıp kapatırken bile aklıma gelen her dakika dua ediyorum. "Allahım sen onu koru" direk neredeyse koca bir 7 yıl geçirmişim. Asker olacağını duyduğumda ilk ben söylemek istemiştim, yasa girmiştim bile gidecek diye. Bir şey olursa korkusu yaşamaktan okuduğunu bile unutmuşum. Sonra kafama bir şey dank etti ki artık reşit olmuşum ama bi cacık olamamışım bu hayatta, buda yetmez gibi birde ilişkisiz ilişkinin içinde evlilik arıyorum. Tabii bunu ona diyecek kadar kafayı yemedim de, her dediği laftan bi mana arayacak kadar oldum. Yahu okuyacak, asker olacak, çalışacak hepsi oldu bitti de evlilik mi kaldı. Ayrıca sen kimsin ki bu adam seni alsın diye düşünmekten nasıl bi manyağa dönüşdüysem durduk yere kavga çıkartıp hayatımın finalini hazırladım. Sonra tepin Tılsım, adam zaten eskiden beri yaptığın her şeye öfkeliymiş. Bir güzel boşalttım. Şimdi kendine okullardan okul beğen ki döktüklerini belki toparlarsın... Üç aydan fazla düşünmüştüm galiba. Ve kuaförlük okulunun olduğunu üstelik üniformayla gidildiğini öğrenince önce coştum sonra sınıfın en yaşlısı olacağımı zannetmenin verdiği üzüntüyle yeni hayatıma başlamıştım. Okulla birlikte mesleği yapma zorunluluğum var. Alıştım rahatlığa yemiyor da yani. Hadi aşk için katlanıyorum da, katlandıkça bunun bir kurtuluş yolu olmadığını görüp büyük bir eziklikle hayatı akışına bırakma kararı aldım. Nasılsa ben mallığıma doymazken o kendine denk bulmuştu bile.



 Tüm bunlardan vazgeçip hayatı olduğu gibi yaşamaya alıştığım gün, sade ve sadece önüme baktığım gün dünyanın en zorlu adamına da aşık olduğumu gördüm. Kim, neyin nesi olduğu değildi meselem. Meselem sevmemdi, sevebilmemdi. Mucize gibiydi yeni biri ve aşk! Bu yüzden her şeyini sevdim, beni görünce silah bıçak atışını, teslim oluşunu sevdim. Gözlerime bakıp ölüyorum demesini sevdim. Koskoca bir canavarın soyunup karşımda savunmasız bi halde çırılçıplak bekleyişini sevdim. Yine olsa yine severdim diye tekrar tekrar sevdim. sonunda hastalandım, yoruldum, yıprandım, çok yara aldım, yine sevdim. ve yeniden sevmeyi sevdim bu adamı. Onu seçmekten başka çarem yoktu sanki... Bu kez  de motor üstünde bulduğum o aşkı, son sürat giderken asfalt üzerinde kaybetmekten korktum. En acısı da bu olurdu, iyi ki olmadı, iyi ki yaşamadık ama bir kahve fincanından çıkan bebeğin yanında kaybettim ben o aşkı....

4.09.2015

Öküz demek için çok agır sebeplerim var!


 İnternette dolaşırken "Erkeklerden öküz değiliz mesajı" adı altında karşıma çıkan bu videoyu görür görmez tıkladım. Belli ki espri olsun diye yapılmış ve haliyle komik buldum. Hatta şaşırdığım noktalar da oldu. Şiir yazması beklenen adamlar, romantik olsun diyenler, hepsini geçtim şu mesajlaşma sorunu bence erkekte de kadında da yaptığımız işe ve bulunduğumuz ortama göre farklılık gösteriyor. Misal devamlı yüz yüze görüşemediğimiz sevgiliyle yazışma istediğimiz normalken, her gün birlikte olduğumuz eşle de hiç bir neden yokken akşama kadar yazışıp durmak normal gelmiyor kulağa. Bana göre özellikle ilişkinin ilk yıllarında özlemenin verdiği keyfi başka hiç bir şey vermiyor. Ulaşılmaz gibi oluyor insan daha ne olsun...  Birde hemen hemen hepimizde bir Facebook davası var.  Sinirlenince bile ilk fırsatta resimleri silen, ilişki durumunu değiştiren kişi sağlıklı acaba? Böyle kadınlar da mı var aramızda? Şimdi sen bu adamı seviyor musun? sevmiyor musun? Önce onuda bi sorarım ama dikkat yemeyenin malını yerler. Pişman olursun... Karşıdan gelen gerçekten ağır bir davranış varsa, evet silerim hemde ebedi bir şekilde. Yani tükürdüğünü yalamanın da bir anlamı yok! Örneğin şu sıralar facebookta ilişki durumum yok; eşim beni sildi bense onu engelledim. Peki elimize geçen ney? koca bi hiç. Ama ben sinirlendiysem arkasını bırakmam, oda bırakmaz. Durur mu hiç, önüne gelen karıyı kızı ekleyip beğenmeye başlayınca hoop sayfasını silip eline veririm! O bu duruma haliyle daha bi köpürüp altta kalmak istemeyeceğine göre, yeni sayfa açarak elindeki kozu sonuna kadar kullanacaktır. Bense olayın hemen üzerinden adını ve numarasını aratır ve muhakkak ona tekrar ulaşırım. Ulaştığım yerde o sayfayı da indiririm. Hacker değilim canım,  adamımı tanıyorum. ciğerini bile söker alırım. Karşısına da koca bir Recep İvedik nahı ekledim mi, olur o koca kocaman bir sinir krizi. Bense ancak gülerim. Ama sonuç o bir erkek! Her gün farklı bir kadınla gezer gene beni çıldırtır... çıldırtır.... Bense kadın olarak bunu bir intikam şekli olarak göremediğimden edebimle otururum. Bi noktada evli olduğum için benim cephede durumlar böyle. Tabii boşandıktan sonrada onunki kadar kolay olmayacak benim için bu ilişki meselesi....

