1.08.2017

Can Dostlarım

   Toni evcil hayvanımız değildi. Badi ise ilk evcil hayvanımız değildi.. Henüz 9 yaşında olmama rağmen öncesinde 1 kedi 2 köpek 2 de papağan sahibi olmuştuk. 
   İstanbul'dan Antalya'ya kalıcı olarak göç ettiğimizde yüksek binalardan kopup bahçeli eve yerleşmiş olmamız bu durumu avantaja dönüştürerek hayvan sahiplenme gibi bir düşüncemiz de yoktu. Çünkü biz hayvan sahiplenmeyiz, hayvanlar bizi sahiplenir.

   Taşındığımız eve yerleşir yerleşmez tam üç ayrı komşumuzun köpek sahibi olduğunu görmek bizim için tam bir eğlence kapısı olunca ben bahçede tüm sempatikliğiyle dikkatleri üzerine çeken Kaniş cinsi Melisa ile çoktan aşk yaşamaya başlamıştım. Abim ise tam karşı bloktaki Boxer cinsi Efe' ye bilardo toplarını parçalatmakla meşguldü. Eeee bizim neyimiz eksik herkesin köpeği var diyen üst komşumuz Toni ismini verdiği minik uzun kulaklı sarı yavruyu çoktan sahiplenmişti bile. Çiş eğitimi vermekle uğraşan Natalie ablanın sinirleri gevşeyince gizlice koltuk arkasına işeyen Toni'yi çaktırmadan gülerek izliyordum. Birlikte bir aile gibi olduğumuzdan Toni'de artık bizim evin demir başlarından sayılırdı ancak sanırım tam olarak 1 ay bile olmamıştı. 

  Oğlu Andrey kıreşten döndüğünde benim kollarımda yeterince şımarmış olan Toni aniden kreş arabasının olduğu yöne doğru karşı şerite fırlamış bulundu. Haliyle onunla birlikte kendimi arabanın altına atmış yine de Toni'yi çarpmadan kurtaramamıştım. Kucağımda can verdiğini hatırlıyorum da.. Buz kesmiştim. Sonrası site sakinleri koşuşturmalar, uğultular, "Salihhhh Salihh köpek için çok erken demiştim" diye tepemde dövünen Natalie abla. Kucağımdan zor bela yere bıraktığım Toni için veteriner değil gömecekleri yeri konuşuyorlardı artık. Ve her yer kan olmuştu. Neyse ki ben bu olayı yine de pek anımsayamıyorum. 

  Aylar sonra benzer bir köpek bulan abim boş bir dairenin balkonunda gizlice ona bakınca okul dönüşü sesini duyarak onu orada keşfetmeme sebep olmuştu. "Anne birisi karşı bloğa köpek bırakmış sanırım evde yoklar orada ne yiyip ne içiyor ki gidip bir şeyler vereyim" dememle abimin foyası orataya çıktı ve Badi artık bizim evin köpeğiydi. Haliyle üst komşumuzun da olunca iki aile iki yandan beslediğimiz Badi'nin obez olup hantallaştığını hatırlıyorum. Sonrası aile abartmanına taşınmamız ve tam yerleştikten sonra ev sahibinin evde köpek istemiyorum demesi. En son abimin arkadaşımın villasına götürüyorum diyerek götürdüğünü hatırlıyorum. Eminim bizden sonra daha iyi bir hayat yaşamıştır. 

  İki sene sonra ev yaptırdığımızı öğrenip yeni kalıcı evimize taşınır taşınmaz Babam siyah beyaz uzun tüylü 7 tırnaklı dünya sevimlisi bir köpeği kutudan çıkartarak "Al bakalım bunu bir güzel yıka" demişti. 

  Yolda peşine takılmış dayanamayıp alıp gelmiş babam. Hemen aşılarına başlayıp karnesini sevinçle çıkarttık, nihayetinde bebekti ve evimizin neşesi olmuştu. Babamın günlük kasaptan aldığı kemikleri kaynatıp etlerini sıyırarak annemin bu yavruyu el bebek gül bebek baktığını hatırlıyorum.
   İnsancasına her yaptığı değişik harekete gülüp eğleniyorduk. Bebek ya yeni şeyler keşfediyor oda. 7 aylık olduğunda mutfakta uğraşırken içeri bir hışımla girdiğini ağzından salyalar aktığını görünce "eyvah Pino eti sıcakken yemiş!" diye bağırmıştım. Arkamda ki masaya dönüp baktığımda ise usul usul duran etleri görünce onunla alakası olmadığını anlamam uzun sürmedi. 

  Tekrar Pino'ya baktım gayet sakin anlamaz gibi yüzüme bakıyordu. Bir kaç gün geçti Pino'nun ani gelen salyalarının sebebini konuşurlarken duydum. Ben bu durumla tekrar karşılaşmasam da, kuduz benzeri bu ağız akıntısının sebebi Epilepsi hastalığıymış. Nasıl olur ya!? olsak ta hemen tedaviye başlandı. Ancak bu krizler günden güne sıklaşıyordu. Sıklaşıyor sıklaşıyor ve daha daha sıklaşıyordu. Beş dakika da bir kendini kaybeden Pino'yu artık arka bahçeye bağlamış karantina altına alır gibi herkes den herşeyden uzaklaştırmışlardı. Ve bu süre de Pino'nun kriz geçirdiği her an kafasını arkaya doğru kasıp ağlayarak acı çekmesine dayanamayıp ağlıyordum. 
   Her gün veteriner geliyor gidiyor günden güne kötüleşiyordu. Ağlaya ağlaya yalvarıyordum Allaha ne olur iyileşsin diye. Bir hafta boyunca kriz geçirmediğini fark edince düzeldi sandık ve Pino tam özgürlüğüne yeniden kavuşacakken çok şiddetli krizler geçirmeye başladı.

  Bir sabah annem beni komşuya gönderdi ve ben çağırana kadar sakın gelme dedi. Komşunun kızlarıyla oturken annesi uzun saçlı genç bir adam geldi size diyince anladım bu veterinerdi. "Bu durum size de hayvana da zarar, iyileşmeyecek daha fazla acı çekmesine izin vermeyin" dediği için o gün Pino'nun uyutulmasına karar vermişler. Balkondan baktım babam ağlaya ağlaya bahçenin bitimindeki boş ormanlık alanda çukur kazıyordu. Veterinerin arabasına binip gittiğini görünce eve doğru koşmaya başladım. Pino'yu gömmüşler ve her yere kireç döküyorlardı. Bundan sonrası hep ağlamalı... Taşındığımız bu yerde insanlar hayvanları gözü kapalı öldürdükleri ve nefret ettikleri için "ıyy manyak mı bunlar" bakışları altında umursamadan istemsizce ağladık. 

PAŞA ve KITMİR
  Sonra bir daha köpek istemiyorduk ya, babama çok kızdık çok. İs-te-mi-yo-ruz! Bir sene sonra babam aynı vaziyette tekrar gelince annem bastı çığlığı. Götür bunu istemiyorum! Turistlerin peşine takılmış gidiyordu çok tatlı dayanamadım aldım. Cinsi belirsiz sarı bir sokak köpeği. Babam ismini koymuş bile Paşa!
  Bu Paşa evimizin harbiden Paşası oldu. Hiç bir hayvanda keşfetmediğimiz şeyler keşfettik bunda, konuştuğumuz her şeyi anlayarak dinliyordu. Gerçek bir adam beyefendi edasıyla ailemize çok çabuk uyum sağladı. Bahçe kapısının kapatılmasından hiç hoşlanmıyordu mesela. İstediğinde keyfince gidip çıkabilmeli, artık evde git kapıyı kapat diyemiyorduk. Duyduğu anda gidip kapının önünde oturduğu için annem gözüyle işaret ediyordu git kapat diye onu bile fark ediyordu.

  İnat işte, günlerce gidip eve gelmediği de oldu, küstüğü de. Nereye oturacaksa paspasını oraya serer öyle otururdu. Ateş gördügünde mangal yanacak diye başında dururdu. Öyle bir de fedakardı ki, sokak köpeklerini, bakımsız olan ne kadar canlı varsa bahçeye alır tabağını önüne iter ikramda bulunurdu. Günlerce bu yüzden ağzına lokma koymadığını biliyoruz. Sonuna kadar verir, biz verdikçe o verir yalvar yakar zorla bir lokma ağzına koyamazdık. Yemeyip yedirirdi yani.

KİTMİR dagılan çamaşırlarımın üzerinde
   O arada veterinerimiz bizi arayıp elinde çok güzel bir Doberman yavrusu olduğunu söyleyip zorla bize verince sahiplenmiş bulunduk.

 Paşa'nın tam aksi kıskanç bencildi. Bir de gözünü dikip suratıma dövecek gibi bakması ilk kez bir hayvana ısınamadığımı anlayıp hayretler etmiştim. "Yaaaa sen nasıl bir köpeksin, gitsene yanımdan" diyip durunca, Kıtmir ismini verdiğim bu hanımefendi benim bir dediğimi ikilemez oldu. Evdeki herkese tın tın. Ben kalk oradan şuraya otur desem saniyesinde kabulü. Yemeği önüne koyup "Ye" demediğim sürece ağzının suyunu akıta akıta izler sabırla "ye" dememi beklerdi.
  Sesimin tonundan nasıl davranacağımı önce den bilirdi. Artık hal böyle olunca bizimkiler tamam dedi, bu sekil devam et bizi dinlediği yok nasılsa birimiz söz geçiremezse zaten bu köpeğe bakamayız. Güç yetiremeyiz yani...

  Büyüdükçe güçlendi hırçınlaştı. Kedi geni taşıyan bir tür olduğu için her ne yapacağını kestiremezdikte zaten. Baya kedi gibi davranırdı yani. Evin içinde ses çıkarmadan parmak uçlarında yürür, sürünür. Hatta arkadan yavaşça yaklaşsa nefesini bile duyamazdık. Masada insan gibi oturup yemek yerdi. Kızsakta! bu konu evde hep tartışmaya sebep oldu. Kıtmir Sen bir köpeksin in o sandalyeden! O arada tabaktaki yemeklerimizi çok kez mideye indirdi tabii.
 
