Uzun uzun her şeyi yazan Tılsım Yılmaz, uzun aradan sonra yine her şeyi yazar mı dersiniz. Bilinmez belki ama bugün uzun bir hikaye anlama iştahındayım. Yaşarken anlatmaya cesaret edemediklerimiz üzerine toprak atıldıktan sonra bir de soğuyup yeşillenince onları gözlemlemek eğlenceli olabiliyor. Çünkü kendimle dalga geçebiliyorum. Hadi başlayalım.
2025 saat gecenin ikisi keşfete düşen sarhoş kızların körler sağırlar gibi birbirini ağırlamasına bakıp gülüyorum. Alttaki yorum, "kızlar sırrımızı açık etmeyin" Fundi? hemen cevap.
- Ama kafamız nasıl güzelllll nasılll güzell.
"hahhaa figommm yaaa".
-"Kızlar sırrımızı açık etmeyin" Fundim benim. Can arkadaşım mal arkadaşım bal arkadaşım. Mesleğin ilk yılları ve henüz kendisi okulunu yeni bitirmiş. Ama becerikli hırslı ve çalışkan. Ben 3 aylık tecrübemle onun birikimlerini yakalıyorum. Ve birbirimizi boğmaya yemin ettik, henüz bir nedeni yok ama bu durum üstlerimizden abi dediğimiz adamın ilgisini çekince bir tam gün backraund kapatıldık. O gün bu gündür görüşemesekte dostluğumuzdan şüphe etmeyiz. Bizde yamuk yapmayana olmaz.
* 2019 senesi olduğunu biliyorum. Tam yaz ortası sabahın ilk saatlerinde iş yerinde, ikinci restoranın arka tarafında tam setap odasında üniformamı giyinmeye çalışıyorum. Nasıl yaaa? Kıyafetlerimi bana doğru uzatan çocuk pür dikkat suratıma bakıyor. Sarhoşum galiba.
-Hiç sarhoş gibi görünmüyorsun. Evet öyle görünmüyor olabilirim ama giyinemiyordum. Ayrıca restorana ait bulaşıklıkta daha önce kaç kişi giyinmeye çalıştı? sorusu zihnimde yer bulunca iş yerinde sarhoş olmak kadar işe sarhoş gelmenin de bir o kadar kötü olacağını fark ettim. Bunu deneyimleyemeyeceğime karar verip kıyafetlerimi hızla çelik tezgah altına atıp oradan çıktım. Beni hiç görmedin.
Otelin arka tarafından çıkmam ve ikinci kez bri palmiye ağacını kucaklamam dışında hatırladığım son şey, Fundi'nin salonunun ortasındaki halıya yatmış yüzüyor gibi çırpınıp durmamdı. Kafam iyi olduğunda bir yerden diğer yere kısa süre de ulaşabilmek inanılmaz. Üşenmeden yapılan tüm işler gibi.
Bir ara koltuğun koluna oturmuş minik bir ayna yardımıyla makyaj yapan Fundi gözüme takılıyor. Nereye Gidiyorsun?
-Senin yüzünden mesaiye çağrılmış olabilir miyim gerizekalı! Iııı b*k iç. Az mı içsen acaba!!!
-Şey ben, gideyim o zaman.
* Peki o gece ne oldu derseniz. Ben gayet aklı başında olarak işten gelmiş yemeğimi yiyordum kapı çaldı. Klasik işte, ilk çalıştığım otelimden Abük son zamanlarda beni sıkça rahatsız ediyordu. Geç içeri geç geç.
-Düşündüm de madem bugün ikimizin de keyfi yok, bir Belek Beach yaparız. Sahil kenarı bira? ne dersin? Bu benim yöntemim kesinlikle değil. Ben keyifsiz olduğumda içmem uyurum, ama Aybük beni son zamanlarda yalnız bırakmayacağına yemin etmiş gibi hiç uzak durmuyordu. Tamam demekten başka seçeneğim var mı bilemedim.
Anlatıyor da anlatıyor, neyi mi sevgilimi bırakmam gerektiğini. Çokkk güzelsin ıııııııı!
-Napimm yani?
Tek bir bira, sandalye yerine duvar üzerine oturduk. Dalgalara dalıp, müzik dinleyen dolaşan içen gençlere seyirci olduk. Tanıdık birileri mutlaka olur elbet, arada el sallanır tokalaşılır herkes geçer gider..
Biraz zaman sonra Abük'ün yaşlarında iki genç çocuğun arkamızdan yaklaştığını fark etmemle huzurun sonlandığını hissettim.. Birisi elindeki 70lik Havana Club Romu tam ortamıza koymuştu. Abük önce şişeye sonra çocuğa aşkla baktığını görünce durumu anladım. Şalterlerim attı atacak. Ancak hemen ardından çocukla markete daha fazla içecek almak için yöneldiklerini gördüm. Diğer çocuk o sırada solumda oturuyordu. Sanırım yüzüne hiç bakmadım. Gitmeye karar verdiğim için sahilden ayrılıp yola doğru hızla çıktım.
Abük o sırada arkamda bana doğru koşarken çocuklar ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
-Tamam bana kızma, arkadaşım gelmek istedi bende rom yada cin getirirse gelebileceğini söyledim hepsi bu diyordu. Fena mı ettim kızımm, eğlensene biraz. Bir saat yaa, sonra gideriz.
Ben ısrarla eğlenmek istemiyorum derken gözümle Abük'ün eli çocuğa işaret çaktığını ve bir su bardağında romun bana doğru yaklaştığını görebiliyordum.
-Hadi dik şunu tepene vallahi rahatlayacaksın, sen böyle gergin birisi değilsin. Hadi ama Hadi! diyordu. Bardağı diktim evet. Ardından ikinciyi ve üçüncüyü. Çocuklar şaşkın şaşkın birbirlerine sonra bana ve şişeye bakarken dibindeki son bardağı kimin içeceğini tartışıyorlardı. Abük kendisi içmek istediğini söyledi. Tamam yeterli. Ardından çocuk çaresizce şişenin dibini bana doğru uzattı. Gerisi pekte önemli değil ama aferin ayak üstü o şişeyi bana içirmeyi başardı Abük hanım.