  Gelelim benim öküz deme sebeplerime; bir kere hesabını iyi yapan ve rakamları aklında tutabilen bir adam neden koskoca 5 yılda hiç bir özel günü hatırlamaz. Veya hatırlamak istemez. Hatırlasa bile hep alelade bir şekilde geçiştirme çalışır? ilk sevgililer gününde "aşkım sevgili değiliz ki, nişanlıyız" demesi mesela.... Ay komik miydi bu şimdi? Baktın gülmüyorum git bi çiçek al bari. Ardından çıkıp gidince, yani yapar sandım meğerse berbere tıraş olmaya gitmiş de yeni sakal imajıyla "nasıl olmuş aşkım, yakışmış mı?" diyerek çıktı geldi. Vay öküz vay....

 Tamam sevgili değiliz, sırf bunun için nişanlılık yıl dönümü diye bir icat çıkartırdım ama ondan önce ben unuttum bu olayı, çünkü senesi dolar dolmaz evlilik hazırlığına başladık. Birde ondan önce doğum günü diye bir icat var. Benim her defasında lanetlendiğim gün diye anımsadığım o günden bahsediyorum. Çünkü temelde kimse o günü anmamış, hatırlamamış, dahası benim bile önemsemediğimden midir nedir o güne kadar kutlama gereği bile duymamışken. Hayatımın aşkını bulmuşum ya, kim bilir nelerrr nelerrr yapar düşüncesindeyim. Ama o ona da bir kılıf uydurur, "alışma aşkım böyle şeylere, gavur icadı bunlar" demez mi?  İhtiyacım neyse hangi gün olsa alırmış zaten... Şaşırmadım da. Çıkmaya başladığımız ilk aylarda, görüşememek gibi bi durumumuz olmuştu da, sabah ezanıyla arayıp uykumun içine ettiği yetmezmiş gibi birde gayet sakin bir ses tonuyla "doğum günün kutlu olsun aşkım" diyerek kapatmıştı telefonu. Cevap vermeye fırsat bile vermezken, durumu uyandıktan sonra kendime gelince çakozladım. Lan kapıma bi gül bırakıp kaç baride günün anlam ve önemi olsun ama yok! Onda o düşünce ve önemseme yok! Diyorum ki; öküz işte. katışıksız öküz!

  Ben öyle mi yaptım? yıllar yılı boynundan çıkarmadığı resmen aşk yaşadığı o zinciri ilk doğum gününde ne zorluklarla aldım. Kendime istesem alamazdım bir kere!! Ay hiç yüzü kızarmıyor yaa. Kızarır belki dedim ilişkinin başlarında iki sefer çiçek bile aldım. Yine kızarmadı, yine kızarmadı! Anlasana öküz kadınlar arada birde olsa çiçek ister. He o ne yaptı? Yıllar sonra ilişkimizin içine daha rahat edebilmek için yabani ot gibi bir anda baş veren anasına sırf yaranayım diye yalvar yakar "nolurr nolurrr yalandan yalnızca 15 güncük katlan" derken, yol üstünde çiçek almaya girdi. İlk kez ve en istemediğim anda! Lan ben köklü bitkileri severim kaktüs al bari derken tutuşturdu elime kırmızı gülü. "Al buda dikenli" dedi! Evet, çünkü öküz...

  Evet, dediği gibi hiç alışmadım ben o özel günlere... Evliliğimizin ilk yılını bitirdikten sonra bari evlilik yıl dönümümüz olsun isterken... Telefonda, sürprizim var hazırlan geliyorum, göster kendini en güzel şekilde demesiyle ben şok! Sürpriz yok artık! Saçımın maşası, makyajı beyaz bir elbise ve ben hazırım. Napıyoruz? Yemeğe çıkıyoruz aşkım... Dışarıda hiç yemek yemiyorduk sanki, hııı birde her zaman yediğimiz yerde! Öküz işte! 

  Ay utansın dedik her yıl kutladık, zorla biriktirdiğim paralarla ne hediyeler ne pastalar geldi geçti, hiii yemezler bunları diye sırıtmaktan başka bi sonuç alamadığım gibi ne utandı ne değişti. Sonunda ayrıldık şükürde vazgeçtim her şeyden, dün o lanet doğum gününü hiç bir şekilde anımsamadığım için mutlu ve gururluyum... Son olarak beş yıl içinde değil o saçları uçlarından aldırmak, bir kuaför olarak kesmeyip kestirmediği gibi birde  o belimi geçen saçları zor bela bir başıma adam edeceğim diye yıllarca uğraştım. Oysa karşıdan öküzün trene baktığı gibi bakmakla yetindi! Arada yalvar yakar yaptırabilirsem ne ala da, o saçları kafamı çeşmenin altına sokarak dağıttığı günleri de hiç unutmadım. Ama ben her halimle güzelmişim... Ne olsun, öküze karısı inek gözüküyor galiba....

27.08.2015

Hard Candy Kapatıcı ve Cc krem!


İyi bir hortlak makyajı yapmak istiyorsanız size "hard candy correction" cc krem ve "nobodys perfect" kapatıcı paletini önerebilirim, he bu pahalı gelir diye düşünürseniz yogurtda sürebilirsiniz. Ha o ha bu yani... tabii kalıcılık açısından düşünürsek bu daha çok tavan boyası gibi oldugundan birde bunu sürdükten sonra çıkartacak baba yigit bi temizleyici arayabilirsiniz! 
Hard Candy markasına olan ilgimi bilmeyen kaldımı bilmiyorum ama bu sefer beni fet etmeyi basaramadılar... 
Kapatıcı paleti renklerine göre vaad özellikleri yerine getirmedigi gibi gözneklere doluyor, çizgi çizgi yapiyor ve göz altlarını cok kurutuyor. İyi olan tek bi bölüm vardı oda hemen kurudu.
 CC kreme gelince icinden pembe su çıktı! light rengi olmasına ragmen de çok koyu!
Aklınız varsa bu ürünlerden olabildigince uzak durun.  👎

26.08.2015

Aslında her şey bir iç bulanıklığı...