EFE
Paşa bu süre de Kıtmir'e hep annelik etti. Kıtmir de büyüyünce hep onu korudu. Bir gün sokak köpekleri saldırıp Paşa'nın baldırından bir parça koparınca eve ağlayarak gelen Paşayı gören Kıtmir delirmişti.
  Bütün köpekleri parçalamak istiyordu, yapardı da bu yüzden kaçmaması için bütün gece depo da kapalı tutmuştuk. Paşa 3 sene sonra bir gün hiç gelmedi eve, günler haftalar aylar iki yıl boyunca umutla aradık.
 Bir gün hep döner gelir umuduyla da bahçe kapısına bakıp durduk. Oysa bizimle yaşlanacağını sanıyorduk. Çünkü kaybolmadan önce kanseri yenmişti.
  Kayboluşunun ardından Kıtmir nasıl başardıysa bize sürpriz yapıp yavruladı. kısırlaştırmayı hiç düşünmemiştik onu ama eşleştirme gibi bir isteğimiz de yoktu. Geldi mi bize 12 tane topaç gibi Doberman ve Rodwaydır yavruları. Hepsi bir birinden farklı karakter de ve  güzellikte.

  Başta çok eğlenceli olsa da yavrular büyüdükçe işler karıştı. Üçüncü ayda sahiplendirme çabalarına girdik. Eee birini de biz almalıydık ama hangisini? Sonunda içinde en ağır başlı en pasif en kırma olanını pofuduk cinsi belirsiz ayı yavrusu gibi sevimli yumuş yumuş olan oğlanı seçtik. Evimizin paşası bu olabilirdi. Bu yüzden ona Efe dedik. 
  
CABBAR
  Doğumdan sonra Kıtmir dogum hastalığı geçirdi. Annem babam günlerce geceleri nöbet tutmuştu başında. ateşi bir anda tavan yapıyordu çünkü.   Sürekli soğuk suya sokmaları gerekiyordu. Bu haslıkla birlikte beyni sulanan Kıtmir bunadı. Biz dahil her şeyi unutmaya başladı. Böylelikle Kıtmirin bakımı daha da zorlaştı. En çokta kural tanımaz halleri zorladı bizi....
  7 yaşına geldiğinde Efe artık 3 yaşında ve Kıtmir kaybolmuştu. Kıtmirin yokluğuyla birlikte Efe yemez içmez oldu ve oda hastalandı. Uzun bir süre tedavi oldu ve ne tam olarak iyileşemedi.
  Benim artık evlendiğim sıralarda veteriner çok yaşamaz ölür diyerek tedaviyi kesti. ve birgün kuaför salonunun önünde sahibini bekler gibi sakince duran Pitbull cinsi köpeğini görüp sahiplenmemizle her şey değişti.
 Bu duruma çok kızsam da eşim bu köpeği sadece üreme amaçlı kullandı. Çok sevdiği "Çiko" dediği pitbull cinsi köpekle eşleştirip yavruları büyüdükten sonra 3 yavruyla birlikte anneyi de verdi.
  Bizim zorumuzla içlerinden en sakin pasif olanını seçmek zorunda kalmıştı. Adına da Cabbar dedi. İsmi bile saçmalık ya..., adamın her yaptığı bir tartışma sebebi oldu ama olsun bu ismede alıstık. Evin yeni bebeğini çok ama çok sevdik.   Efe de öyle, renk geldi can geldi. Ömrüne ömür kattı adeta. Tıpkı Paşa gibi olan Efe Cabbarı anne gibi koynunda sırtında büyüttü. Isırmalarına çekiştirmelerine yaptığı tüm yaramazlıklara boyun eğdi. Birbirlerine öyle bir yoldaş oldular ki, Efe şuan 12 Cabbar ise 6 yaşında. Cabbar'ın sözde sahibi olan kişilikse zaten ona hiç bakıcılık etmedi. Annem büyüttü yani, işin sağda solda hava atıp Pitbull'um var deme kısmını ise bu şahıs üstlendi.  Giderken de götürmedi tabii.
Şuan Efe ve Cabbar bizimle. 


Ayrıca Kediler ve Köpekler adlı yayınımı okumayı unutmayın. :))

31.07.2017

26'

Geçmişime dair kimseyi istemiyorum hayatımda. Hiç kimseyi...
Yep yeni ben olmak istiyorum mesela, herşey farklı. Herkes farklı...
Yeni insanlar yeni hayat, hiç tanımadıgım yabancı yüzler, nefis bir şehir. Hepsi bambaşka...
Yeni bir kimlik, yeni hisler, yeni düşünceler. Herşey o...
Eli elim, nefesi nefesim.
Kararsızım da galiba...
Çok şey mi istiyorum? Bilmiyorum.
Bekliyorum hep bekledigim gibi.
Tek bir farkla, bu kez yorgunum...

23.07.2017

Huggies Little Swimmers Almayın!

 
  Huggies Little Swimmer mayo bebek bezi tam bir fiyasko! Yazıma direk böyle girmek istedim çünkü bu para tuzagına düşmenizi istemiyorum. Soruyorum, mayo bebek bezi denince aklınıza gelen şey nedir? İçine su almayan yani şişmeyen bir bebek bezi olabilir mı? Bu düşünceyle yola cıkıldıgında aklıma havuzda takılan saç bonesi mantıgı geliyor. Dışı laylonumsu dış bariyerler ona göre ayarlanmış vücuda oturan sızdırmayan "bebek bezi". Bu mantıkla da aldıgı parayı kurusuna kadar hak etmesi gerekirdi. Ama yanıldım! İlk izlenim olarak gayet güzel. Yumuşacık, kusursuz görünümde harika bir tasarıma sahip. Kilot sistemiyle de giydirip cıkartmak oldukca pratik. 
 Tatilin baş kentinde yasıyor olsam da, evde oyun havuzunda oynarken giydirip Çağrı'nın bu süre de rahat edebilmesini hedeflemiştim. Bunu alana kadar zaten normal bezle evde sorunsuz dolaşmıştı. Tam anlamıyla bezin şiştiği zamanda zaten oynamayı bıraktıgı için degiştiriyordum. Ancak bu bezi büyük bir hevesle almış olmama ragmen karşılştıgımız durum hepimizi şok etti. Bu bez suda şişmiyor evet, çünkü emmiyor! Yani içide dışı da aynı! Bütün gün altı bezli sanarak dolaştırdıgım bebek eve işeye işeye dolaşmış!  Akşam üzeri tüm koltukları silmek durumunda kaldım. Abimin uzerine isedi ve Çağrı'ya dokunan herkes üzerini degiştirmek durumundaydı. Sonuc, normal bez giydirin o bile daha iyi. Normal kilottan hiç bir farkı olmayan bu bezin 12 adetine boş yere 18 tl para ödeyip rezil oldum.
 Denizde gayet iyi oldugu yorumlarını okudum, evet olabilir. Deniz kum güneş gün boyu size ıslaklık hissettirmeyebilir. Büyük tuvaleti maskeleme yönünde olumlu düşünceler de olsa sıfır emiciligi oldugu için bu konuda da malesef başarısız. Almayın o kadar netim bu konuda! Alın naylon kilot geçirin bebek bezinin üzerine o bile daha rahat ettirir. 
 Heee birde tahmin edersiniz ki emmedigi için, ilk kullanımda pişik kızarıklık alerji yolunda kırmızılıklar oluşmaya başladıgını söylememe de gerek yoktur herhalde. 👎😒

*******
Edit : aynı işlemi gören çocuk mayosu, Story baby Türk malı fiyatı sadece 6 lira. İç yüzey naylonumsu su tutunca pislikten arınabilir bi yüzeyle kaplanmış. Ayrıca yanında tamamen naylon olanıda satıştaydı. Fiyatı 4 tl di. Bel ve bacak dikişleri lastikli kavrayabilir sekildeydi. Bence normal bezin üzerine giydirilerek kullanılabilir. Anneme uyup onu degilde bunu aldıgım icin pisman oldum gibi ama ilk fırsatta alabilirim. 😊

14.07.2017

LR Aloe Vera Acil Yardım Seti


  Yaz aylarının gelmesiyle sıcaklara hiç dayanamayan Çağrı'nın isilik çıkarması beni Aloe Vera Jel arayışına itti. Özellikle iş hayatımın son yıllarında keşfedip her yere her şeye kullanmıştım bu jelleri. 
Google da ararken LR ürünleriyle karşılaştım ve zaten LR danışmanı olarak ilk aklıma arkadaşım Serap geldi. İsiliği filan geçtim (isiliğe gül suyu fayda ediyormuş) ne alayım dedim hemen bu üçlü seti önerdi. Kozmetik değil tabii ki, ilaç gibi düşünün gereken durumlarda sonuç alana kadar düzenli olarak kullanacaksınız. Kendisinden bu ürünü satın almadım direk üye oldum bir kaç gün içinde ürünler kapıma kadar geldi. Kullanım talimatları biraz karışık gibi, nette baktım herkes aynı açıklamaları yapmış olsa da ürünlerin kullanım şekilleri Serap'ın kendi açıklamasını aynen aktarıyorum.
---------------------------------------------
Ayrıca Serap'ın blogu Makyaj Çarkı'na buradan  İnstagram için @makyaj_carki
Facebook Güzellik sayfası için buraya  kendisinin doğal güzellik yöntemlerini mutlaka incelemenizi öneririm.'
Ve LR ürünleri hakkında youtube videolarını izlemek içinde buraya tıklayın, abone olmayı unutmayın.
--------------------------------
Ürün detayları şöyle:

1- Yara, yanık, çarpma , burkulma, morarma: Sprey, konsantre ve propolis sırasıyla istenilen ve ihtiyaç duyulan sıklıkta kullanılabilir.

