5.06.2017

Sosyal Medya Hesapları-m

2013 yılında kitap ve parfüm üzerine açmış olduğum, zamanla kozmetiğe doğru giden ardından kişisel sorunlarımdan geçilmeyen en aktif hesabım. Şimdiler de tüm geçmiş paylaşımlarımı silmiş olsam da yanıltmasın. Gözümü açar açmaz oradayım. Hatta bir çoğunuz gibi SnapChat özelliğini daha çok kullanmaya başlamış bile olabilirim. Aslında sevmediğim, manasız bulduğum bir özellik olsa da orjinal Snapchat programını şimdiden nakavt etmiş görünüyor. Bir sistemde birden fazla özellik olması kesinlikle çok daha keyifli. :)@madamfrankenstein

 2012 Mart ayında üye olup 2015 yılına kadar çok çok severek kullandığım, "MySpace" den sonra en farklı, en özgür bulduğum hesaplardan biri.  Tek sorun yanımda biri olduğu durumlarda tedirgin oluyorum. Özgür dedim ya, gezinirken neyle karşılaşacağım belli olmadığından o an yanlış anlaşılma ihtimali olabilir :D  @flightofdeathy
***
 Myspace demişken' tahminim beş yıl önce filan büyük bir değişime uğrayarak basitleştirildiği için artık yok sayıyorum. Eski formatı ise >> merak edenler Tık1 Tık2
(istediğiniz temayı Html kodlama oluşturarak  profil - profil resminiz- yaşınızdan cinsel tercihlerinize 'kullandığınız sigaraya kadar bütün bilgilerinizi profilinizde gösteren- chat özelliği- blog sayfası- sınırsız arkadaş edinme- ve comment bölümüyle açık mesajlaşma dahil- müzik yüklenebilen harika bir plartform'du. Bunu da özellikle belirtmeden geçemedim. Çünkü çok özledim! Ne yaptın Tom ! :(  profilimde buymuş ^^ >> tilsimmbill
tahminim 2006 yılında üye olmuştum.

  İki kez twitter hesabı açıp silmiş olmama rağmen' Silmemek için hala direndiğim üçüncü hesabıma ne var ne yok yazmaya karar versem de her zamanki gibi yine bağlılığımı koruyamadım. Sanırım asla anlaşamayacağım bir platform. Sırf gösteriş olsun, elit dursun diye sadece Twitter kullanıyorum cınımmm diyemicim yani...  @uygunsuzyorum


 Bitti...
Sizler neler kullanıyor ve kullandığınız hesaplar hakkında ne düşünüyorsunuz?

3.06.2017

Bu Ramazan Parktayız


Ramazanın 8'inci gününde sizlere anca  hayırlı Ramazanlar dileyerek konuya direkt giriş yapıyorum. Her seferinde sıcaktı, iş yoğunluğuydu birde üzerine günler uzundu gibi basit bahanelere kanıp bir kaç yıldır düzenli oruç tutamasam da çok şükür "günde en az 3 litre su içen ben" bu yıl olaya acabasız  lodoslama dalabildim.  Kendi irademle 5-6 yaşından beri orucunu aksatmamış biri olarak kendime çokta haksızlık etmek istemiyorum aslında. Antalya'nın Ağustos ayında tutabildiklerim bile mucize gibi bir şey sayılır... Asıl merak ettiğim, siz Ramazanda kilo alanlar dan mısınız, yoksa verenlerden mi?  
Örneğin kan gurubum 0 olduğu için "ne yesem yarıyor"culardan olarak, şimdilik 4 litre. su bünyeme giriş yaptı bile. İftarın saat 20:30 bulması bile benim için çok geç bir yemek saati olsa da bir tabak yemeğin yanında biraz salata tüketerek Türk kahvesi faslına geçiyorum. Saat 22:00 olduğunda Çağrı'nın dışarı çıkalım saatiyle yeni bir hareketlenme söz konusu. Gündüz enerji harcamak istemediğimden bu görevi geceye aldık. 
Vakit geldiği anda bağlasan durmaz kızım. O derece dakik sabırsız halleriyle 1 haftadır her gün parkta olmamızı sağlıyor. Abim işten gelir gelmez bizi götürüyor ve gece 12-1 arası döndüğümüz parktan epey bi enerji sarfetmiş oluyoruz. Çağrı zaten daha arabadayken kucağıma yıkılıp kalıyor. Uyuyan bebek gibisi yok...
 Bu arada kaydırağa binmeyi gerçek manada öğrendi^^ merdivenleri kullanarak biniyor tabii kii :D 
Buraya kadar her şey iyi de, eve geldikten yarım saat sonra sahur yapıp gece üç ' üç bucuk gibi ancak yatıyorum. Orta okul lise yıllarında gece uykusu tatlı gelir lokma yemeden tutardım orucu, şimdi gençlik gitmiş ki, çok aç kalınca titremeler baş dönmesi yüzünden cesaret edemiyorum bile aç tutmaya.
Tok mideyle de uyuyamıyorum... 2 haşlanmış yumurta, peynir, domates salatalık yiyip birde onları sindirmeyi sabırla bekliyorum.  Bu ayda kilo alır mıyım almaz mıyım şüpheli... Daha önceleri aldığımı pek hatırlamasam da inşallah almam diye için için dualar ediyorum. (şuan bile) 
Ah şu yemek fasılları olmasa aslında, ben suyla yaşamaya razıyım da neyse... 
Bulduklarımıza şükredelim yine de. Belki bir gün kilo almak moda olur :D