-Hadi diğer Beach gidelim çocuklar!
Beni geçerken evin önünde indiriyorsunuz, sonrası ne yaparsanız yapın dedim. Sonunda bunu kabul ettirdim takii evin önünden hızla geçip gidilene kadar. Boğazkent tarafında daha önce plaja gitmemiştim ve hava neredeyse karamıştı. Israrla daha ileri ve daha ileri yol aldılar.. Onlar şezlong üzerinde aldıkları votka ve biraları hazırlarken ben Bomonti'yi aradım.
- Ne diyorsun güzelim sen! o fellik ne demek seni zorla götürdü. O kızı zaten gözüm tutmamıştı. Bekle sen orada bekle!
Bir süre telefon konuştuğum yerde oturup bekledim, aralarında seslerin yükseldiğini duydum. Konu ne bilmiyorum ama iki çocuk hışımla arabaya atlayıp gitti. Ne olduğunu, nereye gittiklerini soruduğumda Abük'ün verdiği tek cevap yok bir şey birazdan geleceklerdi. Neredeyse 3 saat geçti ortada kimse yok. Bu arada ile votkaya limonu sıkıp sıkıp içip bitirdik. Eğlenip eğlenmedğime emin değilim ancak vakit nasıl geçti bilmiyorum. O sırada Bomonti beni arıyor ve benim telefonum kapalıymış, yani onun yalancısıyım. Ben onunla tartışırken Çocuklar hışımla gittikleri gibi geri geldi.
-Bomontiii! ne söylüyorsun anlamıyorum." Polis diyor kavga diyor, Abük arada çocukların ağızında küfürler havada uçuşuyor.
1 Dakika! 1Dakika! Sen sen sen. Sizin ağzınızaaaa s*çarım lannnn bennn! Siz kimsiniz benim Bomontime küfür etmek. Allahın cezası seni bir daha görmek istemiyorum, diyerek bas bas bağırıyorum.
-Tamam Tılsım pişman olacağın seyler söyleme, tamam gidelim sakin ol dedikçe ortalığı duman etmişim tabii.
Konu şu; Bomonti Abük'ü arıyor ve tartışırken araya çocuklar giriyor ve küfürleşiyorlar. Buluşup kavgaya giriyorlar. Bomontide lojmandan arkadaşlarını toplayıp bunları madara edecekken polis geliyor. Bana zaten ulaşamayan Bomonti'ye ben dahil herkes küfürler ediyor. Benim kafa iyi ve tüm bunlar yaşanırken benim hala oturmuş içiyor olmam Bomonti ile beni karşı karşıya getirdi. Kaldıkları lojmanın biraz ilerisinde yiyip içtiğimiz sohbet ettiğimiz mekanın çardağında, gece yarısı her zaman ki yerinde karanlıkta otururken buldum. Ben oraya gidene kadar telefonda defalarca gelme dedi.
Yazıklar olsun lan sana, biz seni başımızın belası bildik sevdik. Senin için hiç kıymetimiz yok mu... Bana niye küfrediyorsun. Eeee çocuklara öyle demişsin... Konuyu hala çözebilmiş değilim ama tek söylediğim sana asla laf ettirmem. Lan seni çook seviyorum, bilmem ne derken sonunda, ovv gözleri doldu, gel sarılayım kıyamamm sana faslına dönüştü.
-Çok çirkin dimi Müco bu? Allahıma çok çirkin. "
-Yok lan biraz gideri var öyle deme, hehehe"
- Başımızın belası oğlum, boşuna bela demiyoruz buna" diyen Müco yatmaya gideceğini belirterek ekledi. Gideyim öbür serefsize bakayım, yine hangi deliğe girdiyseee...
Bomonti ve diğerleri hırsını alana kadar susmaz, bense iltifatlarla gönüllerini feth ederim. Artık sabah olmak üzereydi. Arkamdan bir ses "Tılsım hadi bu saate ne işin var hala burada" dediğini duydum. Bomonti de gitmek için ayağa kalkınca babam sen sevgilisi misin diye sordu.
"Yok amca değilim. O gerizekalı da demin buradaydı, muhtemelen bizden önce fark etti sizi..."
Evet. sanki Van kedisiyle değil de Bomontiyle sevgiliymişim gibi gelebilir. Hatta daha da iyisi o sevgiliden de öte. Çenemiz hiç durmadan konuşur güler birbirimizi gömer kızar ama sonunda mutlaka sarılır barışırız. Yarı yolda bırakmaz beni, çocuk sever gibi sever, jestler yapar çağırınca saat kaç olursa olsun oflaya puflaya yine de çıkar gelir. Bazen o Müco'yu bazen de Müco onu yollarda sürükler benim için. Birisi sağım birisi solum gibi. Yine de en çok ben kızdırırım onları. Geceleri evime bırakırlar, yada ben onları bırakırım. Duruma göre malum.
Van kedisine gelince "ahh yeşil mavi gözlü sevgilim" dünya tatlısı bir pislik. Yakışıklı da baya baya. Her an ne yapacağını kestirmek pek mümkün olduğunu söyleyemem. Genelde basket sahasında hoplayıp zıplarken, son ses müzik dinler. Memleketindeki tayfasına telefonda ağız dolusu küfürler eşliğinde konferans konuşmaları yaparken görmek mümkün. Yada hiç tanımadığı insanlar arasına girmiş yazı tura atarken milleti gazlayıp iddiaya girdiğini görebilirsiniz. Ama sesini nerede duysam tanırım. Hiç tanımadığım kişilerin arasına girer ne olup bittiğini anlamaya çalışırım. insanlar bana doğru döndüğünde yerden başını kaldırıp ağzı kulaklarında bana bakarken gözleri parlar. Geldinnnn miiii!! Evet sevgilim geldi, gençler siz devam edin.