2- Kaşıntı, sinek ısırması, cilt alerjisi: Sprey ve konsatre yeterli, istenilen sıklıkta kaşıntıyı gidermek için kullanılır.

3- Nasır ve topuk çatlaklarında: Gece yatmadan önce sprey konsantre ve propolis sırasıyla nasır ve çatlak olan bölgeye uygulanır çorap giyilerek yatılır.

4- Uçuklarda: Propolis krem uçuklu bölgeye sıkça sürülür, özellikle uçıuk çıkacağını hissetiğinizde uygularsanız çıkmadan söndürebilirsiniz.

5- Hemoroid: Konsantre jel alüminyum folyoya sıkılır ve fitil şeklinde rulo yapılarak buzlukta dondurulduktan sonra fitil olarak kullanılır.

6- Cilt lekeleri, sivilce izleri, güneş ve hamilelik lekeleri: Sprey ve konsantre sadece geceleri bu sırayla sürülüp yatılır.

7- Ayak ve tırnak mantarı: Microsilver ayak kremi öncesinde sprey kullanılır.

8- Hafif egzamalarda: Propolis krem çok iyileştiricidir. Özelikle eller su ve sabunla yada soğukla temas etttikten sonra propolis kremi kullanmak çok etkilidir.

9- Sedef hastalığı: Sprey, konsantre ve propolisi sırasıyla kullanarak büyük ilerleme gözlenmiştir.

10- Pişiklerde:  Propolis pişik kremi olarak kullanılabilir.

11- Yüz ve vücuttaki kılcal damarlarda: Konsantreyi buz dolabında soğutarak uygulamak etkilidir.

12- El Kremi olarak: Propolis özellikle aşırı kuruluk problemi olan eller için uygundur.

13- Saç dibi eğzamaları: Microsilver şampuanla birlikte duş sonrası saç diplerine  sprey uygulanır.

   Benim kullanım alanım 6'ıncı sıradaki yüze uygulayıp yatmak yönünde olanacak, güneş lekeleri için kollarıma aynı şekil de mide rahatsızlıklığı yüzünden daha önceden oluşan abimin sırtındaki lekelere uygulayacağım. 1 numarada da, yara yanık çarpma morarma, 2 numara da kaşıntı sinek ısırması gibi durumlarda 10 numarada gerekirse pişik olma durumunda Çağrı için kullanmayı düşünüyorum. Özellikle yaz ayları için gerçekten kurtarıcı bir set olabileceğini düşünüyorum bu yüzden sonuçları merak ediyorum.

 Üyelik durumunda bu ürün bana 80 tl ye geldi ayrıca 100 tl'lik kotayı doldurmak için bide 10 tl 'ye Aloe Vera roll-on tercih ettim. kalan 10 tl'lik açığı ise yüz kremi testerları isteyerek doldurdum. Bu ürünler hakkında bilgi sahibi olamadığım için tester işini Serap'ın tercihine bıraktım. Sonuç olarak kapıda ödemeli olarak kargoyla birlikte 106 tl ödemiş oldum. Bence bir çok marka da olduğu gibi bu markanın da en büyük eksiği her hangi bir ürün veya tester göndermemiş olmaları. Yani yeni üye oluyorsun belki satış yapacaksın, falanca ürünümüzü deneyin memnun kalırsanız önerin gibi yaklaşımlar teşfik edici ve marka üzerinde iyi bir izlenim olurdu.


Ürünler hakkında ki net düşüncelerimi bitince aktaracağım. Ayrıca satın almak için Serap hanımı instagram adresinden rahatsız edebilirsiniz :)

6.07.2017

En Etkili 3 Şarkı


 AMESHA SPENTA feat Tayfa / Yalansın dünya

El vurup yaremi incitme tabip  Bilmem sıhhat bulmaz hicraneler var  Dert vurup da yarem eylersin derman  Her can kabul etmez viraneler var  Oy dünya dünya yalansın dünya  Vay dünya dünya fanisin dünya  Can ile cananı alansın dünya  Yalansın dünya  Dert ehli olanlar dergaha gelir  Elbette arayan dermanını bulur  Sadık der ki kimde ne var kimbilir  Geçti güzar ettim elde neler var  Oy dünya dünya yalansın dünya  Vay dünya dünya fanisin dünya  Aşk ile pervane dönersin dünya  Yalansın dünya



Fazıl Say - insan insan / Muhyiddin Abdal

İnsan insan derler idi 
İnsan nedir şimdi bildim 
Can can deyü söylerlerdi 
Ben can nedir şimdi bildim
 Kendüzünde buldu bulan
 Bulmadı taşrada kalan 
Canların kalbinde olan
 İnanç nedir şimdi bildim 
Muhyiddin eder hâk kadir 
Görünür her şeyde hâzir 
Ayan nedir pinhan nedir 
Nişan nedir şimdi bildim.


İlhan İrem / Şalamar

Tırnaklarım ipeği çizdi / beyaz
Parmaklarımın arasından akıyordu
Dansı sürüyordu büyücülerin titrek
Ne yana kanatlansam
O yana uçuyordu şalamar

Saklandığı gecede gizli ayaz
Saçlarının arasından esiyordu
Zehir sızıyordu yalnızlığından / soğuk
Ne yana kanatlansam
O yana uçuyordu Şalamar

Şalamar...
Şalamar... 
Firardasın tersine
Yinede eteklerin geçmiyor başına 
Şalamar !

Pencerelerine resim yapıştırmış cüceler
Dünya diye seyrettiğin odanda
Dokundular fırladın yataklardan
"Basubadelmevt"

Tersine akıttın nehirleri çığlık çığlığa
Kuyularda yüzümüzü gördük
Saçlarımızı aradık 
Gitar sololar...

Şalamar
Ahh ! Şalamar

5.07.2017

Çağrı'nın Konuşma Çabaları

  Artık 16'ıncı ayını bitiren Çağrı konuşma çabalarına girdi. Aslında baya bayadır konusuyordu desem yalan olmaz. Hep bi anne der gibi çıkarttıgı ses vardı, dogdu dogalı ama var sayıyorum.ki bize öyle geldi. Öyleyse Çağrı bi 7 aylık oldugundan beri açık açık anne ve anneanne diyebiliyordu. Ver, al, gel, git, su, mama,süt,bebek, köpek,kedi, havhav gibi kelimeleri sıkça duydugu içinde ögrenmişti. Yaklaşık bi 9 aylıkkende ilkkez Baba dedigini duyar gibi olmustum, bi kaç gün geçti gerçekten baba demesi artınca benim babam degil dede de bakim kızım lafını ögretti. Sonra Çağrı hep bi Dede lafını agzına dolasa da çok geçmeden tam 9 aylık oldugunda babası onu ilk kez görmeye geldi. Ondan beride dikkat ediyorum, Çağrı ne zaman baba dese ya arıyor ya mesaj atıyor yada hakkinda bi duyum alıyorum. Hoş hepsi davayla ilgili oldugu için Çağrı ne zaman baba dese evde herkesin sininirleri alt üst oluyor 😅 
 Dede, anneanne,anne gibi hitapları ögrenen Çağrı en son Dayı demeyi de ihmal etmedi.  "Didi" "anni" "anniinnii" "dayiii" tam olarak durum bu tabii. 
 Simdilerde dozajı arttırdı, gördügü herseyi ama herseyi istiyor. Parmagıyla istedigi seyi isaret ederek "Anne bu, anne bu buuu bu" 
Bu ayda normal mi bilmiyorum ama hiç birseyden tatmin olmuyor. İstedigi sey her neyse verdikten sonra yanindakini istiyor, kısacası evde ne var ne yok hepsini bana verin derdinde 😄 
  Çok konusuyor uzun uzun birseyler anlatıyor ama bu sefer ben bile anlamıyorum, çunku zaten duydugu butun sarkıları seslendiriyor. Ritim tutuyor ama kelimeler yine anlamsız. 
Birde herseyi anladigini dusunuyordum da, bugun beni bile sasırtmayı başardı. Anneme Çağrı'ya bakarak "suna bak ya ne güzel, kafasında hıç birşey yok" dedim. Oda kosarak gidip şapkasını getirdi ve kafasına geçirerek gösterdi. Kafasında şapka varmış. Çocuk haklı ben bile düşünmedim o kadarını 😅

4.07.2017

İki Kitaplıktan Geriye Kalanlar


  Yaklaşık iki sene önce kitap almaya ve okumaya ara vermiştim. Hatta kitap seçme konusunda baya başarısız olduğum için ne olsa alma huyumdan vazgeçip özellikle de bana hiç bir şey katmayan (Tess Gerritsen, Tedd Dekker, Lisa Gardner, ) gibi başlıca polisiye gerilim kitapları yazarlarını hayatımdan çıkartmaya karar verdim. Tercih zevk meselesi olsa da bir dönem deli gibi merakla okuduğum bu tarz kitapların sadece zamanımı çaldığını, korku filmi izler gibi gelip geçtiklerini düşünüyorum. Sevmiyorum değil, vakit harcamak istemiyorum. Haliyle geçen yaz okuduklarımı bir kenara ayırıp hala okumadıklarımı ise kapakları bile açılmadığı için resimde gördüğünüz gibi saklama gereği duydum. Malum düşününce "peynir ekmek gibi tüketilmesi gereken" kitapların pahalı olduğunu insanın içine oturmuyor da değil. Birde benim gibi ödünç kitap istemeyip direk D&R dan alıyorsanız ne demek istediğimi çok iyi anlamışsınızdır :) 

  Tercihime gelince, bir dönem sırf eğlenmek için vaktinde Dizüstü edebiyat kitaplarına epey bir yatırım yapım. Başta French oje Erkek dedikodusu'nun iki kitabını okuduktan sonra bu yazarın kitaplarını bir daha almamaya karar verdim. Aynı şekilde PinkFreund kitapları derken, eğlendim eğlenmesine ama bu kitaplarda da bana itici gelen bir yön vardı. Sanırım kitap kadar yazarı, yazar kadar da kitabı sevme gereği duyuyorum. Bu kitaplar da yazardan parçalar olunca her iki açıdan itici bulduğum taraflar oldu. Neyse, yine hepsini bir kenara attım, en son Pucca'yı okudum. ilk okumam gerekeni nasıl olduysa sona atmışım! Nasıl sevdiysem artık, ilk kitabın verdiği hazzı sonralarında bulamasam da en merak ettiğim internet yazarı olmayı başardı. Blog tadında İnternet yazarlarına gerçekten bayılıyorum. Çünkü zaten Blog günlüğü tutanlar olarak hemen hemen hepimiz bu işi yapıyoruz. Özellikle de internet yazarı demeye dilim varmasa da (Angutyus) Fatih Akdere'nin kalemine bayılıyorum. İçlerindeki şüphesiz en iyi yazar o. Bu iki sene de çok şey kaçırdığımı biliyorum ama işe başlar başlamaz ilk sahip olmak istediğim kitaplardan, Apaçi Masalı'nın devamı mutlaka alınıp baş köşeme konulacak.