Dip not: Annneliğin gücüne hayranım, sanki önceden beni hayata bağlayan hiç bir şey yokmuş ölü gibi yaşıyormuşum. Şimdi annelik beklemiyor. içimden çıkan enerjiye şaşıyorum hala :) Bir saniye bile bazen o kadar önemli ki, çocuğu havada yakaladığın o an derin bir nefes alıyorsun...

Death Note - Film

  Japon anime ve manga sevenler çok iyi biliyor olsa gerek bu filmi ancak Ölüm Defterini sevmek için fantastik- polisiye filmlerden hoşlanmanız da yeterli. 
 "3 seriden oluşan bu filmde Light Yagami isimli 17 yaşındaki genç, sınıfında dersi dinlerken bahçeye bir Shinigami tarafından düşürülen "Death Note" adlı bir defteri görür. Ölüm Defteri tüm shinigamilerin sahip olduğu, insanları öldürmek ve yaşam sürelerini kısaltmak için kullandıkları bir tür süper güçlere sahip defterdir. Sonrasında bu defterle ismini yazdığı kişiyi öldürebildiğini fark eden Light, dünyadaki suçluları öldürerek adaleti sağlamaya karar verir. Onu farkeden halk ona "Kira" ismini verir. Bu olaya polisler, FBI gibi gruplar müdahale eder. Tabii bu sırada Light'ın karşısına "L" adında bir dedektif çıkar. Kira'ya meydan okuyan L, dünyanın en iyi dedektifidir, dolayısıyla çok zekidir ve her olayı hemen kavrayabilir. Ancak Light da oldukça zeki olduğu için medya aracılığı ile aralarında kızgın bir çatışma başlar."
   Tsugumi Ooba yazdığı çizgi roman uyarlaması olan filmin tam anlamıyla konusu bu olsa da, işin eğlenceli kısmı karakterlerde. Çünkü bu filmde kötü karakterleri de çok seveceksiniz. Ölüm defterine sahip olan ölüm meleğinin de sahibi olacaktır. Haylaz Ryuk hükmetmek kolay olmayacaktır. 
  Çıktığı andan  bu zamana kadar tutkuyla izlediğim bu filmi mutlaka izlemenizi öneririm.

 Bu arada küçük bir de not; Death Note Amerikan sinemasında yeniden çekilmiş, Ağustos 2017 yani 2 ay sonra vizyonda olacak. Oyuncular tabii ki Japon değil, üstelik L karakterini canlandıran bi zenci! ne alaka bilmedim. Sürekli çömelerek oturan, sessiz, şekerle beslenen, bembeyaz ölü benizli bir karakteri canlandıracak Kenichi Matsuyama dan başka birini düşünemiyorum bile. Kesinlikle ilgimi çekmedi. Şimdiden söyleyeyim zaten yazılmış çizilmiş 3 seri tamamlanmış bir filmi yeniden uyarlayarak sadece israfa neden olabilirler. :)