Almazsam aklım kalırdı. Ne tatlılar ya...
 Yıllardır tanıdığım adamın, bir anda hiç tanımadığım birine dönüşmesiyle birlikte her şey öyle bir darmaduman oldu ki, nasıl bir iç bulanıklığıdır bu bir ay olmuş ama ben bir türlü anlayamadım. En son dalga geçercesine takındığı tavrına dayanamayıp evden kovdum . Hemde iki gün boyunca! Ancak bir türlü gitmedi.  Sonraki gün gece yarısı sebepsiz yere kurcaladığım telefonunda, "hayatında birisi olmadığı halde" "olması için uğraştığı" birilerini görünce kendimi uyuyan adamı tokatlarken buldum!
 "Çabuk siktir git evimden, hemennn! Bu ne ha! bu neee!"
  "Sana boşanacağımızı söyledim, bu mu sorun oldu şimdi!"
  "Sen aşağılıksın, ben senin kölen değilim. Boşanana kadar sana hizmet etmek zorunda değilim. Zorluk çıkartma..." derken annem babamın kapıya dayanmasıyla o valizini bense nefes alacağımı söyleyerek balkona çıktım. sonunda dördüncü kattan telefonunu bilinçsizce attım. Ona göre yurt dışına yerleşmek istediği için boşanmak, bana göre ise hiç sebepsiz yere hayatı b*k etmek. Ben buna hiç anlam veremiyorum, vermeyeceğimde! Kendimi sorgulamaktan bile geçtim, zaten zayıf olan bünyede gelişmek için uğraşan bir bebek varken insan nasıl bu kadar acımasız olabilir? onu arıyorum... Hani bilmesem başkalarının çocuklarını kucağına alıp markete götürdüğünü, bilmesem bir başına süper markette canının her istediğini almaya çalışan ufaklığın parasını ödediğini.... Köprü başında duran hem okuyup hemde tartıdan üç kuruş kazanmaya çalışan kızın sırf para verince almıyor diye gelip geçerken tartısına çıktığını... Bir yerlerde sevimli bi çocuk görünce bile arkasından koşup, "Tılsım koş sende sev hevesini alırsın" diye seslenip, bana pis pis sırıtan adamı bir bilmesem. Ah keşke bilmesem... Şu an daha çok koyuyor işte, olmuşa çare olmayışı...
  Yaşadıklarım karşısında önce benim onu gözü kapalı olarak boşamam gerekirken ve onu bi an önce boşanalım diye baskı  yapmasına rağmen sadece düşünüyorum... Bebek gün yüzüne çıkmadan bu evlilik bitmemeli...  Sanırım gerçekten böyle bir saçmalık uğruna dünyaya gelen hiç bir çocuk babasız kalmayı hak etmiyor. Evet, hiç bir çocuk hiç bir nedenle de babasız kalmayı hak etmiyor. Bu yüzden direniyorum, uzak duruyorum. düşünmemeye yalnızca bebek için neler yapabilirim diye düşünmeye adıyorum kendini. O ise nerelerde geziyor, nerede sabahlıyor, ne yapmış, kiminle görüşüyor onları gösterip beni kışkırtmanın yolunu arıyor. Daralıyorum, nefes almak istiyorum, yokluğu da varlığı da beni daraltıyor. Çürüyorum sanki. Mutlu olmaya çalışıyorum, giyinemiyorum, kendime bakamıyorum, üstüme hiç bir şey olmuyor ama ben bununla bile mutlu olmaya çalışıyorum. Sonunda yine bakıyorum onun pisliğinde boğuluyorum, Adım atmam bile yasak şimdi, hep sen sağsağlim doğ diye bebek. Seni bekliyorum...

   

22.08.2015

Yeter artık demek istiyorum...

Beklentini küçük tut. yoksa hayat bok gibi! kanalından sesleniyorum... 
Ne kadar küçük tutarsam tutayım hayat hep bana daha azını sunuyor.
 Yahuu, üstelik bu lafı tekrarladım durdum kendime, olmadı resimledim her yere astım.
 Ne bu inat, ne bu cimrilik. 
Bir insan hep mi eksik kalır? Hadi bunu da görmezlikten geleyim... Teşekkürler.


Hayal Panosu

"Dua ederken seçtiğiniz kelimeleri özenle seçin."
 Hayal panosu, istek tablosu, yapılacaklar, gelecek planı vs. Nasıl adlandırırsanız adlandırın ama bir insanın kafasındakilerini görsele çevirmesi ve o görseli göz önünde bulundurması bile başarının yarısı olabilir. Bana göre buna "ne istediğini bilmek" denir. Malum gerçekten bazen kendimiz bile ne istediğimizi bilmiyoruz. Birde benim gibi kafanızda her şeyi depolamaktan sıkılıyorsanız... küçük bi yardımcı pano şart.

 Dergiden kesip yapıştırdıgım görseller anlamsız gibi durabilir çünkü hepsi kendimce başarısına inandığım insanların resimleri ve sevdiğim ne varsa sadece sembolik halleri. Her birinin üzerinde farklı notlar yazılı. Hayal ettiklerim. 


 "Yeni heyecanlar arayan birisi" değilim de, yalnız değilken bile yalnız olduğunu hissetmek en kötüsü...

21.08.2015

Annelik İçgüdüsü...


 Bu ilişkide ipleri koparan tarafın benim olmuş olmam hiçte tuhaf olmadı aslında. Kadınlık gururum bir yana, son günlerde anladığım bu zamana kadar yediğim dayaklara rağmen hep güzel şeyler beklememin altında canıma kıymet vermemem yatıyormuş. Şimdi ise annelik iç güdüsüyle sürekli vurursa, ya vurursa korkusu yaşıyorum. Can güvenliğim sanki sürekli tehlike altında, ya karnıma vurursa diye stres, kaybederim korkusu...