Omuzlarında beni taşıyor olmasına bayılıyordum. Evet bu bence eğlenceli bir özellik ve bana sormadan yapıyor olması daha eğlenceli. Hoop bir bakmışım, sırtında yada kolunun altındayım. Bazen yüksek bir yere oturtur beni, kendisi aşağıdan konuşur da konuşur. Ne anlatıyorsun diye sorduğumda, boşş yapıyorummm, napim hoşuma gidiyor der.
Anlattığı hikayelerin içinde kaybolur, o an yalan mı gerçek mi söylüyor ayırt edemezsiniz. Bazen iş çıkışımda gece yolda karşılar beni. Durduk yere yapmaz bunlar özledim demez çünkü ama geldiyse bir anda bilirim özlediği içindir. İnce düşünceli nazik biri kesinlikle değil. Maddeselci olduğundan sanırım zayıf yönleri nerdeyse hiç yoktu. Sizin için öleceğini söyler ama asla ölmeyeceğini bilirsiniz.
*Peki ben bu adamla nasıl tanıştım? Güzel zamanlardı aslında. Yeni işimde ilk ayımı doldurmak üzereyim. Önceki iş yerimden embesil ama bir o kadar zararsız tıfıl Hüss gece iş çıkışında servise binmek üzereyken beni yakaladı ve konuşmamız gereken bazı konular olduğunu söyledi. Ne gibi diye sordum. Düşünerek cevap veriyor olsa da, konu diğer oteldeki ekibimiz abilerimiz, yaşadığımız olumsuz olaylar olunca tamam dedim. Zaten yeni işime bu nedenlerden adapte olamıyordum. Alışkanlıkları değiştirmek duygusal olarak benim için maalesef hep zor olmuştur.
Yol boyunca anlat dedi durdu. Ara ara yürüyüşümüze dahil olanlar ve bizi takip edenler olduğunu hatırlıyorum. Başkalarının eşliğinde çok çabuk Belek çarşının içerisine girdik. Hala ne istediğini anlayabilmiş değildim. Ama ben şarap içmeliydim.
ilk gördüğüm marketten ucuz şarabımı almış etraftakilere içmek isteyen olup olmadığını sorduktan sonra tek başıma şarabımın tadını çıkartmaya başladım. Bi ara Hüss burnunu şişeye doğru yaklaştırıp sağlam bir ögürme ve tiksinti hareketiyle yüzünü buruşturarak bunu nasıl içiyorsunuz abii siz diye kıvranmalarını görmezden gelerek devam ediyorum.
Jager ve biradan başka bir şey içmeyen birisine şarap dersi mi vereyim şimdi. Bende kola niyetine tüketiyorum zaten. Sonunda Hüss'ün ısrarla ben lojmanın oradaki markette içeceğim nidalarına ayak uydurarak onunla birlikte gittim. Bu markete ilk gelişim değildi ama oturmak için ilkti.Benim eski otelimdeki ekip top sahasında her şey hazır bir şekilde buluşurdu. Kızları hiç biri markete götürmez, sipariş listesi alırlardı çünkü.
Şarabım gelene kadar bitmiş ve çardağa oturmuştum. Hüss shotları kapmış bana da büyük bir şarap bardağı eşliğinde yeni bir şarap açtırmıştı. ilk bardağıma çok mutlu oldum ve masada duran ikinci bardağımla bir süre bakıştığımı hatırlıyorum. Kimseyle konuşmuyor etrafıma dahi bakmıyordum. Bir an belimi geçen bakır rengi saçlarımın yüzüme doğru döküldüğünü hissettim. Artık yüzüm toprağa bakıyordu. En çok zayıfladığım dönemlerden biriydi o zamanlar. Saçlarım bu yüzden bedenimden daha fazla gibiydi. Ancak beni ilgi çekici kılan tek şeyde buydu sanırım. Sonrasında saçlarımdan bi ışık süzülerek yüzüme çarptığını görebiliyordum. Hüss ve henüz yeni işten çıkmış olan sevgilisinin bana bakarak konuştuklarını da duyabiliyordum. Ardından birisi beni kendine doğru çevirdi, boynunu ve kaslı vücudunu o an fark edebildim, sonrasında beni kendisine doğru bastırdığı için kokusunu da duyabiliyordum. Bu rahatsız edici değildi, öyle olsa geriye kalan tüm enerjimi kullanacağıma eminim. Tepki veremesem de o kişinin beni kucağında taşıdığını biliyordum. Sandalyelerin hızla sürüklenerek çekildiğini de duyabiliyordum. Artık boylu boyunca uzanıyordum ve Hüss'ün sevgilisi başımı ellerinin arasına almış yüzüme odaklı sesleniyordu. O ara suratına baktığımı hatırlıyorum. Benden çok daha büyük olduğu anlaşılan zarif bi kadındı bu. Bu yüzden alkolü bıraktım işte diyordu.
Hava aydınlanmış herkes gitmiş dükkan boşaltılmış ama kapısı sonuna kadar açık dışarıyı rahatlıkla görebildiğim o yerde üzerimde bir ceket örtülü olarak sandalyeler üzerinde gözümü açtım. Hemen ardından sağ tarafımın ayak ucunda sandalye üzerinde oturarak uyuyan çocuğu tanımıyordum. Gözünü açıp bana gülümseyince hatırladım. Akşam yolda bir kere göz göze gelmiştik ve bu biraz uzun sürmüştü. Çünkü bu gözleri daha önce hiç kimsede görmedim. Şimdi gülümseyerek bana bakıyordu.
Saat kaç? Aman Allahım sabah olmuş. Hemen eve gitmeliyim diyerek kapının önüne fırladım. Ne taraftan gideceğimi bilmiyor gibiydim, önce eski evimin olduğu yöne yani lojmanın bulunduğu konuma gittim. Sonra top sahasının olduğu yere evi taşıdığımızı hatırladım. Koşarak geri içeri girdim, bir telefonum olmalıydı ve yüzlerce kez aranmış olacağım gerçeği. Hah telefon burada diyerek uzattı çocuk, gece bir süre telefonumdan müzik dinlemiş. Baban sürekli arıyordu bende kapattım dedi. Hüss konuşmak istedi ama ben bu şekilde seni eve götüremeyiz diye düşündüm.
