2.07.2017

Paramparça - 3,5


Bizdeki ilişki kavramı okulların açılmasıyla birlikte sevip de kavuşamayanlara dönüştü. Çocuk haliyle sürekli ilgi bekliyor ve zaten muhabbet edeceğiz diye gecemizi gündüzümüze katıyoruz. Onun durumu okuldu iş hayatıydı derken hepten yorucu. Birde üzerine bana sürekli vakit ayırmaya çalışması yüzünden haliyle bilgisayar başında uyuklayarak sabahlar oldu. 
 Mevsimi kışa getirdik, yarıyıl tatili fırsatı çıktı karşımıza ben buluşmayalım diye hala atla kara bir seçiyorum. 

“Ehehe bu gidişle bilgisayar başında yaşlanacağız dimi.”

“Hahha, alemsin ya daha neler…”

 Trajikomik aslında. Odadan çıkıp da “ya anne baba ben manita yaptım. Gece gündüz de onunla görüşüyorum” diyemiyorum. Madem öyle düşündüm taşındım, vakit kazanmak için olaya son noktayı koydum. “Abim yakında askere gidecek ya hiç riske girmeyelim simdi, o zaman rahat rahat dolaşırız” dedim.. Heyecanlandı bu tabii, anında plan proje içersine girdi. Sabırla dört ayın geçmesini bekledi.

O arada artık soğuktan geberiyorum odada! Yaz boyu güneş görmeyen odadan kışın böyle bir torpil beklenilmez tabii. “Burası ne kadarda soğukmuş” diyenlere karşı, rahatsız edilmemek için inatla “yooo çok iyi sana öyle geliyor” demelerimde eklenince çaresiz kaldım iyice. Ellerim morardı tuşlara dokunamaz hale geldim. Baya vücudum takırdıyor benim ya, birde ani hareketle zayıflıktan kemiklerimin birbirine çarpması yok mu canımdan can kopuyor sanki. En kötüsü de Atom’un kamera açma isteği ve benim güzel görünme çabam! Babaanne kazağıyla oturduğum halde, güzel görünmek için bildiğin soyunuyorum! Aslında odadan hiç çıkmadığım için rahatlıkla en az üç gün aynı pijamayla yaşayabilirim de.

“Merhaba aşkım bugün nasılsın?” Iıııııııı donuyorum çaktırma. Üstümdeki askılı tişörtle muhteşemimmm zaten. “Sen o halinle üşümüyor musun?” diye soruyor ardından. Aaaa olur mu canım burası sıcacık terliyorum ondan. Yarım bi beynim vardı oda buzlandı. İlla güzellik arayışındayım düşünemiyorum ötesini. Hiç aklıma gelmezdi, sevecekse beni her halimle sevsin demek. Üstelik dış görünüşe bakıp kalacak biri de değil ama... Zaten kimden ne gizliyorsam, aynı okul aynı mahalle geldik kaç yaşına giy cuvalı otur işte. Olur mu? Güzel görmesi lazım!  Sonrasında da kamerayı artık kapatsak mı diye adamın gözünün içine bakar gibi ekrandaki görüntüsüne bakıp duruyorum oda sanıyor aşktan. Birde sayıklıyor “sen az üşüyor gibisin ama neyse” diye. Sormasana oğlum ne yapıyorsak aşkımızdan işte! Bu erkekler de olmasa saçlarımıza bile dokunmayız daa. Vururuz kilonun dibine dibine uçuşsun pireler götünde! Yinede aşk için yar için komple vücuda ağda yapar, gene de gık demeyiz biz.

“Bitanem sana bir şey soracağım bana dürüst davranıyorsun değil mi?”

“Evet” (yalan)

“Yani benden hiçbir şey saklamıyorsun”

“Tabii ki”

“O çocukla gerçekten öpüştüğün doğru mu?” Hayda! Durmuş, durmuş neyi tutmuş içinde. Bu iş direk inkar edilmeli. Alt tarafı okulda buna inat çıktıgım birinden gelen o anlık öpücüktü yani… tek farkı bütün sınıf gördü! Hemende yetiştirmisler. 