  Lise yıllarımda alıp en üst rafa koyduğum halde Harry Potter okuyacağım diye yüzüne bile bakmadığım 100 temel eserlerden sanırım bir tek çocuk kalbi olanını okumuştum. Zaman hırsızlarından kurtulup keşke kıymetlerini bilseymişim diyorum şimdilerde. 
   Aaaa olur mu Harry Potter laf yok. Her bir kitabını kaç kez okudum ve satın aldım bilmiyorum. Annem her seferinde derslerinle ilgilenmiyorsun diyerek çöpe attı. Bu durum ne kadar çok tekrarlandıysa o kadar çok satın aldım o kitabı. Sonunda bıraktım ne yapayım, ilerde evlenir ayrı evim olursa alır çocuklarımla okurum dedim. Hiç ayrı evim olmadı ama kızımla okuyacaklarım için kitap alışveriş listeme çoktan girdi bile. 

 Kişisel gelişim kitapları aynı hep aynı zırvalama, hiç değinmiyorum. Meleklerle yaşamaya ise inancım gereği asla inanmıyorum. Sırf almış bulundum diye elimde tutuyorum ama ben size söyleyeyim, çekim yasası neyse buda odur. Neye inanırsanız kendinize çekersiniz. İslamın da dediği gibi, "Düşüncelerinizden de sorumlusunuz..."

 Son olarak Türk yazarlar başımın tacı, gerek edebi yönü olsun gerekse tasavvuf olsun. Ah o Aşkın Göz Yaşları buram buram maneviyat kokuyor. Bir kitabı iki günde bitiren beni bile bir hafta ağlattı. O nasıl bir ağırlıktır ki, neyle nasıl yazdın demek istiyorum. Yüreğine sağlık...


Kitap Sepetimde hangi kitaplar bekliyormuş:


  1. *Frida Kahlo Aşk ve Acı - Rauda Jamis
  2. *Soğuk Kahve, Sabah Uykum, Bana İkimizi Anlat, Korkma Kalbim, Gök Yüzüne Not - Ahmet Batman
  3. *Bir Apaçi Masalı 3,4,5 + Fedai - Angutyus
  4. *Sizi Mutluluk Denizinde Yüzdürecek Eğlenceli Şeyler - Mr. Wonderful
  5. *Pucca günlük 6 
  6. *Bakırköy Akıl Hastanesi'nden Anılar - Latif Ruhşat Alpkan
  7. *Bir Psikiyatristin Gizli Defteri - Gary Small, Gigi Vorgan
  8. *Hayat, Hüzün, Umut, Veda - Ayşe Kulin
  9. *Simyacı - Paulo Coelho
  10. *Tutunamayanlar - Oğuz Atay
  11. *Çalıkuşu - Reşat Nuri Güntekin
  12. *Yeraltından Notlar - Fyodor Mihailoviç
  13. *Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez


  • Harry Potter ve Felsefe Taşı 1, Sırlar Odası 2 - Resimli Özel Baskı
  • Çağlar Boyu Quidditch - Kennilworthy Whisp
  • Fantastik Canavarlar Nelerdir Nerede Bulunurlar -


Listemdeki kitaplar hakkında görüşleriniz neler? 
Ayrıca önerilerinizi bekliyorum.^^
En sevdiklerimden; Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

2.07.2017

Paramparça - 3,5


Bizdeki ilişki kavramı okulların açılmasıyla birlikte sevip de kavuşamayanlara dönüştü. Çocuk haliyle sürekli ilgi bekliyor ve zaten muhabbet edeceğiz diye gecemizi gündüzümüze katıyoruz. Onun durumu okuldu iş hayatıydı derken hepten yorucu. Birde üzerine bana sürekli vakit ayırmaya çalışması yüzünden haliyle bilgisayar başında uyuklayarak sabahlar oldu. 
 Mevsimi kışa getirdik, yarıyıl tatili fırsatı çıktı karşımıza ben buluşmayalım diye hala atla kara bir seçiyorum. 

“Ehehe bu gidişle bilgisayar başında yaşlanacağız dimi.”

“Hahha, alemsin ya daha neler…”

 Trajikomik aslında. Odadan çıkıp da “ya anne baba ben manita yaptım. Gece gündüz de onunla görüşüyorum” diyemiyorum. Madem öyle düşündüm taşındım, vakit kazanmak için olaya son noktayı koydum. “Abim yakında askere gidecek ya hiç riske girmeyelim simdi, o zaman rahat rahat dolaşırız” dedim.. Heyecanlandı bu tabii, anında plan proje içersine girdi. Sabırla dört ayın geçmesini bekledi.

O arada artık soğuktan geberiyorum odada! Yaz boyu güneş görmeyen odadan kışın böyle bir torpil beklenilmez tabii. “Burası ne kadarda soğukmuş” diyenlere karşı, rahatsız edilmemek için inatla “yooo çok iyi sana öyle geliyor” demelerimde eklenince çaresiz kaldım iyice. Ellerim morardı tuşlara dokunamaz hale geldim. Baya vücudum takırdıyor benim ya, birde ani hareketle zayıflıktan kemiklerimin birbirine çarpması yok mu canımdan can kopuyor sanki. En kötüsü de Atom’un kamera açma isteği ve benim güzel görünme çabam! Babaanne kazağıyla oturduğum halde, güzel görünmek için bildiğin soyunuyorum! Aslında odadan hiç çıkmadığım için rahatlıkla en az üç gün aynı pijamayla yaşayabilirim de.

“Merhaba aşkım bugün nasılsın?” Iıııııııı donuyorum çaktırma. Üstümdeki askılı tişörtle muhteşemimmm zaten. “Sen o halinle üşümüyor musun?” diye soruyor ardından. Aaaa olur mu canım burası sıcacık terliyorum ondan. Yarım bi beynim vardı oda buzlandı. İlla güzellik arayışındayım düşünemiyorum ötesini. Hiç aklıma gelmezdi, sevecekse beni her halimle sevsin demek. Üstelik dış görünüşe bakıp kalacak biri de değil ama... Zaten kimden ne gizliyorsam, aynı okul aynı mahalle geldik kaç yaşına giy cuvalı otur işte. Olur mu? Güzel görmesi lazım!  Sonrasında da kamerayı artık kapatsak mı diye adamın gözünün içine bakar gibi ekrandaki görüntüsüne bakıp duruyorum oda sanıyor aşktan. Birde sayıklıyor “sen az üşüyor gibisin ama neyse” diye. Sormasana oğlum ne yapıyorsak aşkımızdan işte! Bu erkekler de olmasa saçlarımıza bile dokunmayız daa. Vururuz kilonun dibine dibine uçuşsun pireler götünde! Yinede aşk için yar için komple vücuda ağda yapar, gene de gık demeyiz biz.

“Bitanem sana bir şey soracağım bana dürüst davranıyorsun değil mi?”

“Evet” (yalan)

“Yani benden hiçbir şey saklamıyorsun”

“Tabii ki”

“O çocukla gerçekten öpüştüğün doğru mu?” Hayda! Durmuş, durmuş neyi tutmuş içinde. Bu iş direk inkar edilmeli. Alt tarafı okulda buna inat çıktıgım birinden gelen o anlık öpücüktü yani… tek farkı bütün sınıf gördü! Hemende yetiştirmisler. 

 Arada bir böyle sorguya çekip, her zamanki gibi uykuya daldı mı rahatlıyorum. İrkilip tekrar konuşma çabası içersine girse de. Onu öyle kameradan izlemeye doyamayıp  ekran görüntüsünü alıyorum. Bir yandan da için el vermiyor kıyamıyorum, arayıp yerine yatmasını söylüyorum. Tamam, o zaman ben yatayım ama kamera açık kalsın diyor bu kez de. Onun aklı uyumaktan çok bende olduğundan zorla kapattırıyorum bilgisayarı. Durur mu tabii teknoloji konuşuyor, telefondan aşk mesajları gelirken sinirleniyorum bazen. Aaa yeter ama ya! Uyumak istiyorum, yat hadi. Sonunda bütün gece ona sarılır gibi koynumda telefonla uyuyup kalıyorum.

 Sevmek güzel. Mutluyuz ama her seferinde uzaktan sevmek zorunda kalmasam daha bir başka olacaktı.. Tam kavuştuk ohh be diyeceğim yerde, acı çekiyorum. Tarihte adı geçen aşklar gibi beklediğim yetmiyor, birde bekletiyorum. Bok var yani! Soruyor bazen “beni neden seviyorsun?” diye. Ulan ben biliyor muyum sanki nedenini, oturup liste çıkartacak olsam gene işin içinden çıkamam. Yazmakla da anlatılmaz zaten. Hangi şair aşkı tam olarak anlatabilmiş ki zaten şiirlerinde. Eksik ya da tam seveceksin mecbursun çünkü aşk böyle emrediyor. Gözün gördüğü engeli yürek kabul etmiyor.