-Tamam, iyi yapmışşın gece mesaisi derim. Tamam, ben gideyim o zaman. Sakin ve düşünerek konuştuğumun farkındaydım.
-Eee git, kapıya dikkat! Bir dakika dedi sonra. Sorgularcasına bakarken, iki eliyle başımı tutup dudağımdan öptü. Şimdi git bence dedi.
Arkama bile bakmadan hızla uzaklaştım oradan. Neyse ki, kapımda bir bekçi yoktu ve ben gerçekten çalışmış gibi epey yorgun hissediyordum. Hemen uyumuş ve yeni bir akşam shiftine gitmek üzere otele dönmek için hazırlandım.
Bazen gün boyu yaşadıklarım aklımdan uçup gidiyor, mesela sen misin o gece bayılan. Midemin kıp kırmızı olduğuna yemin edebilirim, buda su içersem tekrar sarhoş olacağımın garantisidir ki, günlerce hiç bir şey yiyemeyeceğimi de biliyorum. Daha da kötüsü işten çıkana kadar sıvı almamalıydım. Yada aksine Frozen koktelyller. Ahh ahh iyi gelebilir.
Boş giyinme odasına kendimi nasıl attığımı bilmiyorum ancak soyunma odasının aynasının karşısında gömleğimi giyerken aynada kendime bir süre kitlendiğimi hatırlıyorum. Sonra eğilerek gözlerimin içine baktım.
Gözlerrr? ohaa! diyerek tepki vermişim. Sibi iş yerindeki tek dedikodu arkadaşım. Gözlerime bakarak gözünde bir şey yok ki dedi.
-Sanırım dün akşam ben birisiyle tanıştım, yada bu sabah bilmiyorum.
Anlatacak o kadar çok şey var ki, nereden başlayacağımı bilemiyordum. Şimdilik Sibi'nin bilmesi gereken, başıma daha önce hiç böyle bir şey gelmediğiydi. Bayılmış yada sızmıştım. Sibi sızmışsın dedi, ve ne kadar korktuğunu gözlerinden anlamak mümkündü. Ardından Hüss'ü aradık. O çocuğun kim olduğunu ve beni neden onunla yalnız bıraktıklarını sordum
Bu arada Sibi merakla telefon görüşmesini dinleyip, saate bakıp geç kaldık diye yakınıyordu.
Hüss o çocuğun ne kadar güvenilir iyi birisi olduğunu, onu sevdiğini bana bakmak istediği için sabaha doğru oradan ayrıldıklarını söyledi durdu. Arada iki kelimesinden biri" yakışıklı çocuk dimi, gözler gözler nasıl" oluyordu. Sonunda adını yaşını ve o anda aynı binada olduğumuzu öğrendim. Teşekkür ettiğimi söyle diyincede, Al sen söyle dedi. Çocuk telefonda! tamam sakin teşekkür edildi biraz bla bla evet evet, iyim evet evet. Sonunda bir dakika dedi.
Evet? Yeşil mavi gözlü uzun boylu yakışıklı bir sevgilin olsun ister misin diye sordu.
Ahh ne mütevazlik ama ! Sibi yüzünü ekşiterek kafa salladığını görebiliyordum.
Cevabım evet ise biri, şaka şaka, bunu söylemedi. iki gün sonra kendi telefonundan beni arayıp cevabımı öğrenecekmiş. Neden iki gün? aklımıza takılan tek soru buydu.
Soyunma odasından çıkıp, koridorun öbür ucuna ulaştığımızda Hüss ile karşılaştık. Asıl hesaplaşma burada oldu." Amacım sizi tanıştırmaktı, çocuk kaç gündür etrafında görmüyorsun, görmüyor! Napim, Düşün bir bakalım, geçen gün dışarıda konuşurken hemen arkamda oturuyordu. Kaç kere soyunma odasının önünde durdurdum seni, saçını çektim, iltifat ettim. Birisi de çıktı oradan, dedi yaa bu saçla adam boğulur diye. Sende adamla yatmıyorum dedin. Bil bakalım arkanda saçına dokunan kimdi? Bende son çare yanına gelip yürüyelim, bi konuşalım dedim. Olaylar çok daha iyi gelişti o ayrı tabii. "
-Hüss senin için pezevenk diyorlardı, doğruymuş.
-Hehehe boşver sen şimdi beni, evet diyeceksin dimi? iki gün sonra arayacak bak telefonu yapılsın." kendisi git gide uzaklaşıyor sesi de yükseliyordu. eliyle bir şeyleri işaret ediyor gibiydi. O çocuk arkandan ayrılmıyor senin, onu da bir zahmet diyordu.
" Ne çocuğu? Ayyyyy yaaaaaa"
-Allah seni, tühh! onunla mı birlikteyim deme sakın?!.
*Buraya kadar her şeyi unutmuş olabilirim. Makul. Ben birisiyle ne yapacağım konusunda hiç bir fikir sahibi birisi değilim. Duygusuzmuşum gibi gelebilir ama konu tam olarak oda değil. Ancak kendimi suçlu hissetmek için fazlasıyla neden sahibi biriyim.
Genelde yukarıdaki asansör önünde bekleyen, yanımdan geçerken bile nabzımı ölçebilen Roma heykelinin vücut bulmuş haliydi o. Bildiklerim benden genç oluşu, turizim işletmeciliği son senesinde olması ve galatasarayın at yapısında oynuyor olması dışında David Bacham'ın zirve dönemindeki haline benzemesi, hatta daha yakışıklısı olduğu gerçeği.
Gören senin burada ne işin var çocuk dercesine gözlerini alamaz, bazen nefesi kesilir.
Ama göründüğü gibi değildi ve benimle uğraşıyordu.