 Arada bir böyle sorguya çekip, her zamanki gibi uykuya daldı mı rahatlıyorum. İrkilip tekrar konuşma çabası içersine girse de. Onu öyle kameradan izlemeye doyamayıp  ekran görüntüsünü alıyorum. Bir yandan da için el vermiyor kıyamıyorum, arayıp yerine yatmasını söylüyorum. Tamam, o zaman ben yatayım ama kamera açık kalsın diyor bu kez de. Onun aklı uyumaktan çok bende olduğundan zorla kapattırıyorum bilgisayarı. Durur mu tabii teknoloji konuşuyor, telefondan aşk mesajları gelirken sinirleniyorum bazen. Aaa yeter ama ya! Uyumak istiyorum, yat hadi. Sonunda bütün gece ona sarılır gibi koynumda telefonla uyuyup kalıyorum.

 Sevmek güzel. Mutluyuz ama her seferinde uzaktan sevmek zorunda kalmasam daha bir başka olacaktı.. Tam kavuştuk ohh be diyeceğim yerde, acı çekiyorum. Tarihte adı geçen aşklar gibi beklediğim yetmiyor, birde bekletiyorum. Bok var yani! Soruyor bazen “beni neden seviyorsun?” diye. Ulan ben biliyor muyum sanki nedenini, oturup liste çıkartacak olsam gene işin içinden çıkamam. Yazmakla da anlatılmaz zaten. Hangi şair aşkı tam olarak anlatabilmiş ki zaten şiirlerinde. Eksik ya da tam seveceksin mecbursun çünkü aşk böyle emrediyor. Gözün gördüğü engeli yürek kabul etmiyor.

  Seviyorum desem, “bir gün sevmeyeceksin” diye de ekliyor. Hayatın nereden çelme takacağı belli olmasada bu sözü mantığıma sığdıramıyorum. Kalp bu kaç kişiyi sığdırabilir ki bir bedene?
Unutursun diyor ama unutmanın anlamını bilmiyor. Unutmak aynı zamanda bir yerlerde iz bırakmak demektir. O yükü bir kenara bırakıp, vazgeçmek demektir. Hem öyle sevmek için, sevişmek dokunmak şart değil ki. Anlatamıyorum, ulaşamadıkça değeri artıyor, daha bi seviyorum.

 Geleceği düşünmek için çok erkendi, düşünmemekse büyük bir kayıp gibi. Ama her ilişkinin başlama amacı olmalı çünkü amaçsız aşk yaşanmıyor. Sonra bi bakmışsın onun adı aşk değil, vakit geçirmek olmuş. Her insan bu yüzden gerçek aşkı arar ya işte, ararken de vakit geçirir ve vakit geçirmek bence sadece mutsuzluğu getirir.

 Bende birlikte vakit geçirdiğimiz o anlarda aslında hiçte mutlu olmadığımı fark ettim. İş bu raddeye vardıysa ben bitmişim demektir. Ben onu uzaktan sevmeye alışığım ama sanmıyorum ki onunda benimle zaman kaybetmek isteyecegini. Çok daha fazlasıydı söyleyemedim...
 Ve biz yıllarca çifte kumrular gibi görüşüp, sonradan ayrılığa düşecek insanlar değildik. Ama ayrılıktan varlığa geçmeye çalışan aşıklar olmayı çok denedik. .

***
 Biraz vicdan azabı, biraz da özlem sürekli kabuslar görmeme tek neden. Ağlıyorum, böyle olsun istemiyordum. Beni niye bıraktın demesine rağmen ısrarla, sevdiğimi söylüyorum. Ulaşmaya çalışsam da, hayatım avuçlarımın içinden kayıp gidiyor ve ben debelenerek uyanıyorum.

 Mavi devamlı mesaj atıyor “Atom seni soruyor” diye. Artık ona bile bir şey söyleyecek yüzüm kalmadı. Görüşmüyorum, ne bileyim ne dersen de diyorum. Sonra soruyorum iyimiydi diye. Görmeden pekiyi olduğuna emin değilim aslında. Hayat bu bir zamanlar sen onu kovalıyordun, şimdi o seni. Demek ki böyle olması gerekiyor bazen diyerek ekliyor Mavi. Evet, belli düşünceler altında eziliyoruz ama hayatın bize ne sunacağını hiç bilmiyoruz. Sonu bilmeden de kararlar almaya devam ediyoruz....

***

Uzun düz bir yolda ağır adımlarla ilerlerken, karşıdan bana doğru gelen Atom’u fark ettim. Geri adımlarla kaçmaya başlayarak, ne yapacağımı bilemez halde şaşkınlıkla karşıma çıkan ilk kapının arkasına saklandım. Bana doğru aynı tempoda yaklaşarak kapıya doğru eğildi ve elini uzattı. Neden oraya saklandın? Yeniden panikle uyandığımda kursa geç kaldığımı fark ettim! Alelacele giyinerek sokağa kendimi attım ve dolmuş olmadığı için bitmek bilmez mahalle yolunda acele adımlarla koşarken gördüğüm rüyanın etkisiyle sürekli etrafıma bakmaya devam ettim.