 İstediği her neyse onu elde edene kadar karşısındakini tehdit ediyor. Ve bunu yaparken zerre ne dediğinin farkında bile değil. Yapmayacağı şeylere artık o kadar eminim ki. Battıkça batıyor sadece... Bir zamanlar ne çok gülerdim gürlemesine, yaptığı her şey çocukça gelirdi bir şekilde, şimdi ise ona dahi katlanacak takatim kalmamış...


8.08.2015

5 yılın özeti...

Babasız çocuk büyütme fikrine alışmaya başladım sanki. Oturduğum yerden durup bakınca kafamda biçimlendiremediğim bir tablo var ancak her ne kadar o resme bir baba da eklesem sanki bir bebeğin tüm dünyasında zaten anne varmış gibi geliyor. Kısacası baba varsa da yoksa da anne hep orada. Bebeğinin yanında. gece gündüz hep o beşiğin başında. Hal böyle olunca baba figürü rahatlıkla çıkıyor aklımdan. Her ne kadar babaya aşık bir kız çocuğu olarak büyüsem de olmasa da olur diyebiliyorum. Tabii bu kez koca figürü geliyor aklıma bir türlü kabullenemediğim. Çocuğa baba lazım değil ama anneye koca lazım, kulağa ne kadar bencilce gelse de sorunum alışkanlık. Alışkanlıklardan kurtulmak o kadar zor ki, bir tür bağımlılık gibi. kendini gerçekten hazır hissetmediğin sürece yapamıyorsun. Değer veriyorsun, onu içinde hissediyorsun. Çok kısa bir zamanda o senin parçan olmuşken, (daha doğrusu o zorla kanına girmiş) nasıl her şey daha güzel olabilir diye planlar yapıyorsun ve bir gün o seni istemediğini söylüyor. En komiği de ne kadar çok sevdiğini hatırlatıp hatırlatıp çekip gidiyor. Sonra arkasını döndüğü anda bile şaka yaptım diyerek döneceğine dair saçma sapan bir his oluşuyor içinde. Elbet dönecek diyorsun. Evet elbet dönecek, içini dışını bildiğim. Kaşını gözünü oynatışından, yüzündeki en ufak belirtiden ne düşündüğünü anladığım adam. Sakalından bir tüy eksilse ne oldu diye soran ben biliyorum bunu. Biliyorum hem annelik hem kadınlık edişimden, Çok iyi biliyorum, it gibi dolaşıp dolaşıp geleceğini. Ancak hayvandan bile daha aşağı bu merhametsiz yaratığı ben bunca şeyden sonra nasıl hazmedip kabulleneceğim onu bilmiyorum. Bilmiyorum işte.... Oda bilmiyor...

1.08.2015

Kediler ve Köpekler


İmkansız olduğunu düşündüğümüz her şey bir gün mutlaka  başımıza geliyor. Bu konu üzerinde durabileceğim bir çok şey var ancak ben evde kedi bakmaktan ziyade bu durum asla aklımın ucundan bile geçmediği için bir kedi sahibi olabileceğime hiç inanmadım. Bunun içinde her zaman birden fazla sebebim oldu. Birincisi çok küçük yaştan beri köpek sahibi olmam. Kediler ve köpekler illaki birbirine düşman canlılar değiller ama nasıl denk getirmeyi başarıyoruz bilmiyorum da ailem genelde kıskanç canlılara evinin kapılarını açtı. Çoğul konuşuyorum çünkü sakınan göze çöp batar misali çocuklarımızı hep büyük hastalıklar yüzünden kaybettik. Örneğin epilepsi hastalığına yakalanan köpeğimize hiç bir tedavi fayda etmedi. Sonunda tekrar köpek sahibi olmak mı? "Asla!" desek de bu yemini tekrar tekrar bozduk... İkincisi: kediler çok tüy döker, ay çok zararlıda diyen annem. kafama birde kediler börtü böcek yer lafını soktu durdu. Off karşımda katır kutur böcek yiyen bir hayvan düşünemiyorum... 

  Kokuları tuvalet sorunu dillere destan olan nankörlükleri. Bana göre elbette tüm hayvanların piri köpekler ama en zorlu nedenim neyi neden ne için sevmediği belli olmayan eşim. Daha ailemle tanıştığı ilk gün bana dönüp etraftakilere hiç çaktırmadan "evde uyuz köpek mi besliyorsunuz bu ne ya..." demişti. Sinir olmadım değil tabii. Hayvan dediğin etinden sütünden faydalanılan para getiren ve canlı değilde daha çok"Mal" gözüyle baktıkları birçoğunun gereksiz olduğu düşünülen yaratıklar olduğu için sadece eşim değil çok fazla kişi tarafından gereksiz karşılanıyor bu durum. Allahtan bu gerizekalı düşünce şekli kalpten değilde, aileden çıktıda fazla sürmedi bu zihniyetsizlik. Eve kendini sabitler sabitmelemez çok geçmeden bi köpek sahibi de o oldu. Ve çözülmez bir gerçeği de ortaya çıkarttı. Uyuz dediği Efe Doberman bi annenin kırma rodvaydır yavrusuydu. Gözlerinin güzelliği, masumiyeti ve peluş görüntüsüyle 12 yavrunun içinden bizim en çok dikkatimizi çekmeyi başaran oldu. Üstelik tek kırma olanda oydu. Efenin hastalığını doğum rahatsızlığı yüzünden bir kaç yıl sonra ölen Kıtmir'e hiç bir zaman bağlamadığımız için ona da  her türlü tedaviyi denedik ancak midesi bir türlü iyileşmediğinden veteriner bir kaç ay sonra öleceğini söyleyerek tedaviyi bıraktı. Ve sonuç bingooo! Yeni aile ferdimiz Cabbar onun moral kaynağı olunca Efe onunla birlikte deliler gibi yemek yiyerek kendisini toparladı. 
  