Asansör kapısı açılır açılmaz, Sibi bara hızlıca giriş yaptı. Ve ben arkadan bileğimin sıkıca kavrandığını hissediyordum. Tepeden bakan keskin bakışlar, Xrey gibi beni baştan aşağı taradı. Sende bu gün bir sey var dedi.
Her zaman ki gibi ben tabii?
Çok içtim cevabına, beni biraz daha süzüp kolumu bıraktı. O arada geçen bir iki stajer çocuğa gözüyle sinyal çakıp uzaklaştırdığını biliyorum. Onları nasıl eğittiği hakkında fikir sahibi değilim.
Tam bir iş adamı imajına sahip, giyindiği her şey yakışan ve orada giyindiği dandik üniformayla bile kusursuz görünen bu çocukta tehlike hissetmeye başlamıştım. Birisine söylesem inanmayabilirdi. Kim bir göz banyosundan şüphe duyar ki zaten. Benden istediği sadece bende gördükleriyse bunu günden güne hissediyor olmam da normal olabilirdi.
Sonunda sahaya geçtim ortalığın sakin olduğu her şekilde belliydi. Mesela geciktik diye kimse kıyametleri koparmadı. Bende yavaşça istasyonuyla uğraşan Sibi'nin yanına yöneldim. Cevabımın ne olacağını merak ediyordu. Ondan daha önemli bir sorunumun olduğunu belirtmeden geçemezdim. Gözümle istasyonun sonunda ıvır zıvırları toplamakta olan bay çok yakışıklıyı işaret ederek.
Sibi hiç bir şeyle alaka kuramaz haldeydi artık. Roma Heykeliyle olan biten bazı önemli şeylerin detaylarını basit bir şekilde anlatmaya çalıştım. O sırada gözden kaçırdığım bir konuyu fark ettim. Ne tesadüf ki Sibi de Beşiktaş bayan futbol takımında, gözlüklü biraz kilolu ince yüzlü genç bir kız. Benden olgun duran herkesin benden büyük olduğunu sanan garip bir psikolojisi var bende. Yani Roma Heykeliyle neredeyse yaşıt olduğu gerçeğini ve ondan hoşlanması için çok fazla nedeninin olabileceğini o an fark ettim. Söylediklerimin karşısında dondu, sonra başını kaşıyarak kafam allak bullak oldu. Sanırım işime dönmeliyim dedi.
Tam olarak aklımdakileri söylemiş olsam da küçük bir detay vardı benim Roma heykeli hakkında kafamı karıştıran. Kendisini amcasının büyütmüş olduğunu ve ailesinin onu istemediğini söyledi. Nedeni kardeşine bir şey yapmış.. yaptım dedi sonra yapmadım dedi. Emin değilim. Kurcalamak bana düşmezdi ama bu hoşuma gitmedi.
Peki onunla bu hikayeye nasıl düştüm; Sibi ile birlikteyken iş çıkışlarında doğrudan yanımıza gelmesi dikkat çekici bir durum değildi. Başka hiç kimseyle konuşmamasının nedenini de hiç merak etmemiştim. Hangi birimde çalışırsam çalışayım orada bulunup beni takip ettiğini de hiç düşünemezdim. Bunlar denk gelebilirdi, olağan şeylerdi. Hatta yemek saatlerimiz de öyle. Ben genelde yemekte yalnız otururum, yemek sırasında yapılan muhabbetler yüzünden zaman bitiyor ve yiyemiyorum. Ama müsaade almadan, tek kelime etmeden her defasında karşıma oturmasını da anlayabilirdim.
Yüzüme pek bakmayan, konuşmayan ve arada bir saatine bakan birisinden rahatsızda olamazdım. Aklımdan sevgililik namına hiç bir şey geçmedi. Ona dokunmak birlikte vakit geçirmeyi istemek gibi düşünceler yoktu. Benden biraz fazla küçük birisine ilgi duyamazdım. Ancak karşımda oturan gencin benden büyük olduğunu bilseydim biraz sohbeti deneyebilirdim.
Son zamanlarda daha sık karşımda oturuyor olması yüzünden mi bilmiyorum yaradılışı konusunda aklımın karıştığını hatırlıyorum. Tabii ki daha önce yakışıklı erkek gördüm! Bunun kadar kusursuzunu da, ama hiç biri ısrarla gelip karşımda sessizliğe bürünmemiştir. Bana inceleme fırsatı sunmak gibiydi bu. Saçlarının sarısı, dalgası aynı şekilde kaşlarının gürlüğü, bütünün çekiciliği. Karakteristik burun, dudak kıvrımları, çenesinin köşeli oluşu, uzun yapılı boyun ve kolları , kemikli ince uzun o tertemiz parmakları, teninin beyazlığı... Kesinlikle benden daha güzel, bu çocuk. Allahım neden yani diye sorası geliyor insanın.
Vakit dolmak üzere, suyumu bitirmem mi bekliyor galiba. O an sessizliği bozup saçmalamış olabilirim. Düşünüyorum da 30 yaşına geldiğinde çok başarılı bir adam olacaksın dedim. Saatine bir kez daha bakarak, bende öyle düşünüyorum dedi. (bugün daha 30 yaşında değil, bi kaç yıl arayla bugün hala benimle ilişim kurmaya çalıştığı için gözümden kaçmadı. otomotiv şirketi kurmuş) Bu cevaptan sonra yerimden kalkıp tabaklarımı bıraktıktan sonra kayboldum. Tuvalete gittiğimi fark etmesi bir yana beni kapıda bekliyor oluşu daha da şaşırtıcıydı.
Arkadaşız sadece, hatta bilmiyorum neyi paylaşabiliriz ki de arkadaş olalım. Bu durumda sadece iş arkadaşı. Pekala , saf filan değilim. Asansör önünde arkasında, bir anda karanlığın içinde belirmesi, toplantı salonlarında... şu kapılar artık benim yüreğime indirecek!