 O kadar çok özledim ki aslında gelse gerçekten çıksa karşıma kolumdan tutup sürüklese bile giderim. Ama artık gerçek olmayacak kadar imkânsız, hayalden bile uzaktı benim için. Ne kadar da çırpınsam sanki beynim artık onu istemiyor. Yüzüm yok belki, hep ne derim korkusu da içimde bir yerlerde.

 Günün ilerleyen saatlerinde ne rüya, nede Atom kaldı aklımda. Sadece dalgındım biraz ve ağır bir şekilde yürüyordum. Böyle durumlarda nedense hep gökyüzüne bakarım. Gökyüzüne baktığımda sanki dünya yok gibi gelir. Farklı bir hayat vardır yukarda ve ben yerde değil orada yürüyor muşum gibi hissederim. Huzur bulurum sadece gülümserim. 
Neyle karşılaşacağımdan habersiz bulutların üstünde bir süre süzülerek ilerlerim. Yoldan bi aracın geçmesi, en ufak bir çıtırtı bu sihri bozar dünyaya pat diye düşerim halbuki. Ve ben yine düştüm dünyamdan, Tam gördüğüm gibi işte, daha bu sabahtı uzun bir yol ve önüne bakarak ilerleyen Atom’u gördüğüm o an. Tamamen bilinçsiz şekilde yolun kenarından gerisin geriye koşmaya başladım. Beni fark etti, kafasını yerden kaldırarak bana baktı bense yalnızca koşmaya devam ediyordum. Derken duvarı olmayan bir bahçedeki çalıların arkasına sakladım.
Uzun zaman sonra onu ilk kez görüyordum ve çok zayıflamıştı. Bense her şeyden sonra kilo almaya başlamıştım. Çalılıkların oraya doğru yaklaştı ve eğilip ağaçların arkasındaki beni görmeye çalıştı. Biraz kenara çekildim, bu kez diğer taftan bakmaya çalıştı. Hiçbir şey demedi, ne sordu, ne merak etti. Durdu dikildi baktı ve gitti.İnsanlar haklı, severken ayrılmak hiç bu kadar kolay olmamalı. Göz görmeyince gönül katlanır derler ya, görmedikçe katlandım. Karşıma çıktıkça da yaralandım.

***

Aylar sonra bir akşamüstü merakıma yenilip, farklı kimlikten adresini ekledim. Şimdiki gibi Facebook olacaktı var ya hiç aklım kalmazdı ama Msn öğle değil tabii, görüşmek istemediğin birini silersin sorarsa da adres değiştirmiştim ya da giremiyorum diyerek sallayıp işine devam edersin. Aklın takılınca da böyle Zeynep bile olabilirsin. Birde karşı taraf Zeynep olduysa işte o zaman vay haline. Bütün foyan ortaya çıkar işte. İlk kez olduğu gibi yine o anda ulaşabildim ona. Her nasıl olduysa anladı benim olduğumu saniyesinde ileti gönderdi. Beni niye bıraktın? Ben buna nasıl cevap verebilirim ki diye düşünürken o art ardına sıraladı. “Şimdi niye ekliyorsun?” “Ne yapmaya çalışıyorsun?” “Ben sana ne yaptım?” “Konuşsana!”

“Bilmiyorum” diyebildim.

“O okulu bırakman hataydı Tılsım! Sen okulla birlikte beni de kaybettin. Hayatını mahvettin görmüyor musun? O bilgisayar karşısında yaşlanıp çürüyeceksin!”

“Sana o kadar da söyledim bir gün beni sevmeyeceksin diye.”

“Sevmediğimi kim söyledi” dedim bu kez.

“Güldürme beni, utanmadan birde sevdiğini mi söylemeyeceksin?”

“Hayır.”

 Fotoğraf yollayarak bak dedi. “Bu benim yeğenim sen beni bıraktığın zamanlarda ablam hamile bile değildi! Düşün aradan ne kadar çok zaman geçmiş!”