Pitbull diye kötülemiş olmayayım ama her şey yetiştirme tarzıyla alakalı olsa da Cabbar tam bir kedi düşmanı. Ha birde aynı babası, mal sahibine benzer nitelikte. Kıskanç, kavgacı, işine geldiği davranan bi manyak. Hem severim hem döverim tarzında işine gelmediğinde istediğin kadar kendini yırt dönüp bakmaz. dağdan gelip bağdakini kovmaya çalışması, Efeyi tasmasından tutup yerde sürüklemesi ufak diye Efe'nin hep alttan alması filan ne oyun gibi gözükse de içten içe fesatlandığını anlamak mümkün.Zaten Cabbar doğdu doğalı Efe'yi şöyle bir güzel sevdiğimi hatırlamıyorum. Öylede böylede cins bir şey işte.... Baş düşmanı kediler! İnsanlar her hangi bir canlının canına kast ettikleri zaman gözümde her türlü hayvandan daha da aşağı oluyorlar ama Cabbar yapınca doğanın kanunu bu diyebiliyorum. Tabii diğer yandan Cabbar'ı tutmak için kendimi yerden yere atarken avaz avaz bağırıyorum. "Allahın cezası bırak şu hayvanı, bundan sonra sana asla sokak yok!" sonraki haftalar küsmeler irdelemeler vs derken bi süre sonra bakmışım ben Cabbarımm oğlum aşkım moduna girmişim bile. Nasıl seviyorum ama var ya keratayı nasıl. Aklım çıkıyor bi yandan ona bir şey olacak diye. Neyse 2014 sonlarına doğru bi kedimi alsak bak nasıl güzel cins kediler var şöyle bakarız böyle bakarız biblo gibiler zaten, ev hangar gibi olmadı bunları hiç karşılaştırmayız. Hem ne olacak gerekirse kedi dördüncü katta durur. Zaten köpekler hep bahçede ayrı bi dünyaları var görmezler etmezler derken, aslında söylediğim laflara ben bile inanmıyordum. Konuşmaya başlayınca da bir yerde zaten herkes dönüp suratıma dövecek gibi bakıp saçmalıyorsun diyordu.

 İnternet'te o kadar çok cins kedi video ve fotoları var ki ister istemez taktım o basık suratlı burunsuz ağızsız sinirli gibi duran canlılara. Ta kiii instagramda şu paylaşımı görene kadar. Aman Allahım almayın sahiplenin dedikleri hiçte boş laf değil. Bir tanıdığım böyle bi kedi sahiplenmişti nette gördü ve bi ton hastalığı vardı, uyutacaklarmış taaaa nerelerden gidip almıştı koştur koştur. Yaşlı köpeği yeni ölünce onu almak ilaç gibi gelmişti bi yandan o kadına. Kurtarmak tabii ki paha biçilemez ama para vererek böyle bi kedi sahibi olmayacağım kesin karar yani. Birde o sokak kedisi diye tabir ettiğimiz canlıların en normali olduğunu bilmek de bana biraz koydu tabii. Düpedüz dış görünüşe bakmışım. Fazla uzatmadan konuyu kapattım artık. O arada eşim kendine geçici olarak iş arıyor, maksat dükkan açana kadar boş oturmamak ama bu denli bir dürüstlükle yaklaşınca kimse kalıcı değilmiş diye iş vermek istemedi. Halbuki kuaför sektöründe kim kalıcı ki? Sessiz sedasız çekip giden gidene. insanlar için bir şeyin sonunu bilmek daha çok korkutuyor galiba... Derken internette ara tara bi yer buldu. Almanca bilen işinde başarılı bayan kuaförü aranıyor. Koştur koştur gitti, bir hafta sonra birde dükkana ortak oldu. İşin içinde bi oyun olduğunu düşünmedik ama bir kaç ay sonra zaten dükkanın tamamı bizim oldu. Tüm bu süre içerisinde de akşam yemeğinde ki tek muhabbetimiz "Melani!" Melani aşşağı Melani yukarı....

Kim o? O kim? Kim ki o? Kim? Kim? Bakışı

Kim o? O kim? Kim ki o? Kim? Kim? Bakışı 

   "Melani ne ya?" Melani Alman kadın ismi demesin mi? İnme inecekti neredeyse. Kedi olduğunu anlayınca da bu kez harbiden dalga geçiyor sandım. "Kedi ve sen?" Bu gün kıymalı börek ısmarladım aşkım, birlikte yedik görmen lazım nasıl nazlı. Nasıl kibar, kendini sevdirişini görsen kucağıma gelip öylece yatıyor. İttirince de kulaklarını arkaya doğru büzüp böyle acındırarak bakıyor" Kedi ve sen? iyide sen kedilerden nefret edersin? "Yok ya Melani başka" telefonuna bakıyorum kırmızı koltuğa uzanmış miskin bi sokak kedisinin resimleriyle dolu. Artık Melani'ye ayırdığı süreden beş dakikasını bile eve gelince Cabbara bile ayırmıyordu. (buradan da anlayın "erkeklerin aldattığı nasıl anlaşılır?") Peki kimin bu çizmeli kedi diye sorduğumda eski bi çalışanın olduğu ve bırakıp gittiğini, kaç kez dükkandan atıldığını ve geri geldiğini dükkanı sahiplendiğini filan öğrendim. Müşterilerde öyle alışmış ki gelir gelmez onu soruyorlar. Tam bir maskot yani, bizimkine göre dükkanın animasyon işlerine o bakıyor. Kısaca resmen kedi sahibi olduk. Allahtan başka bir şey isteseymişim keşke! Birde tabii eşime bu konuda güvenemem yarın öbür gün kedi yani sonuçta aman yaaa der başından atmaya kalkar. Bu yüzden işimi sağlama alırcasına geçtim karşısına. bir yandan aynaları silerek saydım da saydım. "Biz bu kediyi başkasına verelim gitsin. Kedi bakmak bu kadar kolay mı? Neyle besliyorsun sen bunu? Ayrıca kaç yıl yaşayacak bu hayvan biliyor musun? Hep mi dükkanda kalacak? Ayrıca sana güvenmiyorum canın sıkılınca o adam gibi bırakıp gideceksin. Hayvanın psikolojisiyle oynayacaksın, buna izin veremem. En iyisi hemen verelim gitsin!?? "Konuşma o benim kedim" demesiyle ağzından sözü aldım sayılır ve hemen işe koyuldum.