Tamam kabul şehvetlisin, çekicisinde karanlıktan belirme. Kalabalıktan rahatsız oluyor anladım, ne zaman etrafım insanlarla dolu olsa bu taraftan diyor. Beni birileriyle görmek istemiyor gibi. O birilerini kendine düşman etse de, kimseye tepki vermiyor. Bir gün tamam dedim kalabalıktan sıyrılıp merdivenlerden inmeye karar verdim. Neden herkes asansör kullanır onu da bilmiyorum. O gün evet bende bulduğu şeyin arkadaşlık olmadığını merdivenlerde baya şehvet dolu bir şekilde dudağıma yapışmasından anlamıştım. Yoldan çıkmaya hazır değildim, hayır 5 yaş küçük bu benden. Yoksa 6 mı? Neyle sınanıyorum!...
Geçmişin hakkındaki hiç bir şey u-mu-run-da değil. Sadece beni istiyor ama öyle bir isteme şekli olamaz. Siz büyük kadınlara böyle mi aşık oluyorsunuz! Hayatın bin bir türlü zorluğu var ve onlarca güzel genç kız varken, pırlanta paketler gibi beni paketleyemezsin. Birileri sürekli beni sırtlayıp götürecekmiş gibi gerginlik panik ve kıskançlık yaşıyor. Belki de ben bilmediğim bu duygudan korktum yada bu tamamen psikopatlık. Böylelikle birbirini takip eden olaylar zincirini de başlatmış oldum.
Sibi kafayı toplamış görünüyordu ama ben hala mideyi toparlayamadığım için Çilekli enfes bir Daiquriyi çaldım. Backraund da tam tadına bakmak üzereyken ince uzun kemikli kusursuz o ellerin gözümün önünden geçtiğini gördüm. Artık bardağım lavaboya boca ediliyordu. Sadece tadına baksaydım? Zorla güldüğünü görebiliyorum, bu konuda çok ciddi.
"Düşüyorum da benim burada son mecburi senem, bunu bana yapmasan.. hoş bi kaç ay sonra gittiğimde seni de Ordu'ya götüreceğim.... onu da nereden buldun!"
Alkol dolabından bir bardak black rom almanın kime ne zararı olabilirdi ki? Kilitleri anlaşılan cebimizde taşıyacağız bunan sonra dedi sinirle. Lafını böldüm, hatta hiç ciddiye almıyordum. İstekleri düşünceleri ne bileyim... Ah bunlar sadece hayal... Ama dokunuşu bazen korkutucu olsa da bakışları. Aşırı paylaşımsız olduğunu da bana bir anda sıkı sıkı tutunmasından anlıyordum.
Ne taraftan gideceğim, nereye oturacağımı artık o karar veriyor gibiydi. Kalabalık içine girmeden servise en son bindirip en ön koltukta ilk inen olacağım için her şey onun planlaması dahilinde gitmeye başlamıştı. Bazen evimin önüne vardığımda binaların arasından beliriyordu. Daha çok eve girip girmediğim yada yanımda birisinin olup olmadığıyla ilgileniyor gibi. Kısa ve net konuşur, gelecekle ilgili net ve emin kararları vardı. Tabii ki ister misin bile diye sormadı. Benim için yapacaklarını söylerdi. Gece mesajları aramalar bu da ayrı bir kontrol şekliydi sanki. Ama hiç bir zaman uzun süre durmaz giderdi. Yada sadece bir öpücük için karşıma çıkmış gibi. Tüm bunlardan hoşlandığımı söyleyemezdim.
Şarap olayı yanıma kaar kalmadı tabi, sanırım iki gün sonraydı. Gece otobüsten indiğim konumda yürürken karanlıktan belirdi. Belli ki top sahasnın az ilersindeki çocuk parkının orada benim gelmemi beklemişti. Varlığını fark edince ona doğru yürümeye koyuldum, epey bir karanlığa kaldığımıza emindim. Bakışlarından biri yada birileri tarafından bir şeyler duymuş olabileceğini biliyordum. Yada tamamen ona karşı planlı yapılan bir eylem vardı. Anlatsaydı bilirdim. Doğru yada yanlış deme hakkı doğardı. Sadece benim onunla oyun oynayıp oynamadığımda takılıp kalmıştı aklı. Bu cümleyi kurarken beni kendisine hızlıca çekip dudaklarıma yapıştığını şiddetle öptüğünü ve ellerinin yavaş yavaş boğazımda baskı yapmaya başladığını hissediyordum. Artık acıtacak derecede boğazımı sıkıyordu. Hiç tepki vermeden gözlerine baktım. Iııı-ıı sen yanlış yaptın diyebildim zorla. Beni bıraktığında telefonumu elimden almış olduğunu fark ettim. Her şeye ama her şeye bakmış olmalıydı, gezip dolaştığım biri yada birileri yoktu. biri bitmeden başka birisi olmazdı benim için ama gerçekte bir sevgilimin olmadığı da ortadaydı.
Zor nefes almaya başladığımı hatırlıyorum, o sırada ne söylediğini hatırlamıyorum bile. Telefonumdaki her şeyi sildiğini, söylüyordu. Sana verecek bir sevgim yok benim, söylediğim her şeyi unut hepsini geri alıyorum diyordu. Kaydırağın kenarına zorla oturup, sinirden gülmeye başlamıştım. Bir önemi olduğunu mu zannediyorsun dedim. Böyle bir tepki beklemediğini biliyordum. Yanılmadım bunu yapabileceğini biliyordum, bütün şanslarını yok ettin dedim. Arkasını dönüp karanlıkta kayboldu, ve gerçekten gitti. Şoka girmiştim, hem gülüp hem ağladım. Bu kabus olmalıydı, ben onu seçmemiştim ama yine de bu berbattı.