 Bana karşı ne hissetmiş olabilirdi, bu hale nasıl geldi, beni gerçekten sevebilmiş miydi? Diye düşünmek aklıma hiçbir zaman gelmedi ama bütün öfkesini bir anda üzerime kustuktan sonra aslında hiç umurumda değildin, değilsin de tavrını kolaylıkla takındı. Sonrasında üniversite için İstanbul’a gideceğim sonunda benden kurtuluyorsun diye konuşunca bu kez inanmadım çünkü daha önce tıpkı bunun gibi bi oyun oynamıştı bana.

“Babam İstanbul’a dönmeye karar verdi, birkaç ay sonra gidiyoruz” diyince oturup baya hüngür, hüngür ağlamıştım. Ağladığımı görünce de bin pişman olmuş şaka yaptığını söylemişti.
O zaman inanmıştım doğru olabilirdi, çünkü annesi ölmüştü ve babası artık yalnızdı. Ve ben şerefsiz! Ağlayan ben değilmişim gibi, onu en zor günlerinde yalnız bıraktım. Oluruna bırakmak belki de çok daha iyi olacakken sessizce veda etmeyi seçtim! 

 Sonra inanmadım da ne oldu! İstanbul’a değil, Eskişehir’e gitti! Esas ondan sonra her şey içime dokunmaya başladı zaten.

***

Telefonla artık internette girilebiliyor dedim, şanıma yaraşır en son model bi telefon aldırdım. Ondada abim hemen bilgisayarı sattı, parasını cukkaladı. Atom'da sonunda facebook kervanına katılınca, benden has avrat mı bulacak diyerekten azcık ucundan eklemiş bulundum. Onu kontrol edeceğim derken de, abime küfredip telefona kontör yetiştiremez oldum.

Eskişehir’e gitmesi canımı çok yaksa da düşünce kızamıyordum da. Okuyacak tabii! Tühh benim suratıma! Bi liseyi bile bitiremedim bak ya. Valla okumadım diye beğenmezde şimdi beni. Üniversite hayatı falan, kızlar kesin aklına girerler diye kendimi yedim bitirdim sonra.

  O zamanlarda da face’den takip edeyim çocuğu, durum bildirisi yapsın falan yok, sahi ne zaman çıkmıştı bu olay bilmiyorum ama bana inat yapar gibi tık kelime yazmıyordu. Konum bildirisi olmasa da, hissediyordum geldigini.  Aynı havayı soludugumuz anda kokusunu alıyordum sanki..
Mahalleye sabah ve akşam olmak üzere çalışacak tek bir dolmuş getirmişler. Artık meraktan mıdır nedir, kim derdi Atom’un da aralarına girip oturacağını. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezde hele ki öyle bir zamanda. İlk kez işe girdim ve dönüşte dolmuşun camının önünde mahalleden bir arkadasimin bana bakıp gülümsediğini görünce. Aynı sekilde gülümsedim. Ancak  eliyle bir şeyler işaret ediyordu sanki, gözlügüm olmadıgından anlayamamış olsam da  aynı sekilde el sallarak anlamış gibi yaptım. Yaklaştıkça görüntü netleşti tabii, dolmuşunu kapısını açmamla kapatmam bir oldu o anda. Bir anda karşımda kör gözüme nispet, onunla göz göze gelince nefesim gerçekten durdu, ne yapacağımı bilemedim. Etraftakiler bana bakarken dönüp gitmek mantıklı değil ama saniyesinde gözümden dökülen şıpır şıpır gözyaşlarıyla devam etmek en büyük yanlış olabilirdi. Ne yapmam gerektiğini bile düşünmeye kalmadan, koşarak ana yola çıktım rasgele bir dolmuşa atladım gittim. O kadar çok şey birikmiş ki içimde otururken dahi öylece gözlerimden yaşlar kendi kendine boşalmaya devam etti. Herkes yüzüme bakıyor sanki ama ben kimseye dönüp bakamıyorum. Sayıklıyorum sadece, özledim, özledim, özledim…

Arkadaşı mesaj atmış çok ayıp ettin sen diye, sonunda hep kendimi suçlu hissetmiş oluyordum işte. Birkaç gün sonrada “niye kaçtın?” diye Atom’dan mesaj geldi. Anlıktı işte bilmiyorum dedim. saydı sayıştırdı sonra, niye böylesin de, saçmalıyorsun da, beni çok gözünde büyütüyorsun falan filan. Sonra sakinleşince biraz konuştuk. Üç gün boyunca da etrafıma baka baka yürüdüm yollarda. Bu kez gerçekten karşıma çıkmasını o kadar çok istiyordum ki ama derler ya beklenilenler hep vazgeçtikten sonra gelir.