Öncelikle benimle uyumasına izin verebilirdim, bu aramızdaki bağı güçlendireceği için başta istemiyordum. Sabah dükkanı açar açmaz ağda odasının kapısını açıp onu çıkartarak mutfakta mamasını vermeye hazırlanırken, nasıl iyi uyudun mu kızım gibi muhabbet etmeye başladım. Saçma gelebilir ama anlıyor, sonunda ise hayvanların dile gelmesini seviyorum.... Sonra tüy dökme problemi cidden aşılamaz bir problemmiş. Her taraf, her yer, her yerim tüy tüy tüy!. Çamaşırlarımın içinden bile çıkıyor diye fıtırırken hergün tüylerini taramak bile fayda etmiyor. Birde iğnesi var dediler inandım, ah keşke nerde bir iğneye baksaymış tüy dökme işi keşke. Kedi beslememenin en büyük bahanesi ortadan kalkar kedi sahipleri çoğalırdı. Neden Allahım Neden ha!? Neden bu kadar tüy döküyor? diye araştır araştır, buldum! Stres ve vitamin eksikliği... Önce uzaktan izledim, kedicik hiçte stresli gözükmüyor gibi yanımızda gayet mutlu. Bu durumda vitamin sorunu. Hangi vitamin eksikliğine dayalı olduğunu araştırırken, 10 günde bir verilecek iyice haşlanmış yumurtanın büyük faydası olduğunu buldum. Sonunda derin bir nefes... OHH... 

 Akşam saatlerinde yemek için gittiği restoranlara da gitmesin diye mama menüsüne yemek çeşitlerini de ekleyerek halletmiş oldum. Nasıl güzel çocuk bakacaksam herkes buna kanaat getirdi, ona da şükürler olsun. He birde şu var; tam bir kabus. Melani kuş avlıyor! işte bu durumda cinlerim tepeme çıkmış halde, Melaniyi tuttuğum gibi ensesinden havaya kaldırıyorum. Böylece kuşu da ağzından atınca o özgürlüğüne, Melani de cezaya kalıyor. Doğru ağda odasına ağlasanda sızlasanda yarın sabaha kadar ordasın! 

  Allahtan böcekleri yemiyor, sadece işkence ederek oynuyor. onuda al at, al at Allahım nasıl bıktım. Midesinde kurt olmasın diye birde parazit hapları veriyorum. Off böcek yiyen kediler bildiğin kurtlu sıçarmış! 3 ay sonra Melani oldu prenses ... ama kayboldu! Ağla ağla helak oldum, köpekler mi yedi? Arabanın altına mı kaldı diye  kötü düşüncelerle hüngür hüngür ağladım durdum önce. Sonra eski sahibinin karşımızda işe başladığını duyunca bizimkini yolladım git iste diye. O kadar eminim yani çaldığına! Haberim yok demiş ancak inanmadım. Tam on gün sonra sabah uyanır uyanmaz eşime rüyamda Melani'nin geldiğini gördüğümü söyledim. Ve bütün gün geleceğini düşünerek bekledim, aksam üzeri ise dükkana Melani gibi bir kedi girdigini fark ettim, seslendim baktı ama ayaga kalkar kalkmaz gitti, boşuna umutlandigimi dusunsemde bi sabah evden cıkarken saklama kabına bolca yogurt doldurdum. Melani sanki gelecek dedim anneme, gelmezse de napim ben yerim herhalde ... Sabah dukkanın mutfaginda kahvaltı hazırlarken esim "Melani geldi" diye sesledi. Sen geç dalganı benle diye cevap verirken durup bi aşagıya kulak verdim. Gel kızım diye sesleniyordu bizimki. Hemen elimdekileri birakip aşağıya kostum ve evet Melani burda! Tasması cıkmıs ve ürkekti zor yaklasti yanimiza hemen mama kabini gosterdim sevindi cunku zayiflamis actı. Onu kaptigim gibi ciktim mutfaga, cok sevdigi yogurdunu verdim. Birlikte kahvalti ettik, korkusunu yensin diyede bi kac saat koltukta uzandık..



Sonrasında pişkin insan demesin mi kedi kaçtı diye, tabii bu kez bende yeniden kaçırılma korkusu sardı. Gözüm sürekli üstünde nereye gitti ne yaptı, karşıya mı geçti vs. diğer şubeye giderken bile çocuk gibi kucağımda götürüp getiriyorum. sözde birde yeni bi tasma takmadık topluma karışsın, nasılsa sokak kedisi zannederler diye. sahipli olunca herkesin sahip çıkası geliyor sanki. Oda öyle alıştı ki bana müşterim olsa yatıyor bi kenara bekliyor. arada kayboluyor tabii de bi ara hamamcılardan birinin torun geliyor diye bağırmasıyla irkildim. Senin kız işi pişiriyor! Yahuu o kısırda güvenemedim bak şimdi derken bir süre aradığım kedimi bi jeep altında irice bi sokak kedisiyle kavga ederken buldum. Sevişmek mi! kızımı köşeye sıkıştırmış sanki silah zoruyla halledecek. benimki beni görünce sevinçle üzerime atladı. Atladı atlamasına da oda ne koca toramancık benim kucağımda! anında aramıza giren sapık son anda kurtulup Melani'yi bense onu kovalamaya başladım. Çarşının ortasında 4 koldan deliler gibi kedi kovalıyoruz. Sonunda girdiği çalıların arasından üzerime atlayarak kendini de beni de kurtardı bu zulümden. Bi yandan da bana gün doğdu aslında, çocuğumun ırzına geçiyorlar bahanesiyle hoop annemin kucağına tutuşturdum. Sana torununu getirdim, sadece yirmi güncük.... (kaç yirmi gün :D)  alışmış kudurmuştan betermiş tabii Melani bu durumu kabullenemedi, sokakların tozunu yutmuş bir kere. Yükseklik korkusu olduğunu bile bile camlara tel taktırdık. ancak hala tetikteyiz balkon kenarına sakın çıkma Melani! Resmen hayvan baskı altında birde kediler umursamaz canlılar derlerdi. O aslında şöyle; ne kadar ilgi o kadar sevgi.