Aşk

Turgut uyar demiş ki:
- En iyi ben yenilirim; dosta, düşmana, aşka…
Tomris Uyar demiş ki:
- Biri geliyor, hayatımıza bir makas atıyor, o yaşadığımız bölüm, bütünün dışına düşüyor.
Cemal Süreya demiş ki:
- Kim istemez mutlu olmayı ama mutsuzluğa da var mısın?
Edip Cansever demiş ki:
- Özlemim sanadır, varsın kar yağsın, daha yağsın seni arındırıncaya kadar.
Didem Madak demiş ki:-
 İnsan kaybolmayı ister mi? Ben işte istedim bayım. Uzaklara gittim. Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin. Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım!
Sabahattin Ali demiş ki:
- Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor da, kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlanış da insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde “bu böyle olmayabilirdi” düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.
Tezer Özlü demiş ki:
“ Haykırmak istediğim çok şey var. Büyük kayıplar yıkacak değil bizi. Açıkça birbirimizle konuşamıyorsak ben ağlamak, bağırarak ağlamak için bahçenin yeşillikleri gerisindeki odama geçiyorsam, biliyor musun, ne güzel ağıtlar içinde uyuyakalmak ? ”
Oğuz Atay demiş ki:
- Kelimeler albayım, kelimeler. Bazı anlamlara gelmiyor.
Attila İlhan demiş ki:
Çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili!
Metin Altıok demiş ki:
Öyle yalnızız ki bu panayırda, sevgimiz durmadan bir taşı ovar. Sevgilim aşk da uyar çevreye. Ve kendine parlak bir yalan arar.
Behçet Aysan demiş ki:
Kırgınım, saçılmış bir nar gibiyim sessiz akan bir ırmağım geceden. Git dersen giderim, kal dersen kalırım.
Nazım Hikmet demiş ki:
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey, dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey… Fakat artık ümit yetmiyor bana, ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum…

alıntıdır.

1.06.2017

Labirent - Film

The Maze Runner yani "Labirent" filmi James Dashner yazdığı kitap üçlemesinin ilki olan Ölümcül kaçış.. Filmin konusunda, Thomas uyandığında kendini yukarı doğru hareket eden bir asansörde bulur. Asansörün kapıları açıldığında ise onu karşılayan bir grup genç gibi artık bu oyunun bir parçası olarak Labirentten ya çıkacak yada ölecektir. 
  Film tam bu noktada başladığı anda dedim tamam bu bir  "Açlık Oyunu!!!"
Ve bingoo! araştırmalarıma göre yanılmamışım da. Çünkü  kitabın yazarı Labirent kitap serisini Açlık Oyunları serisinden esinlenerek yazmış. En az onun kadar etkileyici ve sürprizlerle dolu. Ancak bu daha iyi olabilir!! Devasa büyüklükte duvarlarla çevrili labirentin ortasında kalan gençler geçmişine dair hiç bir şey hatırlamazlar. Sadece bir çıkış yolu olduğuna inanarak her sabah koşucular tarafından labirent kontrol edilir. Yalnız tek bir sorun vardır ki, hava kararmadan dönemezseler ızdırap verici diye adlandırdıkları yaratıklar tarafından öldürülebilirler. Bununla birlikte her 30 günde bir aralarına yeni bir genç bırakılır.
 Buraya kadar her şey tamam ama en basta benim aklıma takılan bunu yapanların kim ve neden olduğuydu. Filmin sonlarına doğru öğreneceğimi umut ederken kurtulanların kendilerini yeni bir oyun içinde olduğunu görmek gerçekten sinirlerimi bozduğu kadar heyecanlandırdıda...
  Bu filmi 2014'ün sonunda kışın izlemiştim merakla ikincisini beklesem de, serinin devamı "Alev Deneyleri"ni izlemek ancak bugün nasip oldu. İlki kadar etkileyici olmasa da seri olarak Giriş, Gelişme, Sonuç ilişkisine göre Gelişmeler yine de heyecanlı bir şekilde senaryo edilmişti.
 Üçüncü film ise "Son İsyan" iki parça halinde vizyona gireceğini ve ilk part bu yıl  vizyona olacağını söylüyorlar ancak tam belirli bir tarihe rastlamadım. 
 son olarak, bir okuyucuysanız merakla takip edebileceğiniz bu seriyi alın derim ancak dikkat bağımlılık yapabilir!

31.05.2017

Bay Hiçkimse


 Orjinal ismiyle MR.Nobody 2009 yapımı fantastik dram filmi.  Baş rollerinde Jared Leto var. Eğer iyi bir Rock- Metal müzik dinleyicisiyseniz 30 Seconds To Mars grubundan haberiniz vardır. Bana göre yakışıklı vokalist Jared Leto varsa bu film iyi yada kötü izlenmeliydi.  Filmi ilk izlemeye başladıgım anda "Kelebek Etkisi"ni çağrıştırsa da bence çok çok daha başarılı aşk kokan bir yapım olmuş. Nemo adında genç bir adam 3 farklı kadın ve üç farklı hayat. Olasılıklar üzerine kurulmuş bir film. Hayatı olduğu gibi sevmeye ne dersiniz?
 Seninle olabilmek için yaşayabileceğim tüm hayatlardan vazgeçtim...

30.05.2017

İlk kez Görüyorum!