Birkaç gün sonra ögrendim, gitmiş. Tekrar arayıp 15 gün sonra geleceğini söyledi. Tamam diyerek dolmuşa bindim, kimse yok nasılsa diyerekten kendi resmimi çekmeye koyulmuştum ki mesaj geldi. “Dolmuşa geliyorum sakın kaçma!” Ahahaha komik adama bak sen. Nee! Dolmuşa mı dedi? Jeton yeni düştü. Hemen sağ sola bakıp, Ayna kontrole geçtim. Saçlar tamam zaten saçtan başka bir bokta yok ki bende! Kaş, yüz, göz, burun, kulak taraması yaparken beş dakika da değiştirecek değilim ya, aynayı elime almamla koymam bir oldu, pat diye gelip yanıma oturdu. Vay uyanık seni, cidden kaçmayım diye yakınındayken mesaj atmış! Sonra dibime oturdu, sonra baya, baya dibime oturdu. Sıkıştım kaldım. Tek kelime de etmiyor var gücüyle yaslandı üzerime. Ne yapmaya çalışıyor anlamadım, saçlar sakallar uzayıp birbirine girmiş zaten baktıkça da içim kopuyor. Bende onun gibi tek kelime etmedim. Üzerime yaslanmış halde nasılsın dedi. Öyle bi, ciğerime oturmuş ki valla zorla “iii” diyebildim. Hiç iyi değilim,
kızamıyorum da in tepemden diye. Aksine utanmasam bin bin diyeceğim. Vay feleğin çemberine sokun beni, bu hale beni bu çocuk mu getirdi? Öyle de bakıyor ki tut kopart etlerimi çiğ çiğ ye beni der gibi. O an hiç bitmesin diye düşünürken, ineceğim yere de geldim. Aslında ömrümüzün sonuna kadar o koltukta birlikte yaşayabilirdik. Ben varım onunla valla bir ömür oturmaya. Ya da dolmuş kaza yapsın, içinde sadece biz ikimiz ölelim. Tüm dünya duysun aşkımızı! Bu aşk şehirler arası dolmuşta bitmemeliydi, gidecek daha çok yerimiz olmalıydı. Düşünmekten de doyamadım bu aşka, gözünün içine boş boş bakmaya fırsatım olmadı. İlk defa temas ettik, ondada sarılmayı bile akıl edemedik!

 Ertesi gün mutlu mesut yeni düş ve umutlarla işe gittim. Oda Eskişehir’e! Bir insan bir şehri hiç görmeden nefret edebilir mi? Sanki hiç dönmeyecekmiş gibi o gittikçe ben nefret ettim işte. 

***
Gelir gelmez hemen iş aramaya başladı. Dur soluklan biraz derken bir hafta sonra kafenin birinde işe başlayacağını söyledi. Ay nasıl gurur duydum var ya! Hem okuyup hem çalışıyor canım benim. Gerçi çalışmasında ne yapsın, babası da evlendi!
Kendimden de utandım tabii sonra. Ufaldım karınca gibi oldum, ezildim resmen lavabonun deliğinden şutlandım. Daha elim ekmek bile tutmuyor. Sinirlendim pat diye istende ayrıldım. Kaldım yine evde. Yarın öbür gün davul bile dengi dengine derse, ya okurum ya da gider okulu satın alırım herhalde diye düsunmeye basladım. Biliyorum kaldıramam ben bu lafları anca oturur, baba parası yerim ben böyleydim işte, düşünmeden de edemiyorum.

 Sağ olsun işe başlar başlamaz sana ne alayım diye sordu, sormasıyla bile dünyayı önüme serdi. istemeyince bir kaç hafta sonra rahat rahat konuşup mesajlaşalım diye yeni bir hat almaya kalkınca bana hemen koşa koşa gidip kendim aldım. Her gün saatlerce konuşmaya başladık. Hatta öyle bir saldık ki kendimizi, artık ne konuştuğumuzu da unutup saçma sapan nedenlere tartışır olduk.

 Neyse ki sabah akşam derken, birde bunun gecesi var oda eklenince yine horlama sesleri yükseldi. Yeniden duydum ya, nasıl şükrettim!