Evden çıkarken uğurlamasına birşey demiyorum da gelince çıkardığı sesleri anlatmak zor. Birde öpme fasılları var. Yalnız bir süre tüm bunları geçti, sinirden kapı önüne pusuya yatıp bizi korkutmaya çalışmalar.Eşim dışında bir süre kimseyle ilgilenmedi de, sabah olunca önce esneyip sonra hooop yatağa.



Beni annesi sanıyor 😻 sacımda sürekli meme arıyor

Beni annesi sanıyor galiba, 

saçımda sürekli meme arıyor 


Bir kedi peki ya ikincisi buna %100 hayır demek isterdim. İçim dışım kedi olmuşken birden fazla kedi besleyen insanlar bunu nasıl babaşarıyorlar diye kendi kendimi sorgularken bulmustum. Asla yapamam, birine gosterdigim ilgiyi bölemem derken, annem bu sarman kediciği bi kız çocuğunun elinden eziyet ediyor diye almış. söylediğine göre kuyruğundan tutup sallayarak yere atıyormuş. Ki doğru olduğu hiç şüphesiz, kucağa alındığı anda bir çığlık atmalar sanki etinden et kopuyor. Annesini de bulamayınca bana hibe etti tabii ki. Ha birde Melani buna bakar mı dedik ama gördük ki onuda Cabbar'a benzetmeyi başarmışız. Gördügü yerde tıssss tıss, uzak dur annemden! Diye çıldırdı. Eeee buda bizim başımıza kaldığına göre hemen araştırmalara başladım. İnek sütü verme onu verme bunu verme, allahım ne yiyecek bu bebe. yalnız ne yerse yesin gazı var. Yedir içir ovala, karnını sıvazlamadan çocuk sahibi olmadan tecrübe kazandım. Yalnız kum terbiyesi vereceğim diye aklım çıktı. yok ne yaparsam yapayım aynı yere gidip sıçmasından vazgeçiremedim. Aaa aynı yere sıçması mı dedim? kapının arkasına kedi kumunu yerleştirdim. o minnacık el kadar boyu bir damlacık canıyla, ağlaya sızlaya o kedi tuvaletini oradan çekemedi. Çaresiz içine girip yaptı. İşte bu kadar, zekamla ilk kez gurur duyduğumu söylememe gerek yok herhalde. İsim konusuna gelince Mira dedim. malum uyum takıntısı.  Cinsiyetine gelince bir buçuk ay araştırdım bir sonuca ulaşamadığım gibi yağız delikanlıya sırf kız gözüyle baktım diye... Neyse ya veteriner bile çözemedi zaten cinsiyetini, kimliğinde bile cinsiyetini boş bıraktı yani. Şuan 3 aylık Melani ile de durumları iyi,  iki kedi bakmak daha bile kolaymış aslında bunu da yaşayıp görmüş oldum. Fazla uzattım hadi sağlıcakla.....

29.07.2015

Bay Bayan Problem

Sanırım 19 yaşındaydım, yani evet 19 yaşındaydım ama ne mallıklar yaptıysam bir süre aralıksız yazmaya karar verdim. Taki lanet olası kaynanamla tanıştığım güne kadar. Hikayem neredeyse, kısmen yarı yarıya platonik denebilir bi aşkın peşinden çıktığım yolda tökezlemekten aldığım kararların arkasında durmayı başaramadığım ve "Aman Allahmmm ayağımı çok pis burktum galiba" diye destek almaya çalışırcasına tutunduğum adama aşık olmamla başlamıştı. Yalnızlık zor tabii bi yerde... şimdi ne değişti diye sormazsınız belki ama ben artık anlatmak istiyorum. Sonuçta sığınacağım omuzunda dert yanıp ağlayabileceğim kimsem yok. Manyak adam ilk iş olarak telefonumu bile kendinden başka kimseyle görüşemeyim diye elimden almıştı. 5 yıldır hala bir telefon sahibi bile olamadığımı düşünürsek tahmin edin bu adam benden neleri götürdü. Neyse dert yanacağım birileri yok diye onu suçlayacak değilim. Zaten azda olsa görüştüğüm hatta gerçek olduğunu düşündüğüm ufak tefek arkadaşlıklarımdan başka kimsem olmadı bu hayatta. Büyük bir kayıp yaşamadığımdan mıdır nedir "olsun en azından hayatımda biri var bundan sonra hiç yalnız kalmayacağım"diye avuttum durdum kendimi. Alkolik bi adamın alkolü bırakıp sonunda çocuklarına sahip çıkıp, iyi bi baba olacak umuduyla çaresiz bi kadının beklemesi gibi bekledim. En azından bitmek bilmez bir aşk vardı aramızda. Galiba sevişmeyi bile kanlı seviyorduk biz.Önce ağız burun dağıtıp sonra yatakta döne döne öperek pansuman yapmaktan bahsediyorum. Ah ne romantik....

  İşler sarpa sardıkça kendimi sorgulamaya başladım, nerede hata yapıyorum diye kendimi sorgulamaktan geçmişe, en geçmişe taaa çocukluğumu kağıtlara anlatırken buldum kendimi. Psikologların çocukluğunuza inelim diye zırvalamaları hep bundanmış yani. İster istemez biz hep o dünyada yaşamaya devam ediyoruz. Ama ben yazdıkça hatayı tam olarak nerede yaptığımı bir türlü bulamadım. O kadar çok yanlış içinde nasıl bi sonuca ulaşa bilirim ki? Yemin ederim ahmaklığıma doyamadım. Bi insan bu kadar saf salakken bu kadar tökezleyebilir mi? Şaşırdım bi çılgınlık yaptım yaş 23 olur olmaz son yanlışımı da anlattıklarımı malum bi yayın evine göndereyim diyerek yaptım. önceki gün tarih 27.07 gösterdiğinde (benim lanetlendiğim gün) fark ettim ki bir sene olmuş belli ki beğenilmemiş. Ulan vicdansızlar bari olmaz cık mık deseydiniz ya, neyse... Yayın evi sahibini tanımasam da öyle çok seviyorum ki kızamıyorum da, onu izlerken işittiğim her söz mantıklı geliyor bana. 