Kendime geldikten sonra başımı dik tutup o gece ki yere gittim. Herkes o gün ki gibi oradaydı. Muhabbetler gülüşmeler herkes keyifli görünüyordu. Uyuyup kaldığım o yerin kapısının açık olduğunu görünce içeri girdim. Tam ortada birisi oturmuş anlattığı her neyse etrafındaki insanlar onu dinlerken eğleniyor. Teomanın ses tonu değil miydi bu, tipide benziyor ama daha yakışıklısı konuşma tarzı oturuşu dahi neredeyse aynı. Sanki içerde talk show yapılıyor. Çocuğa biraz dikkat kesildim, oda beni fark etiğini biliyorum ama konuşmaya devam ediyordu. O sırada arkamdan beliren kişi,. Geldin mi, otursana, duracaksın değil mi ? Ben içecek bir şeyler alıp geleyim ikimize dedi. Olur diyerek bir sandalyeye oturdum. Bu çocuğu herkes tanıyor bu civarda hem de yıllardır, ve ilk kez denk geliyorum ama onu en iyi ben tanıyormuşum gibi hissediyordum. Tüm bunlar beş dakika bile sürmemişken Van kedisi alacaklarını alıp gelmiş, başka yere gidip oturalım mı diye soruyordu. Gözüm arkada olur dedim.
Biraz ilerledikten sonra nereye oturacağımıza karar veremeden Van kedisi "sana bir şey söyleyebilir miyim, lütfen beni anlayışla karşıla dedi. Merakla bekliyorum ne söyleyeceğini. "Benim kardeşim yıllardır burada, beni de o getirdi. Öz kardeş değiliz ama öteyiz. Demin biz birlikteydik seni görünce onu satmış gibi oldum. Oda gelsin mi bizimle" dedi. Kardeşim dediği kim bilmiyorum ama söylediği çok hoşuma gitmişti.. Tabii ki gelsin dedim. Orada oturan konuşan var ya demesiyle, bana bir mutluluk geldi. O Teoman mizaçlı şey, iyi ki vardı. Sürekli içtiği bira yüzünden herkes ona Bomonti diyordu.
Bu iki serseriyi henüz orada tanımıyordum. Yan yana oturmuş sürekli şakalaşan komik bulduğu anlarını anlatıp eğlenen bazen didişen laf sokan ikilinin karşında otururken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum. Beni hiç bir insanın bu kadar mutlu ettiğini de hatırlamıyorum. Hem de hiç bir şey yapmadan sadece varlıkları yetiyordu. O gece sadece ben onları dinledim, Bomonti ara sıra beni test ediyor gibiydi. Kendimi bu kadar doğal hissettiğim bir yerde kimse beni test edemezdi. Ama ilk testi geçtiğimi de bilmiyordum.
Bir ara ışıktan parlayan yüzüme bakıp "owww, one lan" diye bağırdığını duydum. Unutmuştum bile, boynumda iz olduğunu söylüyordu. Az önce şurada bir arbede yaşandı dostum dedim.
"Fallik lan bu, ciddi misin kız! Kıza vurulur mu?! Bizim gibi lan buda hahaah." Söylediğimiz her şeyde bir birimize olan benzerliğimiz rahatlığımız gün gibi ortaya çıkıyordu. Dostluğumuzun temelleri biz daha tanışmadan önce atılmaya başlamış gibiydi. Sonraki 3 yıl boyunca her gün görüşmeler devam etti gelenler gitti, kimi insanlar değişti hayat değişti ama hikaye daha bitmedi.
Bu hikaye o gün başlamış ama diğer hikaye daha bitmemişti. Kolay değil tabii ki öyle çekip gitmek. Daha uzun bir süre yüz yüze bakacağız, benim aklıma bunun için bir fikir geliyordu ama henüz işleme koymaya da hazır hissetmiyordum. Yok yok amacım onu yakmaya çalışmak değil, bu kolay bir yöntem olur. Zaten ondan nefret de etmedim, neden bilmiyorum ama en önemli şeyin sadece kendimi korumak olduğunu biliyordum.
Bir kaç gün beni takibi bıraktığını söyleyebilir miyim emin değilim. Düşününce hayır, beni asla bırakmadı ama alan yarattı. Umursamıyor gibi olmak onun işi değil gibi, yada yaptığından dolayı pişmanlık duymak. Daha da önemlisi hiç bir şey olmamış gibi davranan kadına karşı kayıtsız olmak. Benimse yapabildiğim en iyi şey bu, görmek istemediklerime hayali bir perde çekmek.
Birisiyle sohbete daldığımızda arkadan delici bakışlar attığını pek ağla görmezden gelebilirim. Ama o sipariş kağıdıma bırakılan telefon numarasını, randevu isteklerini veya yapılan jestleri görmezden gelmeyi asla başaramıyordu. Hatta benden önce o görüyordu. Telefon numaramı almışsın diyen karizmatik Barmen arkadaşın tavrı beni igrelti etse de, kağıdımdaki izi önceden fark etmiştim. Ne numarası?
" Sana not bıraktım?"
Bilmem derken neler olduğunu içimizde birisinin neler yapabileceği potansiyelini bilerek davranmak bana göre en akıllıca yöntemdi. Ama yavaş yavaş bu durumda açığa çıkmak üzereydi.
İlk kez koskoca Golf otelin en büyük barının arka tarafındaki koridorda ses yükseldi. Sarım Tılsım diye sert bir ses tonuyla birisi adımı söylemişti. Bu nasıl başladı bugün emin değilim ama arka taraftaki eşyaların çok sert bir biçimde sağ sola gittiğini görmek nasip oldu. Biraz insanları şoka uğratmış olabilir, ama biraz. Gerisi hikayenin ne olduğuyla alakalı çünkü, bu çocuk neden bu kıza beni delirtiyorsun diye bağırıyor.
Delirmek için özel bir nedenin mi var diye sordum sakince.
Barın içindekiler arka tarafa ne olduğunu anlamak için koşarken daraldığı için açtığı gömleğinin önünü geri toparlamaya çalışıyordu. Barmen çocuk yaptığı numaraları kimin yok ettiğini bulmuş olabilirdi ama konu bu değildi, sadece kırılmış olduğunu gördüm.