Kapatıyorum artık uyusun diye. Beş on dakika sonra kendine gelip arayarak “ya canım telefonu yüzüne kapatmışım herhalde” diyince başlıyorum gülmeye. Adam farkında bile değil ki uyuduğunun bir de soruyor en son nerede kalmıştık diye. Bir yerde kaldığımız yok ama o telefonun açık olması bile bizi birbirimize bağlamaya yetiyor du sanki…

Gece muhabbetimiz iyi olunca abim kendi kendime konuştuğumu sanıp delirdiğimi düşünmüş. Annemi de alarak durumumu bildirmiş, sonrasında malum artık kapının önüne dizilip beni dinlemeye başlamışlar. Bizim kadın durumu anlamaz mı, pat diye içeri girdi. O anda telefonun üstüne oturdum. “Sen kiminle konuşuyorsun?” diyince, söylediklerine anlam veremez gibi şaşkın görünmeye çalışarak, hiç kimseyle dedim. İyide sesin geliyordu. Sen iyi olduğuna emin misin?

“Size öyle gelmiş olmalı, bu saatte gecenin bir yarısı ala ala kiminle konuşabilirim ki?”

Ne söyleyecektim, kızınız samanlığı nasıl seyran edebilirim acaba diye planlar yapıyor ama üzülmeyin niyeti ciddi mi? Haliyle gizleme gereği duyuyor insan. Aslında hepside biliyor du sevdiğimi, kendisi lafta abimin arkadaşı ya, duyar duymaz yetiştirmişler. Çok umurumdaydı hıhh, aşık oldum diye suç işledim sanki, oldu birde bunun için dayak yiyeyim bari. Bir defa böyle olunca ikincide kafama yastık basarak konuşmayı denedim. Uyuyor numarası yaparım nasılsa diyerekten, bu plan iki kez işledi üçüncü de yakalandım. İnternet olsa böyle mi olurdu ya neyse… Uyanık anam aldı elimden telefonu baktı, yok bir şey. Kapatmıştım ama kadın uyanık işte sıcaklığından çözdü işi! Gerçekten çok konuşuyormuşuz ya o zaman anladım kulağım gibi telefonda ateş gibiydi. Tamam, itiraf ediyorum diye sırıtarak söyledim. “Atomla ....”

“Bu saatte mi? ne konuşuyorsunuz?” diyerek dinleme pozisyonuna geçti. Ana yüreği işte dayanamadı.

“O değil de sen çıksana dışarı. Uyuyacağım ben” diyerek aldım telefonu elinden. Yalandan da olsa vurdum kafayı yattım. Ardından yeni taktikler aramaya başladım tabii, böyle durumlarda çalışmayan zekâm bir anda çalışıyor işte. Pike ve yastık olmak üzere iki suç aletini de yanıma alarak gar dolabın içini işgal ettim. İşte fazla eşya sevmeyen kızın gözünü seveyim, hemen pikeyi sererek yattım dibine. Kucağıma da yastığı alarak sesi engellemiş oldum Kötü yanı o dolaptan çıktığımda soluksuz bir sevişmeden çıkmış gibi oluyor.

***

İnsan sevdiğini tarif etmekte ne kadar çok zorlanır, her gözüne gözüken sanki başkadır. Başkalarının itici bulduğu ne varsa hoş görür. Dünyanın en çirkini bile olsa mutlaka kusursuzdur. Seneler geçmesine rağmen görünürde hiç bir şey yok. Elini tutamadım dokunamadım sıcaklığını hissedemedim ama ne olursa olsun sevmeme engel olamadı. Gözlerinin içine bakabiliyorum, onunda gözlerinde kendimi görebiliyorum. Bir şeyler eksikte bile olsa ruhumu ona taşımama yetiyor aslında.

Ruhunla sevmek diye bir şey varmış işte, tüm kalbinizle, zihninizle hatta tüm hücrelerinizle seversiniz ama dokunamazsınız. Hatta dokunma ihtiyacı duymazsınız bile. 

Bazen ben, bazen o ama konu ne yapıp edip evlenmeye geldiğinde, alttan almak yerine birbirimize dayılanmayı tercih ediyoruz. Buda benim çok öfkelenmeme denen olsa da belli etmemeye çalışıyorum. Her şakanın altında bir gerçek vardır derler ya “evlenirsen beni sakın çağırma hatta düğününü sakın buralarda yapma. Yoksa gelir seni orada vururum” diyerek gülüyorum. Oda “Olur çağırmam, seninle evleneceksem yani” diye dalga geçince, bende akan sular duruyor. Hatta benimle evlenir misin demiş gibi kabuğumdan fırlayıp uçuyorum. Hadi yaaaa, diyorum. Bu kez de o yanlış algılıyor!
 Ya bende zaten buralarda yaşamayı düşünmüyorum artık. Ne demek bu şimdi? Yaşamayı düşünmüyorum falan, yaşama istersen de ben ne olacağım diye düşünerek sinirleniyorum. Neden diye soruyorum. Eskişehir güzel yer. Alıştım da, yerleşirim ben artık oraya diyor.