  Yıllardır her işim düştüğünde gittiğim fotoğrafçıya yıllar sonra vesikalık çektirmek için yine gittim. (tabii ki ondan daha güzel vesikalık çekene rastlamadım)  bu fotoğrafçı ile ilk maceram evlendiğim yıl başlamıştı (2011) kendi irademizle öyle özel bir şey yapmadan evlenince, "nasılsa düğün yapmayacağız, gelinlik damatlık giyelim bari de studio fotografları çektirelim" demiştim. Bende bir telaş tabii, hamile kalırım, kilo alırım paniğiyle. 😄 (nitekim öyle de oldu... bu fotografta ilkine göre daha kiloluyum) Hem zaten çalışıp biriktirdiğimiz parayla birde güzel gelinlik almıştık. Üzerinde Güneş deseni var diye heves edip almıştım hatta, eşimin ismini sembol ediyordu daha ne olsun du yanii. (ayrılınca fark ettim güneş değil, laleymiş o!🙈)  Neyse, annem babam gitti hemen bi damatlık aldı geldi. (eşime seçtirdi tabii) makyajımı zor bela kendim yaptım, kalıcı bir makyajda yapmadım işimiz nasılsa çabuk biter düşüncesiyle... Saçlarımı yaptırmak için çok sevdiğimiz bi kuafor abimizin yanına gittik. (kendisi büyük usta olunca gözü kapalı teslim olabilirdim cunku.) Her şey bitti fotoğrafcıya geldik benim makyaj darma duman olmus😒 biraz tazeleyip girdik içeri. Üzerimizi studio da değiştik,  giyindik ve cikarttik. Benim gelinlik maceram tam olarak bu kadarla bitti yani. Netice de büyük bi albüm yaptırdık, bu vesileyle de işimiz bitince gelinliği saklayıp sararmasına seyirci olmaktansa ihtiyacı olan birine vermeye karar verdik. 
Evliliğimin ikinci yılında eşim askere gitmek için işlemlere başladığı sırada "bizimkiler düğün yapacak" diyerek çıktı geldi. Bir senedir hep bir düğün muhabbeti dönüyordu ama bizimki dünyayı verseler olmaz ne düğünü bu saatten sonra asla istemem diye kendini paralıyordu. Bu olaya bende hiç sıcak bakmıyordum tabii. Şimdi ne olmuştu da böyle bir anlaşmaya varmışlardı çözemedim. 
 Bir hafta bik bik birbirimizi yedik durduk. "Hani şöyle demiştin, böyle olacaktı, söz vermiştin, askere gitmene şurada ne kaldı zaten" diye diye sinir krizleri geçirdim. Oysa ben o düğünü yaptıracağım diyerek, son dakika pılını pırtını topladı anasının evine gitti. Baktı ben arkasından koşmuyorum, döndü geldi geri ikna çabalarına. 

 "Allahım bana şu süre de niye çocuk vermedin, çocuk olsaydı bunlar başıma gelmezdi" diye isyan etmiş olsam da çaresiz "gerçekten masum bir düğün olup olmadığını anlamak için kabul ettim" Öyle de böyle de olan benim evliliğime olacaktı çünkü!