  Seviyorum desem, “bir gün sevmeyeceksin” diye de ekliyor. Hayatın nereden çelme takacağı belli olmasada bu sözü mantığıma sığdıramıyorum. Kalp bu kaç kişiyi sığdırabilir ki bir bedene?
Unutursun diyor ama unutmanın anlamını bilmiyor. Unutmak aynı zamanda bir yerlerde iz bırakmak demektir. O yükü bir kenara bırakıp, vazgeçmek demektir. Hem öyle sevmek için, sevişmek dokunmak şart değil ki. Anlatamıyorum, ulaşamadıkça değeri artıyor, daha bi seviyorum.

 Geleceği düşünmek için çok erkendi, düşünmemekse büyük bir kayıp gibi. Ama her ilişkinin başlama amacı olmalı çünkü amaçsız aşk yaşanmıyor. Sonra bi bakmışsın onun adı aşk değil, vakit geçirmek olmuş. Her insan bu yüzden gerçek aşkı arar ya işte, ararken de vakit geçirir ve vakit geçirmek bence sadece mutsuzluğu getirir.

 Bende birlikte vakit geçirdiğimiz o anlarda aslında hiçte mutlu olmadığımı fark ettim. İş bu raddeye vardıysa ben bitmişim demektir. Ben onu uzaktan sevmeye alışığım ama sanmıyorum ki onunda benimle zaman kaybetmek isteyecegini. Çok daha fazlasıydı söyleyemedim...
 Ve biz yıllarca çifte kumrular gibi görüşüp, sonradan ayrılığa düşecek insanlar değildik. Ama ayrılıktan varlığa geçmeye çalışan aşıklar olmayı çok denedik. .

***
 Biraz vicdan azabı, biraz da özlem sürekli kabuslar görmeme tek neden. Ağlıyorum, böyle olsun istemiyordum. Beni niye bıraktın demesine rağmen ısrarla, sevdiğimi söylüyorum. Ulaşmaya çalışsam da, hayatım avuçlarımın içinden kayıp gidiyor ve ben debelenerek uyanıyorum.

 Mavi devamlı mesaj atıyor “Atom seni soruyor” diye. Artık ona bile bir şey söyleyecek yüzüm kalmadı. Görüşmüyorum, ne bileyim ne dersen de diyorum. Sonra soruyorum iyimiydi diye. Görmeden pekiyi olduğuna emin değilim aslında. Hayat bu bir zamanlar sen onu kovalıyordun, şimdi o seni. Demek ki böyle olması gerekiyor bazen diyerek ekliyor Mavi. Evet, belli düşünceler altında eziliyoruz ama hayatın bize ne sunacağını hiç bilmiyoruz. Sonu bilmeden de kararlar almaya devam ediyoruz....

***

Uzun düz bir yolda ağır adımlarla ilerlerken, karşıdan bana doğru gelen Atom’u fark ettim. Geri adımlarla kaçmaya başlayarak, ne yapacağımı bilemez halde şaşkınlıkla karşıma çıkan ilk kapının arkasına saklandım. Bana doğru aynı tempoda yaklaşarak kapıya doğru eğildi ve elini uzattı. Neden oraya saklandın? Yeniden panikle uyandığımda kursa geç kaldığımı fark ettim! Alelacele giyinerek sokağa kendimi attım ve dolmuş olmadığı için bitmek bilmez mahalle yolunda acele adımlarla koşarken gördüğüm rüyanın etkisiyle sürekli etrafıma bakmaya devam ettim.

 O kadar çok özledim ki aslında gelse gerçekten çıksa karşıma kolumdan tutup sürüklese bile giderim. Ama artık gerçek olmayacak kadar imkânsız, hayalden bile uzaktı benim için. Ne kadar da çırpınsam sanki beynim artık onu istemiyor. Yüzüm yok belki, hep ne derim korkusu da içimde bir yerlerde.

 Günün ilerleyen saatlerinde ne rüya, nede Atom kaldı aklımda. Sadece dalgındım biraz ve ağır bir şekilde yürüyordum. Böyle durumlarda nedense hep gökyüzüne bakarım. Gökyüzüne baktığımda sanki dünya yok gibi gelir. Farklı bir hayat vardır yukarda ve ben yerde değil orada yürüyor muşum gibi hissederim. Huzur bulurum sadece gülümserim. 
Neyle karşılaşacağımdan habersiz bulutların üstünde bir süre süzülerek ilerlerim. Yoldan bi aracın geçmesi, en ufak bir çıtırtı bu sihri bozar dünyaya pat diye düşerim halbuki. Ve ben yine düştüm dünyamdan, Tam gördüğüm gibi işte, daha bu sabahtı uzun bir yol ve önüne bakarak ilerleyen Atom’u gördüğüm o an. Tamamen bilinçsiz şekilde yolun kenarından gerisin geriye koşmaya başladım. Beni fark etti, kafasını yerden kaldırarak bana baktı bense yalnızca koşmaya devam ediyordum. Derken duvarı olmayan bir bahçedeki çalıların arkasına sakladım.
Uzun zaman sonra onu ilk kez görüyordum ve çok zayıflamıştı. Bense her şeyden sonra kilo almaya başlamıştım. Çalılıkların oraya doğru yaklaştı ve eğilip ağaçların arkasındaki beni görmeye çalıştı. Biraz kenara çekildim, bu kez diğer taftan bakmaya çalıştı. Hiçbir şey demedi, ne sordu, ne merak etti. Durdu dikildi baktı ve gitti.İnsanlar haklı, severken ayrılmak hiç bu kadar kolay olmamalı. Göz görmeyince gönül katlanır derler ya, görmedikçe katlandım. Karşıma çıktıkça da yaralandım.

***

Aylar sonra bir akşamüstü merakıma yenilip, farklı kimlikten adresini ekledim. Şimdiki gibi Facebook olacaktı var ya hiç aklım kalmazdı ama Msn öğle değil tabii, görüşmek istemediğin birini silersin sorarsa da adres değiştirmiştim ya da giremiyorum diyerek sallayıp işine devam edersin. Aklın takılınca da böyle Zeynep bile olabilirsin. Birde karşı taraf Zeynep olduysa işte o zaman vay haline. Bütün foyan ortaya çıkar işte. İlk kez olduğu gibi yine o anda ulaşabildim ona. Her nasıl olduysa anladı benim olduğumu saniyesinde ileti gönderdi. Beni niye bıraktın? Ben buna nasıl cevap verebilirim ki diye düşünürken o art ardına sıraladı. “Şimdi niye ekliyorsun?” “Ne yapmaya çalışıyorsun?” “Ben sana ne yaptım?” “Konuşsana!”

“Bilmiyorum” diyebildim.

“O okulu bırakman hataydı Tılsım! Sen okulla birlikte beni de kaybettin. Hayatını mahvettin görmüyor musun? O bilgisayar karşısında yaşlanıp çürüyeceksin!”

“Sana o kadar da söyledim bir gün beni sevmeyeceksin diye.”

“Sevmediğimi kim söyledi” dedim bu kez.

“Güldürme beni, utanmadan birde sevdiğini mi söylemeyeceksin?”

“Hayır.”

 Fotoğraf yollayarak bak dedi. “Bu benim yeğenim sen beni bıraktığın zamanlarda ablam hamile bile değildi! Düşün aradan ne kadar çok zaman geçmiş!”

 Bana karşı ne hissetmiş olabilirdi, bu hale nasıl geldi, beni gerçekten sevebilmiş miydi? Diye düşünmek aklıma hiçbir zaman gelmedi ama bütün öfkesini bir anda üzerime kustuktan sonra aslında hiç umurumda değildin, değilsin de tavrını kolaylıkla takındı. Sonrasında üniversite için İstanbul’a gideceğim sonunda benden kurtuluyorsun diye konuşunca bu kez inanmadım çünkü daha önce tıpkı bunun gibi bi oyun oynamıştı bana.

“Babam İstanbul’a dönmeye karar verdi, birkaç ay sonra gidiyoruz” diyince oturup baya hüngür, hüngür ağlamıştım. Ağladığımı görünce de bin pişman olmuş şaka yaptığını söylemişti.
O zaman inanmıştım doğru olabilirdi, çünkü annesi ölmüştü ve babası artık yalnızdı. Ve ben şerefsiz! Ağlayan ben değilmişim gibi, onu en zor günlerinde yalnız bıraktım. Oluruna bırakmak belki de çok daha iyi olacakken sessizce veda etmeyi seçtim! 

 Sonra inanmadım da ne oldu! İstanbul’a değil, Eskişehir’e gitti! Esas ondan sonra her şey içime dokunmaya başladı zaten.

***

Telefonla artık internette girilebiliyor dedim, şanıma yaraşır en son model bi telefon aldırdım. Ondada abim hemen bilgisayarı sattı, parasını cukkaladı. Atom'da sonunda facebook kervanına katılınca, benden has avrat mı bulacak diyerekten azcık ucundan eklemiş bulundum. Onu kontrol edeceğim derken de, abime küfredip telefona kontör yetiştiremez oldum.

Eskişehir’e gitmesi canımı çok yaksa da düşünce kızamıyordum da. Okuyacak tabii! Tühh benim suratıma! Bi liseyi bile bitiremedim bak ya. Valla okumadım diye beğenmezde şimdi beni. Üniversite hayatı falan, kızlar kesin aklına girerler diye kendimi yedim bitirdim sonra.