Antalya ne? Bok mu? Bu böyle söyledi ya nasıl daraldım, sanki her an kalkıp gidecek. Resmen bensiz bana karşı hesap çıkartıyor. Ben istemiyorum ki gitmesini bile ne demek yerleşmek. Gerçekten düşüncesiz bu erkekler! “İyi sen bilirsin” desem de, sen sev oraları benim olmadığım her yeri sevmeye de devam et demek istiyorum.

Tıpkı bir zamanlar onun bana sorduğum gibi “canım biz ne zaman buluşacağız” dedim. Buluşuruz cadım benim şimdi ben çalışıyorum diyince hak verdim tabii. Peki, ne zaman diyince, o kolayda abin sorun çıkartıyor dedi. Abim mi? Ne alaka bu şimdi? Kafam karıştı anlam veremedim düdük oldum resmen. Gerizekalı mısın oğlum, sen ne yapacaksın abimi? Desem diyemiyorum da, “nasıl yani?” diye sordum. Ya gel git sıkıştırıyor, ne bileyim sen sorun yaşama diye diyorum diyince, He öyle, önemli değil ya. Son zamanlarda biz senin muhabbetini bile yapıyoruz onunla. Merak etme hem her abi yapar öyle dedim.

“İyide illa bir sorun çıkarır o biliyorum.”

Valla iyi tanımış ama sana ne! Sorun çıkartırsa bana çıkartır. Bahane işte. Sen her haltı ye, adamda gelsin sana aynısını yapsın, Tılsım bravo. Eminde olamadım ki, şakaya vurayım bari ne yapayım diyerekten, “abimden korkuyorsan belirteyim, dayak yemeye hevesli birini de bulabilirim” dedim. Erkeklik damarı kabardı tabii, düşünemedim bunu. Ne korkacakmışım diye sayıp sayıştırdı! Abimden de korkacaksa zaten harcadığım zamana yazık. Agresifleştikçe hali bana baya bi komik geldi güldüm, sonunda tamam dedim şakaydı. Bir bakımdan da ciddiyim ama bu kadar büyütmenin anlamı yok ki. En sonunda “Ya abin benim arkadaşım sonuçta, zor tabii kız kardeşiyle olduğumu duyunca hesap soracak ben ne diyeceğim ayıp olacak bir şekilde” diyince, tepemin tası hepten attı. Delirdim artık. Kız kardeşi olduğumu vaktinde düşünemedi, yeni mi aklına geldi! “Konuşmayacaktın o zaman benimle!” dememle, içinde ne varsa döktü ve beni resmen uçurumdan aşağıya yuvarladı.

“Sen hep böylesin zaten farklısın! Niye normal değilsin ki? Ne olurdu sanki bir kere normal olsan herkes gibi yaşasan. Benim tanıdığım Tılsım bu değildi! Sen çok değiştin ve sakın bana değişmedim deme değiştin çünkü. Bıktım artık bu durumdan anlıyor musun?” diye saydıkça resmen bana kinliymiş dedim. belli etmemiş bunca zaman. Bütün taşıdığım umutların hepsi bir anda uçtu gitti ve Paramparça hayallerimle kaldım resmen ortada.

“Ne demek istiyorsun? Seni seviyorum hala anlamıyorsun” dedim.

“Ya tamam bırak ya! Senin gerçek dünyayla alakan bile yok artık. Ben artık bilemiyorum…”

“İyi düşün o zaman bu böyle bitemez.”

Onu düşünmesi için aramadım. Sabırla bekledim sakinleşir elbet arar beni diye bekledim. Üçüncü gün oldu aramadı, beklemeye devam ettim. Gece uyuyamadım, dayanamayıp bana bunu yapma diye, mesaj attım. “Unut beni, ben unutacağım. Bitsin artık bu durum. Birbirimizi hiç tanımamış olalım. Üzülme lütfen, ben üzülmeyeceğim ve elveda” yazmış, şoka girdim. Gerçekten hiç beklemediğim bir şeydi. Gerçekten ciddi olduğunu hissettim ama bi anda bunu söyleyebilmesi o kadar saçma geldi ki. Okurken içimden kocaman parçalar koparak toprağın altına yerleşti sanki. Beni resmen parça parça öldürüyordu. Tek kelime söylemeye mecal bırakmadan diri diri kesip attı bedenimi! Yaşarken ölmek böyle bir şeydi demek. Uyuştuğumu hissediyordum, öyle acı vererek ölüme gönderiyordu ki artık yaşamama imkan yok gibiydi. 
İntikam mıydı?!...