  Düğün hazırlığı başladı, bunlar kendi çapında bir şeyler yapıyor ama ne olup bittiğinden haberim de yok. günlerdir eşim zaten eve gelmiyor! 😒 neyse gelinlik faslına gelindiğinde kaynanam gelinliğin varmış madem nasıl başkasına verirsin diye kıyametleri koparttı. "Malının kıymetini bilmiyor her şeyi çöpe atıyor" bu diye oğlunu doldurup doldurup üzerime saldı. Ondan sonra bizde nasıl kavgalar. hava da uçuşuyor artik.  adam beni hiç tanımıyormuş gibi ota boka sinirlenip sinirlenip üzerime yürümeye başladi. Yıllardır annesinin istifciliğinden yakınan adam, benim minimalistliğimle gurur duyarken bile bundan kavga çıkartmayı başaran annesine ilk kez hak verdi. 
 Sen karını tanımıyor musun bana bunu niye yapıyorsun diye artık kendini bir yerlerden atacak konuma gelmişken, bu mücadeleyi kazanmaya her nedense ant içmiştim! 😅
 Fazla uzatmayayım gelinlik seçmeye girdik (mecburen!) Anam hepsi mi eski püskü olur birde kiralık olunca... ayrıca gelinlik benim neyime hiç birinde gözüm yok diye içten içe yas tutuyorum. Derken mankenin üzerinde kırmızı mini gelinlik tarzı bir elbise gördüm. Beyazı var mı diye sordum, getirtiriz dediler. Getirin ama kuyruğunu uzatın, önünü çaprazlama hareketlendirerek diz kapağımın altına kadar uzatın, göğüs tarafına az kavis verin, çiçeğine taş ekleyin, bilmem ne bilmem ne derken tarifi verdim çıktım. Neyse ki ucuza böyle bir gelinlik yaptırdığım için kendime küçük çaplı bir gurur yaşatmayı başarmıştım eşime o gün  ..
Düğün sabahı sıra geldi el öpme fasıllarına tabii, herkes evli olduğumuzu bildiği halde kaynanam ısrarla evli değiller dediğinden, 😁 herkes sus pus olup yeni evlenmişiz gibi bir geleneksel hayırlı olsun fassıllarını eksik etmediler.
 Düğün salonuna yatağından kaldırılarak apar topar getirilen fotoğrafçı bile bizi karşında tekrar o kılıkla görünce büyük bir şaşkınlık yaşamıştı. "Ben sizin studio fotoğraflarınızı uzun zaman önce çekmemiş miydim?" 😒 adam emek verdi o kadar uğraştı didindi yaptı, resimler seçildi hazırlandı ama almaya gidilmemişti! Niye mi? Zaten gelişi güzel hazırlanan düğünü bile nasıl yaptığı şaşırtıcı olan kaynanamın fotoğraf video parasını duyunca yan çizmesi kaçınılmazdı. 😂😂Bu durumda fotografları ben mi alacağım? hiçte bile! Studio fotoğraflarım var benim, diyerek işin içinden sıyrıldım. Zaten benim tarafımdan bir Allahın kulu gelememiş bu düğüne. Evlendik diye düğün olmasa da  herkes takacağını takmıştı. Bundan sonrası söz konusu bile olmazdı.
Bana ne yahuu!
Nokta.
Fotoğrafçıya girdim, eşiyle muhabbet ettik biraz, biraz da dalga geçtik, biraz güldük, biraz hüzünlendik derken oturup birlikte düğün fotolarıma bakmayı da ihmal etmedik. 😂😂😂Boşanma aşamasında olduğumuzu belirttim. (bu süreçte neler olduğunu daha sonra yazıcam) İçinden istediğini seç beğen al dediler sağ olsunlar bi kaç sevdiğim insanla çekindiğim kareleri görünce tabii ki dayanamayıp aldım. Bir de bunu... İlk kez görüyorum! Biraz üzerinde oynansaydı tam hayallerimde ki gibi bir kare olabilirdi. Duygusal davranıp bunu da alacağım dememle gülüşmeler yükseldi haliyle. Gerçekten çok beğendim. Ne diyebilirim ki 💕 
 Ne isime yarayacaksa artik 😒bu fotografın vesiylesiyle de "düğün oldu, olmadı, ne zaman oldu, nasıl yaaa" gibi kafa karıştırıcı soruların cevabını da en net şekilde vermiş oldum.  Sanırım...

26.05.2017

Coco Chanel ' den önce Film


  Neredeyse tüm dünya kadınlarının tutkunu olduğu CHANEL markasının adının nereden geldiğini ve kimin öncülüğünde kurulduğunu bilmeyen yoktur herhalde. Peki ya onun sonsuz aşkını? Bu yüzden hiç evlenmediğini? "Amelie" filminden  tanıdığımız mükemmel oyuncu Audrey Tautou canlandırdığı gerçek aşkın öyküsü yani Coco Chanel hayatını konu alan bu filmde, Gabrielle Bonheur Chanel hayran kalacaksınız. Birde benim gibi ünlü kişiliklerin hayatını konu alan filmlerden de hoşlanıyorsanız izlemeden geçmeyin derim. Bu bir belgesel değil, aşk hikayesi fakat öğreneceğiniz çok şey var. Chanel'in asilligine bir kez daha hayran kalacaksınız.

24.05.2017

Gerçek Eşler Birbirine Benzer-miş

Eşlerde birbirine benzer.
Ama biz benzemiyoruz. 
18 yaşım
Bomboş kalan Anılarım 
 Korktum,
Çabaladım,
Kaybettim.
Bu benim kurtuluş fermanım.
Ne büyük hata, 
Merhamet dürüstlük ve inanmak.
Yanlışımı doğurdum.
Ona büyük bir özür borçluyum.
O herşeye değer.
ilacım.
Geleceğim.
Yuvam.
Varlığından haberdar olmadığım birine özlem duyamam.
Tanımadığım birini rüyamda gördüm,
Yıllar önce ölmüş bir yakınımdı belki.
Ona benzeyen karanlık biri var.
Bakamıyorum yüzüne.
Ürpertiyor beni.