Karşımdaki çocuk herkesin içinde bana bağırıp hesap sorabiliyordu. Ne oluyor diye dehşetle bakanlara defolun diyordu. Cesur ama düşündüm ki, neden kimse karşında duramıyordu. Kimse gayırmıyordu onu ama rest çekebilende yoktu.
Kovulsun istemezdim gitmek benim hayalimdi. Sadece ondan uzaklaşmak için değil, sadece çalışıyor gibi olduğum yerde bulunmak bana göre olmadığı içindi. İşimi hakkıyla yapabilmeliydim. Neredeyse herkesin benimle ilgilendiği bir yerde olmak kendime saygısızlık gibi geliyordu. ilği duyulmak için hiç bir zaman uğraşmadım ama bu sektörde genç bir kadın olmak bana göre lütuftan çok erkeklerin yarışacağı biri haline getirdiği gerçeğini anlayabiliyordum. Çok içiyor olmanın da verdiği o özgüven dış görünüşten daha baskın olduğunun da farkındaydım.
Bu çocuğun herhangi birisini elde etmesi sürpriz değildi ama bu gerçek bir sürpriz oldu herkese. Fısıltılar ne diyor. Artık rahat bir soluk alabilirlerdi. Sonraki günler bay ve bayan Smith gibi olduk. Sürekli otel içerisinde yer değiştiriyorum, değiştiriliyoruz. Toplantı alanları bile değişti ama bu sorun çatışmayı engellemekten çok hadi bakalım daha ne kadar ileri gidebileceksiniz dercesineydi. Topluluk içindeki bakışlar, net bir gerginlik sebebi. V.i.p alanı u şeklinde ve her gün o deri koltukların üzerinde dakikalarca oturuyoruz. Herkes girişe kurulurken duvar arkası bize kalıyor. Sonrası biraz sıkıntılı tabii, kameradan izlendiğimizi düşünmeden edemiyordum ama Roma heykelinin elimi tutup kendine doğru çekerek beni sevmeye çalışmasına engel değildi. Sıkışıklık hissi, açıklayım. Bakmaya doyamadığınız biriyle olmak isterken asla onun doğru kişi olmadığını bilmeniz. Yaş konusu mu, unuttum. Çünkü o benim bakıcım gibi. Sorun şiddet. Evet nokta.
Bir gece fırsat ayağıma geldi, pek sevgili müdürüm benim ne kadar naif hanım hanım bir kız olduğumdan içtenlikle bahsediyor. Karşısındaki müdürse benim ne kadar profesyonel bir içici olduğumu gözleriyle deneyimlemiş. Tarif ediyor, long bardağını Black Romla fullendiğini gördüm. Misafiri merak ettim. Misafir yok abi, misafir yok! tekleme içti. Koladır oğlum o abartma, bir kere içse sarhoş olur bir şey olur, dese de ikna edememiş.
"Abii gram sallanmıyor bu kızı alkol, dakikalarca izliyorum. Tam bir profesyonel!"
Profesyonelmiş, içmenin de profesyonelliğini bunlardan duydum. ben içemiyorum öyle demiyor da... şimdi bu konuya açıklık getireceğiz . kola olabilir pek tabii. Roma heykeli bi bıraksa içeceğim de, sürekli takipte. gördüğünü döküyor. Bende diğer barlarda işimi halletmek zorunda kalıyordum. Yada restorancılar getirmeye başlamıştı.
En iyisi mi, benim bir fikrim var dedim. "Siz benim için kendinizi hiç yormayın, ben şuan bu kapıdan çıkıp gideyim. "
Hadi birlikte gidelim dedi gülerek, yolda hala kola mıydı değil miydi onu tartışıyordu. O otobüse o gün son binişim oldu, Van kedisiyle de ilkim ve sonum.
-Hadi bakalım anlat naptın yine, heh"
-Sadece biraz rom."
-Tabii, tabiiii bilirimmm.... Müco duyuyorsun dimi aç gözlüyü. Aç gözlü pislik... hadi cin ısmarlayalım. Olur oluur, aççç. Van kedisi en ufak açığınızla saatlerce dalga geçebilir. Sinirlenmeye başladığınızı anladığı an kollarına alır sıkıştırarak öper sever koca ağızını yayarak güler. Siyahi hatlara sahip kumral bir çocuk, şeytan tüyü var onda denir. Ama şeytanın kendisidir. fiziksel zarar vermez, aklınızla oynar. Ama ben onun aklıyla oynamaya başladığımda yolunda olmaktan nefret ettim.
Bir süre iş aradım kolay olmadı, malum Ağustos ayı personel açığı yakalamanın zor olduğu bir dönem. Kimsenin desteğini de istemiyordum. Ancak başka bir şefimin telefonuyla kendimi yeni otelimde buldum. İnat çözüm olmuyor bazen. Çalışırken içmek mi, hıhhh. Roma heykeline de çoktan veda. Bazen mesajları içime otursa da, yok yok. Akıllı ol kızım kapa gözünü sil o mesajı, hop tamam geçti.
Aylar sonra Van kedisine kızıp lojmana gitmiştim.. Arkamdan sarılarak beni zapt etmeye çalışmanın faydası olmayacağını anlayınca her zamanki gibi B planına geçip kaçtı. Kaçtığını yönü biliyordum. Ancak o sırada bahçenin tam ortasında duran büyük bir masanın etrafında oturan topluluğu fark ettim. Tam ortasında oturansa Roma. Koluna bir kız sümsük gibi yapışmış dururken o kasılarak oturuyordu. Bende durup karşısına doğru gidip dikilerek suratına dikkatle baktım. Ve o on puanlık o soruyu sordum.
-Sevgilim ne tarafa gitti gördün mü?
Masanın yanından geçip giderken bana nee senin sevgilinden diye bağırıyordu. Suratının düştüğünü ve delici bakışlarını son kez o gün gördüm. Bunu yapmasam o bana gol atmış olacaktı, mazallah.
********
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Vaktinizi ayırıp okuduğunuz için teşekkürler. Yorum bırakmayı unutmayın ... ^.^