“Elveda demen o kadar anlamsız ki, tıpkı yaptığımız kavgalar gibi. Üzülür müyüm hiç birbirimizin olmadık ki. Merak etme ben unuturum seni, tıpkı imkansız aşk gibi” diye yazarak son sözümü söyledim. Ölür gibi can çekişir gibi avazım çıktığı kadar bağırıp tepinmek yıkmak
istiyordum ortalığı. Ağlamaya başladım, sadece ağladım günlerce ağladım. Ağlamaktan gözlerimi hissedemez oldum, sövdüm saydım. Ben her şeye hazırken! Bu kadar severken diye ağladım. İçimdeki tüm kötülüklere tüm kopukluklara rağmen, en ufak karşılık beklemeden bir bebeğin gözleriyle bakmıştım ben ona. Sonunu bilmeden sadece sevdim ben…

Koltuğa oturuyorum ağlıyorum, yatağıma gidiyorum ağlıyorum, bahçede geziyorum ne yaparsam yapayım ağlıyorum işte durduramıyorum kendimi. İçim daralıyor uyumak istiyorum uyandığımda hiç böyle bir şey yaşanmamış hatta ben onu hiç tanımamış olmak istiyorum. Ne yaşamayı nede ölmeyi becerebiliyorum. Bir erkek için kendimi kahretmeye değer mi diyorum. Ona bile cevap bulamıyorum kendimde. Benim için yalnızca bir erkek değildi ki erkekten de öte bir şeydi. Tarifi bile yok işte… Tüm bunlar aklıma geldikçe daha çok ağlamaya başlıyorum. Onunla büyüdüm, onunla ölebileceğimi düşünüyorken şimdi ben kiminle öleceğim diye ağlıyorum.

Kendime bakıyorum ağlamaktan saçlarım yüzüme yapışmış. Öyle ki çok acınası bir haldeyim fakat bunun bilincinde bile değilim. Tek bildiğim bugün Ramazanın üçüncü günü! Ne kadar tuhaf onu ilk gördüğümde de Ramazanın üçüncü günüydü. O zamanlar onu düşünmeye başlıyorken şimdi ise unutmaya çalışıyorum. Gerçekten bu durumu kendime yediremeyen ben, günlerce ağladım, gece gündüz ağladım.

 Saat gecenin 3'ü aynada bir süre kendime baktıktan sonra, her şey gözüme o kadar çirkin gözüktü ki, tuttuğum yerden kesmeye başladım saçlarımı. Hiç acımadan parçalar halinde, klozete atıp bir pislik gibi üstüne sifonu çektim. Bitene kadar kesmeye, gözümü bile kırpmandan olabildiğince kısa daha kısa dipten kesmeye devam ettim. Kestikçe bütün sıkıntımda uçup gidiyordu sanki. Her hamlede her avuçladığım saçta “En az benim kadar sev, birlikte ol ama asla kavuşama” sözleri ağzımdan saçlarımla beraber döküldü gitti. Yıllarca her sabah “ne olur ona bir şey olmasın” diye gözümü dualarla açan ben, bu kez istemeden, ne söylediğimi ne yapmaya çalıştığımı bilmeden bitirdim...

  Gün yeniden doğmak üzereyken, annemin yanına gidip bembeyaz yatağın içine kıvrıldım. Yalnızca uyumak istiyordum, çünkü artık ağlamıyordum.

Not: bunu buraya eklerken bile burnum sızladı be!. Ne diyeyim bari sen mutlu ol, belli ki ben beceremiyorum o işi. 
Birde paldır küldür evlendim diye ne dediysen haklıydın, ama sen de evleneceğim birisiyle diye tutturmasaydın iyi di deee, neyse zaten bana kalsan hayallerindeki Polisligi bile kazanamazdın, hadi yine iyisin... 

Öncesi'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Vaktinizi ayırıp okuduğunuz için teşekkürler. Yorum bırakmayı unutmayın ... ^.^