Beklediğim Hayat 3

“Bu işi yapacaksan gittiğin her yerde manikürcüyüm de, hayatına bundan sonra böyle devam etmeni öneririm. Üstelik evleneceğin adam bi bayan kuaförü.”
 Aziz abinin söyledikleri aklımdaydı, düşünmeme bile gerek yoktu aslında. Çok haklıydı ve neye karar verdiğimi söylemeliydim. 
Aslında kuaförde neden olduğumu bile bilmiyordum. Bu işi severek yapamıyordum. Yaptıklarımı da hep küçümsüyordum sanki. Bunu kim olsa yapar diyerek geçiştiriyordum. Sonraları gördüm ki, bazı kadınlar kaşlarını bile alamıyordu. Demek ki o kadar da yeteneksiz biri sayılmazdım da... Ortaokuldan beri kendime manikür bile yaptığımı düşününce, olması gereken de buydu galiba. Kuaför olmak için doğmamış olabilirim ama sonuçta onlar benim oyuncağımdı.

  Sade ve sadece manikürcü olmak istediğimi söyler söylemez, Aziz dükkana genç ve bakımlı bir adam getirdi. Neden getirdiğini söylememişti ama sadece arkadaşı olduğunu biliyordum. Yarım saat boyunca sürdürdükleri muhabbetin ardından beni dışarıya yanlarına çağırdı ve benden o adama önlerindeki masada duran pensle manikür yapmamı istedi. Malzeme olarak ne su nede başka bir şey olduğundan şaşırdım, pensi alıp adama doğru yöneldiğimde tamam diyerek güldüler. Adam pensi almamla tutmam arasındaki estetiğe bakmış sadece. Bu işi gerçekten yapıp yapamamam konusunda net bir şey söylemek için bu bile yeterliymiş. Şaşkın ördek gibi bakıp kalmıştım. Sadece üç gün dedi, üç günde profesyonel bir manikürist olmak ister misin? Benim için kulağa gerçekten iğrenç ve mantık dışı geliyor ama neden olmasın. Bunun için üç günlüğüne Sorgun’da kaliteli otellerden birinde ders verecekti. Büyük ihtimalle Kavgacı gitmeme izin verecekti ama ona sormadan çekip gitmek istemedim. Bu durumu haber vermek için ayağa kalktığımda cadı patron gidemeyeceğimi söyledi ve  bu yüzden Aziz ile saatlerce tartıştı Adam adresi verip gitti ama ben o işe gitmedim! Neden gitmedim diye hala öyle kızıyorum ki kendime. Öyle bi kadının sözünü tabii ki dinlemedim ama Aziz abiyi o şekilde görünce konu uzasın istemedim. Ayrıca döndüğümde yeni bir iş yerinde yeni bi başlangıç yapmam gerekecekti.
   Yeni bir işe başlamanın verdiği gerginlik o kadar iğrenç ki, yıllarca da istemeye istemeye bu duyguyu defalarca yaşamak zorunda kaldım. Başkasının işinde çalışmaktan gerçekten nefret ediyordum!

 Kadının derdi neydi bilmiyorum fakat tek bildiğim bu kadın da pisliğin tekiydi. Çok zengin bir sevgilisi varmış, sanırım başkasıyla da evliydi. kaliteden ödün vermez, dört dörtlük giyinir, ince uzun taş gibi bir hatundu.  Altında son model arabası, otelin birinde de müdürdü. Bu dükkanı da keyif için açmış, tamamen gösteriş yani! Üstelik başkasının üstüne açmak gibi bir hata yapmış. O adam da bunu dolandırıp kaçmış. Buda Aziz’in çalıştığı yerden çıkmasına fırsat bilip onu oraya bir şekilde getirtmiş.
 Sevgilisiyle olan planlarını gerçekleştirebilmek için büyü yaptırdığını duydum. Müşteri olarak gelen bir kadına saatlerce fal baktırıyordu. Bir gün kadın yine gelmiş ben kahve yapmak için yukarı çıktığımda o oturmuş salonda patronu bekliyordu. Bir süre sonra sıkılıp ağda odasına çıktık uğraşırken bir bir Kavgacı’yı bana kendi isteğiyle anlattı durdu. Ortada bir kahve filan yoktu, güneşlenir gibi uzanmış öylece bana bakıyordu. Bilmediğim bir şey söylemedi belki ama “kızım o çocuğun ardında koca bi umman var pislikle dolu, onu oradan uzak tutamazsan sende boğulursun” demişti. 
 Arkası yok, kimsesi yok, ailesi bile yok bunun. Fakat evleneceksiniz, kendi birikiminizle de bir yerlere geleceksiniz, epey bir zaman sonra.... Ta ki o güne kadar sen çok çekeceksin, ömründen ömür gidecek.  Aşırı sinirli bu çocuğun gücüne de inanma." En sonun da "ne varsa sende var, istiyorsan sıkı tut kullandırtma bu adamı kimseye" diyince uyandım. 