  O zamanlarda da face’den takip edeyim çocuğu, durum bildirisi yapsın falan yok, sahi ne zaman çıkmıştı bu olay bilmiyorum ama bana inat yapar gibi tık kelime yazmıyordu. Konum bildirisi olmasa da, hissediyordum geldigini.  Aynı havayı soludugumuz anda kokusunu alıyordum sanki..
Mahalleye sabah ve akşam olmak üzere çalışacak tek bir dolmuş getirmişler. Artık meraktan mıdır nedir, kim derdi Atom’un da aralarına girip oturacağını. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezde hele ki öyle bir zamanda. İlk kez işe girdim ve dönüşte dolmuşun camının önünde mahalleden bir arkadasimin bana bakıp gülümsediğini görünce. Aynı sekilde gülümsedim. Ancak  eliyle bir şeyler işaret ediyordu sanki, gözlügüm olmadıgından anlayamamış olsam da  aynı sekilde el sallarak anlamış gibi yaptım. Yaklaştıkça görüntü netleşti tabii, dolmuşunu kapısını açmamla kapatmam bir oldu o anda. Bir anda karşımda kör gözüme nispet, onunla göz göze gelince nefesim gerçekten durdu, ne yapacağımı bilemedim. Etraftakiler bana bakarken dönüp gitmek mantıklı değil ama saniyesinde gözümden dökülen şıpır şıpır gözyaşlarıyla devam etmek en büyük yanlış olabilirdi. Ne yapmam gerektiğini bile düşünmeye kalmadan, koşarak ana yola çıktım rasgele bir dolmuşa atladım gittim. O kadar çok şey birikmiş ki içimde otururken dahi öylece gözlerimden yaşlar kendi kendine boşalmaya devam etti. Herkes yüzüme bakıyor sanki ama ben kimseye dönüp bakamıyorum. Sayıklıyorum sadece, özledim, özledim, özledim…

Arkadaşı mesaj atmış çok ayıp ettin sen diye, sonunda hep kendimi suçlu hissetmiş oluyordum işte. Birkaç gün sonrada “niye kaçtın?” diye Atom’dan mesaj geldi. Anlıktı işte bilmiyorum dedim. saydı sayıştırdı sonra, niye böylesin de, saçmalıyorsun da, beni çok gözünde büyütüyorsun falan filan. Sonra sakinleşince biraz konuştuk. Üç gün boyunca da etrafıma baka baka yürüdüm yollarda. Bu kez gerçekten karşıma çıkmasını o kadar çok istiyordum ki ama derler ya beklenilenler hep vazgeçtikten sonra gelir.

Birkaç gün sonra ögrendim, gitmiş. Tekrar arayıp 15 gün sonra geleceğini söyledi. Tamam diyerek dolmuşa bindim, kimse yok nasılsa diyerekten kendi resmimi çekmeye koyulmuştum ki mesaj geldi. “Dolmuşa geliyorum sakın kaçma!” Ahahaha komik adama bak sen. Nee! Dolmuşa mı dedi? Jeton yeni düştü. Hemen sağ sola bakıp, Ayna kontrole geçtim. Saçlar tamam zaten saçtan başka bir bokta yok ki bende! Kaş, yüz, göz, burun, kulak taraması yaparken beş dakika da değiştirecek değilim ya, aynayı elime almamla koymam bir oldu, pat diye gelip yanıma oturdu. Vay uyanık seni, cidden kaçmayım diye yakınındayken mesaj atmış! Sonra dibime oturdu, sonra baya, baya dibime oturdu. Sıkıştım kaldım. Tek kelime de etmiyor var gücüyle yaslandı üzerime. Ne yapmaya çalışıyor anlamadım, saçlar sakallar uzayıp birbirine girmiş zaten baktıkça da içim kopuyor. Bende onun gibi tek kelime etmedim. Üzerime yaslanmış halde nasılsın dedi. Öyle bi, ciğerime oturmuş ki valla zorla “iii” diyebildim. Hiç iyi değilim,
kızamıyorum da in tepemden diye. Aksine utanmasam bin bin diyeceğim. Vay feleğin çemberine sokun beni, bu hale beni bu çocuk mu getirdi? Öyle de bakıyor ki tut kopart etlerimi çiğ çiğ ye beni der gibi. O an hiç bitmesin diye düşünürken, ineceğim yere de geldim. Aslında ömrümüzün sonuna kadar o koltukta birlikte yaşayabilirdik. Ben varım onunla valla bir ömür oturmaya. Ya da dolmuş kaza yapsın, içinde sadece biz ikimiz ölelim. Tüm dünya duysun aşkımızı! Bu aşk şehirler arası dolmuşta bitmemeliydi, gidecek daha çok yerimiz olmalıydı. Düşünmekten de doyamadım bu aşka, gözünün içine boş boş bakmaya fırsatım olmadı. İlk defa temas ettik, ondada sarılmayı bile akıl edemedik!

 Ertesi gün mutlu mesut yeni düş ve umutlarla işe gittim. Oda Eskişehir’e! Bir insan bir şehri hiç görmeden nefret edebilir mi? Sanki hiç dönmeyecekmiş gibi o gittikçe ben nefret ettim işte. 

***
Gelir gelmez hemen iş aramaya başladı. Dur soluklan biraz derken bir hafta sonra kafenin birinde işe başlayacağını söyledi. Ay nasıl gurur duydum var ya! Hem okuyup hem çalışıyor canım benim. Gerçi çalışmasında ne yapsın, babası da evlendi!
Kendimden de utandım tabii sonra. Ufaldım karınca gibi oldum, ezildim resmen lavabonun deliğinden şutlandım. Daha elim ekmek bile tutmuyor. Sinirlendim pat diye istende ayrıldım. Kaldım yine evde. Yarın öbür gün davul bile dengi dengine derse, ya okurum ya da gider okulu satın alırım herhalde diye düsunmeye basladım. Biliyorum kaldıramam ben bu lafları anca oturur, baba parası yerim ben böyleydim işte, düşünmeden de edemiyorum.

 Sağ olsun işe başlar başlamaz sana ne alayım diye sordu, sormasıyla bile dünyayı önüme serdi. istemeyince bir kaç hafta sonra rahat rahat konuşup mesajlaşalım diye yeni bir hat almaya kalkınca bana hemen koşa koşa gidip kendim aldım. Her gün saatlerce konuşmaya başladık. Hatta öyle bir saldık ki kendimizi, artık ne konuştuğumuzu da unutup saçma sapan nedenlere tartışır olduk.

 Neyse ki sabah akşam derken, birde bunun gecesi var oda eklenince yine horlama sesleri yükseldi. Yeniden duydum ya, nasıl şükrettim!

Kapatıyorum artık uyusun diye. Beş on dakika sonra kendine gelip arayarak “ya canım telefonu yüzüne kapatmışım herhalde” diyince başlıyorum gülmeye. Adam farkında bile değil ki uyuduğunun bir de soruyor en son nerede kalmıştık diye. Bir yerde kaldığımız yok ama o telefonun açık olması bile bizi birbirimize bağlamaya yetiyor du sanki…

Gece muhabbetimiz iyi olunca abim kendi kendime konuştuğumu sanıp delirdiğimi düşünmüş. Annemi de alarak durumumu bildirmiş, sonrasında malum artık kapının önüne dizilip beni dinlemeye başlamışlar. Bizim kadın durumu anlamaz mı, pat diye içeri girdi. O anda telefonun üstüne oturdum. “Sen kiminle konuşuyorsun?” diyince, söylediklerine anlam veremez gibi şaşkın görünmeye çalışarak, hiç kimseyle dedim. İyide sesin geliyordu. Sen iyi olduğuna emin misin?

“Size öyle gelmiş olmalı, bu saatte gecenin bir yarısı ala ala kiminle konuşabilirim ki?”

Ne söyleyecektim, kızınız samanlığı nasıl seyran edebilirim acaba diye planlar yapıyor ama üzülmeyin niyeti ciddi mi? Haliyle gizleme gereği duyuyor insan. Aslında hepside biliyor du sevdiğimi, kendisi lafta abimin arkadaşı ya, duyar duymaz yetiştirmişler. Çok umurumdaydı hıhh, aşık oldum diye suç işledim sanki, oldu birde bunun için dayak yiyeyim bari. Bir defa böyle olunca ikincide kafama yastık basarak konuşmayı denedim. Uyuyor numarası yaparım nasılsa diyerekten, bu plan iki kez işledi üçüncü de yakalandım. İnternet olsa böyle mi olurdu ya neyse… Uyanık anam aldı elimden telefonu baktı, yok bir şey. Kapatmıştım ama kadın uyanık işte sıcaklığından çözdü işi! Gerçekten çok konuşuyormuşuz ya o zaman anladım kulağım gibi telefonda ateş gibiydi. Tamam, itiraf ediyorum diye sırıtarak söyledim. “Atomla ....”

“Bu saatte mi? ne konuşuyorsunuz?” diyerek dinleme pozisyonuna geçti. Ana yüreği işte dayanamadı.

“O değil de sen çıksana dışarı. Uyuyacağım ben” diyerek aldım telefonu elinden. Yalandan da olsa vurdum kafayı yattım. Ardından yeni taktikler aramaya başladım tabii, böyle durumlarda çalışmayan zekâm bir anda çalışıyor işte. Pike ve yastık olmak üzere iki suç aletini de yanıma alarak gar dolabın içini işgal ettim. İşte fazla eşya sevmeyen kızın gözünü seveyim, hemen pikeyi sererek yattım dibine. Kucağıma da yastığı alarak sesi engellemiş oldum Kötü yanı o dolaptan çıktığımda soluksuz bir sevişmeden çıkmış gibi oluyor.

***

İnsan sevdiğini tarif etmekte ne kadar çok zorlanır, her gözüne gözüken sanki başkadır. Başkalarının itici bulduğu ne varsa hoş görür. Dünyanın en çirkini bile olsa mutlaka kusursuzdur. Seneler geçmesine rağmen görünürde hiç bir şey yok. Elini tutamadım dokunamadım sıcaklığını hissedemedim ama ne olursa olsun sevmeme engel olamadı. Gözlerinin içine bakabiliyorum, onunda gözlerinde kendimi görebiliyorum. Bir şeyler eksikte bile olsa ruhumu ona taşımama yetiyor aslında.

Ruhunla sevmek diye bir şey varmış işte, tüm kalbinizle, zihninizle hatta tüm hücrelerinizle seversiniz ama dokunamazsınız. Hatta dokunma ihtiyacı duymazsınız bile. 