   Birde şu var blog olayı. şimdiye yazma kararımı verebilseydim belki bi yerlere gelirdim. Düşününce büyük ihtimal gelemezdim de. Allahım tembeli yaratmış da beni niye yarattı bilmiyorum. Liseye yazıldıktan kısa bi süre sonra babam "benim dangalak kızım muhasebe okuyacakmış" diye koştur koştur bilgisayar alıp gelmişti. Heee tabii oldum olası rakamları görünce bile başı dönen ayılıp bayılıp bi çarpım tablosunu bile ezbere bilmeyen, markette para üstünü dahi eksik aldığı halde hiç fark etmeyen ben muhasebe okuyacaktı. İnanmadı tabii de devir bilgisayar devri olunca umut etmiş. kariyer yapacağımda hayatımı kurtaracağım. ne bilsin para para değil, aşk aşk aşk dediğimi. bilgisayarın sadece oyun oynamak için icat edilmediğini ilk dönem hazırlıklık bittikten sonra okulu terk edince anladım ben. insanlar MSN kurbanı olurken ben harbi blog kurbanı olmuştum bir süre sonra. Blog yazarak tanınıp paralı hesaplarda kendini kaybeden Tılsım. Sessiz sedasız gidince nasıl güzel dolandırıldığımı kimse anlamamıştı. Sonra bazı şeylerin üstesinden gelmiş olsam da, değil tek satır bir şeyler yazmak o ayılıp bayıldığım hippi kılıklı heriflerin hakkında en ufak duyum bile paylaşmak istemiyordum artık. üstünden yıllar geçti ancak ben daha bugün tembellik etmeyip paylaşmak değilde sadece yazmak istedim.

Myspace, facebook, twitter, instagram her birini herkes gibi tek tek elden geçirdim yazdım yazdım sildim.ama hiç bir zaman devamlılığımı koruyamadım. Daha düne kadar instagram da paylaştığım fotoların altına yazdığım uzun uzun açıklamalarla yetinirken dandik tabletimin kırılması sonucu ondan da oldum. Nasıl kırdığıma deyinmeden geçeyim, artık patlayacak bi bomba gibi olduğumdan mıdır nedirönce kendime bi düzenek hazırladım. rahat edebileceğim bi mekan, bi köşe eski bi bilgisayar ama artık temizlenmiş, yazmaya hazır konumda. En son önceki yıl kocanın on ay askerlik yapmasıyla benim kahrımı çekmişti. Sonrasında eşim döndüğünde her şey daha iyi olacaktı çünkü öyle inandım. Boşanmak isterken bana bunu o inandırdı. Normalde gelince hemen boşanacaktım, bekleyemedim sanmasın. ihanet ettiğimi düşünmesin dedim bekledim. Amacım sadece bana yaptıklarının bedelini ödetmekti, sevmediğimden değil yani.Şimdi neden benden vazgeçemediğini düşünüyorum da saçma geliyor. Orada gıdım gıdım para biriktirip bana o tableti alması bile. Sonra yaz demesi, hani hep yazmak istiyormuşum ya. Birde çocuk istedi, yıllarca ben çocuğumuz olsun derken canavara dönüşen adam çocuk çocuk diye sayıklıyordu.Ama ben artık böyle bir adamdan çocuğum olsun istemiyordum. Kazayla filan olmamış iyi ki diye şükrederken, istemediğimi artık her defasında söyledim durdum."Seninle uğraştığım yetmiyor birde çocuğunla uğraşacağım öyle mi? derken içten içe istemiyor değildim ama olmamasının sebebi de hep ben oldum. yapılan testler vs, hiç bi sorun gözükmese de sorumlusu benim o değil yani. Eski moda kavgalarımız bi yana, hala düzen kurmak için çaba göstermediğini bilgimden kaynaklanan bi öfke oldu tüm sıkıntımız. Bir kız çocuğu 5 senelik evliliğinde hala babasının sırtından inmiyorsa müthiş bir güven duyar. Birde eziklik. Örnek seçilen hayatlar karşısında sinir bozan bir koca ve harika bir baba. Yaşadıklarım karşısında bana olan tutumundan özellikle son yıllarda sorumluluktan kaçtığını biliyordum da, bu kadarını ben bile tahmin etmiyordum. Varını yoğunu emeklerini sabrını ne varsa askerden gelir gelmez sıfır düzenle dükkanına adayan adam, beklentisini karşılamadı diye bir kaç ayda ondan da vazgeçti. Yetmedi nefes almak istiyorum diyerek on gün gezdiği dağ başından çıktı geldi. Hamileyim dedim sadece baktı. Zoraki gittiğim hastanede doktorun 9 haftalık dediği tanıda bile sadece baktı. Düşününce tuhaf, hiç bir zaman böyle hayal etmemiştim o anı. Tamam babalar geç algılar çocuğunun varlığını derler ama o kararını vermiş bile. Avrupaya gidecekmiş sıkılmış buralardan ve herkesten. O sırf bana inat çok çok sevdiği ailesini bile bırakıp gidecekmiş.Utanmadan gözleri dola dola söyledi bunları "Seni sevmiyor değilim sakın öyle sanma. Kararımı verdim boşanma davasını açacağım, seni arkamdan sürüklemek istemiyorum. Çocuğu da aldır, vazgeç ondan. Biliyorum bakamazsın, zor olur böyle...." Şimdi damat katili olmasını istemediğim için çok şeyi gizlediğim babam arıyor, merak etmiş canım bugün bir şey istemiş mi gelirken getireyim diye.... Baba yüreği işte, bakalım bu durumdan ne zaman haberi olacak....