Güç herkesin sevdiği bir şeydi ama emrindeyse…

 Ben bu düşünceyle yana durayım. Tüm bu olanlara rağmen Aziz’in uğraşları bitmedi. Bir gün yıkama setinde uyuya kalmış Eşek ve Uzun’un suratını karalayıp o anı saniyesi saniyesine kayıt edip Facebook atarken bahsetti. Aşırı derecede titiz, orta yaşlarda avukat bi bayanı maniküre ikna etmiş. 
Ne yaptın? ne yaptın? Vallahi tırstım suratım düştü. gelmesin diye dualar ettim. 

 Neden elinden hiç ıslak mendil düşmeyen, suratı mahkeme duvarı gibi olan bu kadını bana bulaştırma gereği duymuştu ki! Zor bela işimi bitirir bitirmez merdivenin yanındaki boya dolabının önüne sinerek oturdum . Mıymıy kız çocukları gibi karşımda oturdu durdu zaten, onunla da yetinmedi yaptığım işe iyice gözlerini dikti. Sayesinde nefesim daraldı. Laf söz edecekse de benden uzakta etmeliydi, ancak tek kelime etmeden çıkıp gidince duvarın arkasından eğilerek Aziz’e doğru baktım.

“Kız senden bu kadarını beklemezdim kızzz! Bak bakalım bu ney?”

“Para…”

“Ne demek öyle, para… Sevin sene manyak. Kadın seni beğendi işte, hem de bu kadın! Daha ne olsun. Yarın yine gelecek.”
"Deme, bundan daha kötü ne olabilir di ki!"

  Yüzüme saf saf bakıp, sen bilirsin dercesine randevu defterini alıp yarın için üç tane kaş yazıyorum sana istediğin saatte ne dersin diye sordu.
  Aziz her zaman bi kadını gösteren en önemli unsur kaş derdi. Bi kadının kaşı çok önemlidir, en ufak bir hata güzelliğinin önüne geçer. Ne eksik ne fazla olsun yeter ki doğal dursun. Söylediği bu mantıkla ilerleyen kuaförlerin epeyce bi başarılı olduklarına çok kez şahit olmuşluğum vardı aslında.

 Oda onlardan biriydi işte, çok kişiye faydası dokunmuş ancak çok kişiden de zarar görmüş, haksızlığa tahammül edemeyen gerçek bi eğiticiydi Aziz. Onunla çalışmaya başlayalı henüz bir ay olmak üzereyken, patronun dolandırıldım peş kuruş param yok diyerek kimseye ödeme yapmamış olmasına ve buna rağmen herkesten gizli olarak sevgilisi ile Brezilya’ya tatile gittiğini falcı kadından öğrenilince olanlar oldu.  Tatilden döndüğü anda söylediği her yalana karşılık karşısına dikilerek son noktayı koydu.

“Bu çocukların hakkını sana yedirtmem Hanımefendi! Kimse senin kölen değil anlıyor musun?”

“Sana hesap verecek değilim be!”

“Sen sürtüksün! Burada herkese hesap vermek zorundasın sen! Dua et kadınsın, bu yüzden elimde kalmayacaksın ama bi şekilde hesaplaşacağız! Toplanın çabuk gidiyoruz!”

Kadın avaz siktir git o zaman ulan, ödemiyorum paranızı filan diye bağırırken üçümüz bir yandan hemen eşyaları toplamaya başladık. Sonunda dükkan içerisinde neredeyse malzeme dahi kalmamıştı, çoğunluğu meğer Aziz’e aitmiş. Hiçbir ücret almaksızın bu kadar emek verdiği halde nasılda dayanmıştı bu kadına hayret etmiştim. Üstelik çevrede birçok kuaför salonları onun kazancını biz kaldıramayız diye düşünüp iş teklifinde bulunmaya bile korkarlarken! 
 En son çantamı kaptığım gibi sinirle dükkandan çıkan üçlünün peşine takıldığımı hatırlıyorum da, bir süre ilerledikten sonra kuaför toptancısına girdik. Aziz söylene söylene oturup zor sakinleşti, bizde yanında tek kelime etmeden dikildik.