Bazen ben, bazen o ama konu ne yapıp edip evlenmeye geldiğinde, alttan almak yerine birbirimize dayılanmayı tercih ediyoruz. Buda benim çok öfkelenmeme denen olsa da belli etmemeye çalışıyorum. Her şakanın altında bir gerçek vardır derler ya “evlenirsen beni sakın çağırma hatta düğününü sakın buralarda yapma. Yoksa gelir seni orada vururum” diyerek gülüyorum. Oda “Olur çağırmam, seninle evleneceksem yani” diye dalga geçince, bende akan sular duruyor. Hatta benimle evlenir misin demiş gibi kabuğumdan fırlayıp uçuyorum. Hadi yaaaa, diyorum. Bu kez de o yanlış algılıyor!
 Ya bende zaten buralarda yaşamayı düşünmüyorum artık. Ne demek bu şimdi? Yaşamayı düşünmüyorum falan, yaşama istersen de ben ne olacağım diye düşünerek sinirleniyorum. Neden diye soruyorum. Eskişehir güzel yer. Alıştım da, yerleşirim ben artık oraya diyor.

Antalya ne? Bok mu? Bu böyle söyledi ya nasıl daraldım, sanki her an kalkıp gidecek. Resmen bensiz bana karşı hesap çıkartıyor. Ben istemiyorum ki gitmesini bile ne demek yerleşmek. Gerçekten düşüncesiz bu erkekler! “İyi sen bilirsin” desem de, sen sev oraları benim olmadığım her yeri sevmeye de devam et demek istiyorum.

Tıpkı bir zamanlar onun bana sorduğum gibi “canım biz ne zaman buluşacağız” dedim. Buluşuruz cadım benim şimdi ben çalışıyorum diyince hak verdim tabii. Peki, ne zaman diyince, o kolayda abin sorun çıkartıyor dedi. Abim mi? Ne alaka bu şimdi? Kafam karıştı anlam veremedim düdük oldum resmen. Gerizekalı mısın oğlum, sen ne yapacaksın abimi? Desem diyemiyorum da, “nasıl yani?” diye sordum. Ya gel git sıkıştırıyor, ne bileyim sen sorun yaşama diye diyorum diyince, He öyle, önemli değil ya. Son zamanlarda biz senin muhabbetini bile yapıyoruz onunla. Merak etme hem her abi yapar öyle dedim.

“İyide illa bir sorun çıkarır o biliyorum.”

Valla iyi tanımış ama sana ne! Sorun çıkartırsa bana çıkartır. Bahane işte. Sen her haltı ye, adamda gelsin sana aynısını yapsın, Tılsım bravo. Eminde olamadım ki, şakaya vurayım bari ne yapayım diyerekten, “abimden korkuyorsan belirteyim, dayak yemeye hevesli birini de bulabilirim” dedim. Erkeklik damarı kabardı tabii, düşünemedim bunu. Ne korkacakmışım diye sayıp sayıştırdı! Abimden de korkacaksa zaten harcadığım zamana yazık. Agresifleştikçe hali bana baya bi komik geldi güldüm, sonunda tamam dedim şakaydı. Bir bakımdan da ciddiyim ama bu kadar büyütmenin anlamı yok ki. En sonunda “Ya abin benim arkadaşım sonuçta, zor tabii kız kardeşiyle olduğumu duyunca hesap soracak ben ne diyeceğim ayıp olacak bir şekilde” diyince, tepemin tası hepten attı. Delirdim artık. Kız kardeşi olduğumu vaktinde düşünemedi, yeni mi aklına geldi! “Konuşmayacaktın o zaman benimle!” dememle, içinde ne varsa döktü ve beni resmen uçurumdan aşağıya yuvarladı.

“Sen hep böylesin zaten farklısın! Niye normal değilsin ki? Ne olurdu sanki bir kere normal olsan herkes gibi yaşasan. Benim tanıdığım Tılsım bu değildi! Sen çok değiştin ve sakın bana değişmedim deme değiştin çünkü. Bıktım artık bu durumdan anlıyor musun?” diye saydıkça resmen bana kinliymiş dedim. belli etmemiş bunca zaman. Bütün taşıdığım umutların hepsi bir anda uçtu gitti ve Paramparça hayallerimle kaldım resmen ortada.

“Ne demek istiyorsun? Seni seviyorum hala anlamıyorsun” dedim.

“Ya tamam bırak ya! Senin gerçek dünyayla alakan bile yok artık. Ben artık bilemiyorum…”

“İyi düşün o zaman bu böyle bitemez.”

Onu düşünmesi için aramadım. Sabırla bekledim sakinleşir elbet arar beni diye bekledim. Üçüncü gün oldu aramadı, beklemeye devam ettim. Gece uyuyamadım, dayanamayıp bana bunu yapma diye, mesaj attım. “Unut beni, ben unutacağım. Bitsin artık bu durum. Birbirimizi hiç tanımamış olalım. Üzülme lütfen, ben üzülmeyeceğim ve elveda” yazmış, şoka girdim. Gerçekten hiç beklemediğim bir şeydi. Gerçekten ciddi olduğunu hissettim ama bi anda bunu söyleyebilmesi o kadar saçma geldi ki. Okurken içimden kocaman parçalar koparak toprağın altına yerleşti sanki. Beni resmen parça parça öldürüyordu. Tek kelime söylemeye mecal bırakmadan diri diri kesip attı bedenimi! Yaşarken ölmek böyle bir şeydi demek. Uyuştuğumu hissediyordum, öyle acı vererek ölüme gönderiyordu ki artık yaşamama imkan yok gibiydi. 
İntikam mıydı?!...

“Elveda demen o kadar anlamsız ki, tıpkı yaptığımız kavgalar gibi. Üzülür müyüm hiç birbirimizin olmadık ki. Merak etme ben unuturum seni, tıpkı imkansız aşk gibi” diye yazarak son sözümü söyledim. Ölür gibi can çekişir gibi avazım çıktığı kadar bağırıp tepinmek yıkmak
istiyordum ortalığı. Ağlamaya başladım, sadece ağladım günlerce ağladım. Ağlamaktan gözlerimi hissedemez oldum, sövdüm saydım. Ben her şeye hazırken! Bu kadar severken diye ağladım. İçimdeki tüm kötülüklere tüm kopukluklara rağmen, en ufak karşılık beklemeden bir bebeğin gözleriyle bakmıştım ben ona. Sonunu bilmeden sadece sevdim ben…

Koltuğa oturuyorum ağlıyorum, yatağıma gidiyorum ağlıyorum, bahçede geziyorum ne yaparsam yapayım ağlıyorum işte durduramıyorum kendimi. İçim daralıyor uyumak istiyorum uyandığımda hiç böyle bir şey yaşanmamış hatta ben onu hiç tanımamış olmak istiyorum. Ne yaşamayı nede ölmeyi becerebiliyorum. Bir erkek için kendimi kahretmeye değer mi diyorum. Ona bile cevap bulamıyorum kendimde. Benim için yalnızca bir erkek değildi ki erkekten de öte bir şeydi. Tarifi bile yok işte… Tüm bunlar aklıma geldikçe daha çok ağlamaya başlıyorum. Onunla büyüdüm, onunla ölebileceğimi düşünüyorken şimdi ben kiminle öleceğim diye ağlıyorum.

Kendime bakıyorum ağlamaktan saçlarım yüzüme yapışmış. Öyle ki çok acınası bir haldeyim fakat bunun bilincinde bile değilim. Tek bildiğim bugün Ramazanın üçüncü günü! Ne kadar tuhaf onu ilk gördüğümde de Ramazanın üçüncü günüydü. O zamanlar onu düşünmeye başlıyorken şimdi ise unutmaya çalışıyorum. Gerçekten bu durumu kendime yediremeyen ben, günlerce ağladım, gece gündüz ağladım.

 Saat gecenin 3'ü aynada bir süre kendime baktıktan sonra, her şey gözüme o kadar çirkin gözüktü ki, tuttuğum yerden kesmeye başladım saçlarımı. Hiç acımadan parçalar halinde, klozete atıp bir pislik gibi üstüne sifonu çektim. Bitene kadar kesmeye, gözümü bile kırpmandan olabildiğince kısa daha kısa dipten kesmeye devam ettim. Kestikçe bütün sıkıntımda uçup gidiyordu sanki. Her hamlede her avuçladığım saçta “En az benim kadar sev, birlikte ol ama asla kavuşama” sözleri ağzımdan saçlarımla beraber döküldü gitti. Yıllarca her sabah “ne olur ona bir şey olmasın” diye gözümü dualarla açan ben, bu kez istemeden, ne söylediğimi ne yapmaya çalıştığımı bilmeden bitirdim...

  Gün yeniden doğmak üzereyken, annemin yanına gidip bembeyaz yatağın içine kıvrıldım. Yalnızca uyumak istiyordum, çünkü artık ağlamıyordum.

Not: bunu buraya eklerken bile burnum sızladı be!. Ne diyeyim bari sen mutlu ol, belli ki ben beceremiyorum o işi. 
Birde paldır küldür evlendim diye ne dediysen haklıydın, ama sen de evleneceğim birisiyle diye tutturmasaydın iyi di deee, neyse zaten bana kalsan hayallerindeki Polisligi bile kazanamazdın, hadi yine iyisin... 

Öncesi'

1.07.2017

Geçmişten bugüne sevdigim diziler

 Cilgin bedisi, Ruhsari Sidikasi Kaygisizlar, Serseri Yilan hikayesi, Dadı, Üvey baba, Evdeki yabancı, Tatlı hayat, gibi dizilerle basayan televizyon tarihin Aci hayat, Kurtlar vadisi tutkunlariyla uzanan kış aksamları ailece oturup izledigimiz Asmalı konak, Yaprak dokumu, Elveda Rumeli, Adanalı, Parmaklıklar ardında, Sevda çicegi, Hayat devam ediyor gibi gibi dizileri her ne kadar izlemiş olsam da hic deginmeden gecmisten bugune kadar tek bir bolum atlamadan izledigim ve  tekrar tekrar izlemekten yilmadigim dizileri sizlerle paylaşmak istedim.

Avrupa Yakası - 2004+2009
6 sezon - 190 bölüm
Başladıgı ilk günden son bölüme kadar her seferinde Gürse Bırsel'in zekasını taktir ettigim dizi. Her sezon yeni karakterlerin gelmesi müthiş bir heyecan yaratıyordu. Selin ve Volkan karakteriyle dikkat ceken dizi onlar yokken yurumeyecek gibi ön yargı olustursa da zaten Burhanıyla hem kendine gıcık kaptırmış hemde sevdirmis bir karaktere Gaffur gibi bir manyak eklenince epey ses getirmisti. Cesur'u Sacit'i Şahikası, Dilber halası ve Azim karakteriyle tv başına kitlendik. Üstelik ilk kez Sarp Apak'ı bu dizide Tanrıverdi olarak sevdik.
Orta okuldan lise yıllarına kadar izlemeye doyamadıgım komedi dizisi.. 

Arka Sıradakiler - 2007+2012
5 sezon - 193 bölüm
Bu dizi bana bir ömür gibi geldi. Her hafta bir olay yürek mi dayanır. Nasıl bir senaryo, ummadık taşın gelip geçip baş yarması. Gençligim bu diziyle heba oldu gercekten. Kime güvenecegimi, neye üzülecegimi sasırdım. Her bir hayat sırasıyla gümbür gümbür geçti de, yahuu hala aklıma takılmış durumda. Koskoca Gamze'nin en yakın arkadaşı Sanem ne oldu. Onun hikayesini ne duyan nede bilen oldu. Onca yıl fügüran gibi geçip gitti o kız. Birde Hamdi Alkan yogun istek üzerine finalden bir süre sonra Arka Sıradakileri UMUT olarak geri getirdi. Ölenler bir yana diziden üç-bes kisi kalınca tutmadı. Onunla da yetinmedi, dizinin epey gerilerine gidip Oktayı komadan uyandırdı ve hersey rüyaydı. Yani dizi sil baştan olunca tepkilerle bitti. Tamam seviyoruz da, bazı seyleri tadında bırakmakta fayda var.

Sınıf - 
2008 yılında sadece 6 bölüm yayınlandıktan sonra yayından kaldırıldı. İçerigindeki siddet yüzünden kaldirildigini duymustum o zamanlar. Dizinin jenerik müzigi ise 2012 yılında Mehmet Erdem söyledigi "Herkes Aynı Hayatta" şarkısıydı.
Başladıgı gibi biten bir dizi olmasına rağmen 6 bölümü defarca izledim.

Yalan Dünya - 2012 + 2014
3 sezon 86 bölüm
Avrupa Yakası'nın finalinden sonra Yalan Dünya ilaç gibi geldi. Bitmeseydi iyi di de tadında bir final yaptı yine de. Gürse Birsel senaryo isini bıraktı dediler ama umarım ileriki yıllarda ani bi kararla bomba gibi geri döner aramıza 💕

Düşlerimin Prensi - 2006 
24 Bölüm
Bunun burada ne işi var?
İzledigim ilk ve tek Kore dizisi diyebilirim. Trt nin yayiniyla keşfedip izleyememiş olsamda internetten izleyip hatta tüm bölümlerini CD yapıp sakladıgım ilk dizi.
Devam uyarlaması Zoraki Prens 20 bölümle hayatımıza girdi ancak Düşlerimin Prensi kadar basarılı degildi.
Konusu: bana göre görücü usulü evliligin en komik haliydi bu dizi. 

Kardeş Payı - 2014 
2 sezon- 35 bölüm
Ahmet Kural ile Murat Cemcirci bilmeyen kalmadı herhalde. Onlar olur da sizcede her çalışma güzel olmaz mı? Keske hiç bitmese dedigim.... Sonsuza kadar izlenebilirdi ama tadında kaldı. Bol kahkahalı her bölümü tekrar tekrar izlemiş olsamda izlemeye devam edicem.

Şubat - 2013
32 bölüm
Her karakteri muazzam olan bambaska boyutta bir dizi. Bazen çok büyük dersler verir nitelikte!
 Tek eksisi Trt de yayınlanmış olmasıydı. Bu yüzden bittikten sonra keşfedip internette izledigim bir dizi oldu. Anlatılmaz yasanır nitelikte, hala izlemeyenlerdenseniz mutlaka ama mutlaka bir sans verin!
Unutma; biz iyiligi kötülerden hayatı ölümden ögrendik. 

Suskunlar - 2012
2 sezon - 28 bölüm
Dört arkadaş çaldıkları tatlı arabasını ellerinden kaçırınca birinin ölümüne sebeb olur ve cocuk yasta hapse girerler. Hapisanede yasadıkları acımasız olaylar ve yıllar sonra bir araya gelmeleriyle hesaplaşma başlar.
Şubat dizisinden sonra keşfettigim ve tekrar tekrar izlenmeye deger buldugum dizilerden. 

İlişki Durumu Karışık - 2015
Tek sezon - 40
Kore dizinden uyarlanmış olan romantik komedi dizisi. Bütün hamileligimi bu dizi sayesinde gülerek gecirdim. Final yapması bir çok izleyicisi gibi benimde hosuma gitmedi bu yüzden yeni sezonda İlişki Durumu Evli olarak yayina başlayınca çok sevinmiştim. Ancak tutmamış olacak ki,  üç bölüm yayınlanır yayınlanma ekranlara veda etmesi üzücü oldu. 

Seviyor Sevmiyor - 2016
28 bölüm süren yine bir Kore dizisi daha 😅
Bu dizi hakkinda cok fazla yorum yapmicam ama çok sevdim, seviyorum. Hele o Tuna karakteri yok mu. Her genç kızın hayalindeki erkek olabilir... Ancak birde geçmiş var tabii, yaşanmışlıklar kolay unutulmuyor. Ne kadar üzülsenden de, üzeni Tuna gibi bir karakter bile unutturamıyor maleseff...

Fi - 2017
Hala ilgiyle izlemekte oldugum internet dizisi. 

Kalp Atışı- 2017
Bu yazın ilk dizisi olarak Kore uyarlaması olan Kalp Atışı ilk bölümüyle tam puan verdigim icin favori dizilerim arasına girecegine eminim. Eee birde kızların yeni gözdesi Gökhan Alkan sempatikligi olur da izlenmez mi? Seviyor Sevmiyor dizindeki gibi mimik bakış ve tavırlar aynı. Çocuksu bir yanı var yanii..

29.06.2017

Montessori Bebek Odası Dekorunda Kendin Yap Fikirleri


Harika bir bebek odası dekoru için servet harcamak zorunda veya ne kadar kullanacağınız belli olmayan klasik sıkıcı bebek mobilyalarını almak zorunda değilsiniz. Uzun vade de kullanacağınız eşya seçimi yada evde hiç kullanmadığınız mobilyaları boyayarak tamamen hayal gücünüzle birlikte az bütçeyle neler yapılabileceğini biliyor musunuz? 
Size küçükte olsa düşünmenizi sağlayacak fikirler sunmak istedim. 

  Son dönemin en popüler konusu Montessori yataklar ve çocuk odası dekoru. Bende Çağrı daha 8 aylıkken bu yatağı yaptırdım.  Üzülerek söylüyorum en azından kendi adıma beşik almak bu yatağın yanında çok büyük bir hataymış. Hareketlenmeye başladığı anda bir bebeği o yatakta tutmak ne mümkün! En azından ilk üç ay için anne yanı yatağı önerebilirim ancak sonrası için montessori yatağına bir 10 yıl garanti verebilirim benden söylemesi!


Odanın kapısı için süs arayışındaydım ve istediğim adının kapının üzerinde yazması yönündeydi. Sonunda elde olan malzemelerden bu iki fikri ürettim. Önce annemin arta kalan yün ipleriyle pon ponlar yaptım. Ardından büyük ve küçük tabak yardımıyla kartonun üzerini simit şeklinde çizip kestim. kestiğim kartona ise bu pon ponları yettiği yere kadar yapıştırıcı yardımıyla döşedim. acık kalan kısıma ise dolgun durması açısından pamuk yapıştırıp sicim ipi doladım. Tişört boncuklarıyla da üzerine adını yazıp, yine elimde olan farklı süslerle de renklendirdim. 

Gerçekten kapı süsü aramaya hiç gerek yokmuş, şayet elimde olan malzemeleri kullanmamış olsaydım tercihim pembe ve beyazdan oluşan bir kapı süsü yapmak olurdu. :)

  Diğeri ise Çağrı'nın küçük tavşanı, bunu da sırf yatağının başında sallanan bir oyuncak olsun diye yapmak istedim. Takı dolabının kullanılmayan bileklik tahtasını söküp sicim iple bağladım. Salıncak görüntüsü verdiğim tahtaya tavşanı oturtarak alttan ve ellerinden dikerek sabitledim.

Elektirik bantlarıyla duvara istediğiniz ev agaç kale gibi resimler de yapabilirsiniz.

Basit kağıt fenerden  tur balonu dekorasyonu. 
Bir Kapadokyalı olarak bunu yapmasam olmazdı :)


 Ahşap ev rafın kartondan olanı...

Fikir değişikliği...

Ayna uyumu.

Dantel ve eski küpe uçlarından odaya uyumlu birde düş kapanı yaptım..

Kitaplar olmadan asla! mobilya sabitleme (L demiri) yardımıyla havada duran kitap dekoru yapabilirsiniz.

Yatağın çatısında bir çift muhabbet kuşu var :D 

Şişeden abajuru nasıl yaptığımı anlatmıştım, görmek için buraya^^

Kızılderili oyun çadırını kendim yaptığımı söylemiştim, nasıl yaptığımı görmek için buraya... 

Son olarak kullanılmayan bu ayakkabı dolabını temizleyip yapışkanlı folyo ile kaplayarak oyuncak dolabı yaptım. 
Üzerindeki yastıklar ise benim çok sevdiğim eski tişörtlerimin desenleri. Kenarlarından düzgünce kesip hazırladığım düz beyaz dekor yastıklarının üzerine kumaş yapıştırıcısı yardımıyla yapıştırıyorum.