“Gençler inanın kısa bir süre sonra dükkânımı açacağım. Her şeye rağmen yanımda olduğunuzu biliyorum ama vakit kaybederseniz üzülürüm. Uzun sen eski mekâna git oğlum, delinin burnu yeterince sürtmüştür bi süre orda rahat edersin. Eşek sende sağda solda takılmaya devam et. Bende şu işlerimi bi halledeyim. Tılsım sen? Seni de işinden ettim kusura bakma…”

“Aman abi senin olmadığın yerde tövbe, o kadın beni çiğ çiğ yerdi... Hem bahane oldu, bitirmem gereken bir iş vardı...”

 Kavgacı ile ilişkimizin ciddi olduğunu öğrenen ailesi, Kavgacı'yı benden ayıra bilmek için türlü mücadelelere girmişti.  Çalıştığı yerde kıdemli olduğu için dükkanla ilişkisini bir anda koparamayan Kavgacı'ya bir süredir oradan ayrılması için baskı yapıyordum. Ancak her geçen gün bu iş uzadıkça uzamış ve oranın Müdürü bizi ayırma konusunda son kozunu da oynamıştı. 

  Bir gün bizi bir yere davet etti. Kabul etmemiş olsam da Kavgacı yolumuzun üstü olduğunu belirterek geçerken uğrayabiliriz diye ısrar etti. Gidip oturduk, beş dakika da kalkacaktık ve ne olur ne olmaz diye Kavgacı'nın kolunu sımsıkı tuttum. Zaten zil zurna sarhoş olan Kel içmeye devam ederek bizimle dost olmak istediğini, ilişkimize karışmayacağını sırf ailesi istemiyor diye desteklememek zorunda kaldığını gibi şeyler söyledi. ikide birde durup durup Tılsım bundan sonra benim bacım diye sayıklıyordu. Hiç samimi bulmadım belli ki yeni bir oyun vardı işin içinde ve söylediği her cümlenin sonunda çaktırmadan sakın inanma anlamında kolunu sıkıyordum Kavgacı'nın. O nokta da kendine gelip tamam abi diyerek geçiştiriyordu. Kalkmak üzereyken inanmazsan Kavgacı, Tılsım da bizimle çalışabilir bile demişti. Bu durumda Kavgacı inandırıcı bulduğunu, bizden ne çıkarı olabilir ki diye sordu.
  "Anlamıyor musun? Bu adam seninle olmadan önce zorla beni yanına çağırıyordu. Gelip çalışsın diye birilerini yolluyordu arkamdan. Bu durumdan hiç hoşlanmadım, sonra seninle gördü beni suratı değişti. Sana söylediklerini ayna yansımasından gördüm. Kafasını sallayarak sapıkca bir imada bulundu. Sende asla abii ben onunla evleneceğim dedin. Ondan sonra senin telefonundan ayrılalım bitti bu ilişki diye mesaj atmalar. Senden hiç şüphe ettim mi, o mesajı senin atmadığını o an anlamıştım. Yetmedi iş çıkışı seni beklediğimi görünce yanıma gelip sırf o mesaja "hazır telefon elindeyken oku, bunu da oku o*ruspu çocuğu" diye cevap attığım için dövmekle tehdit etti," diye konuştum. Kavgacı yine de durumu algılayamıyordu ancak o dükkanda ki işine artık son vermeliydi.

  Evet, bitirmem gereken bir iş vardı. Artık hayatımıza engel olmak isteyenlerden kurtulmalıydık. Aziz abinin en yakın zamanda yeniden buluşma temennisiyle dört bir yana dağıldık. Bense Kavgacı'nın bulunduğu kuaför salonunda işe başlamak üzere ara sokaktan çıkıp ilerlemeye başladım.


Öncesi


-Anılarım Bomboş yayınından^^

Beklediğim Hayat 2

Yeni başladıgım işe erkenden gelip bahçede ki sallanan koltuğa oturduğum gibi uyuyup kalmışım. Eşek’in  anırırcasına esnemesini duyunca o an  kendime geldim.  Beni orada yanlız görünce “Kavgacı nerede?” diye sordu.
“İş yerine gitti.”
“Aziz abi nerde?”
“Sana sormak lazım, ne bileyim tanımadığım adamın nerede olduğunu?”
“Hee gelir o zaman birazdan, azcık daha uyuya bilirim” der demez yanıma kıvrıldı. Kavgacı bununla selamlaşmamı dahi yasaklamıştı. Şimdi geldi aynı yerde işe soktu.Ondan sonra, Eşek iltifat etti, Eşek küfretti, Eşek el kol hareketi yaptı, eşek sana dokundu diye gözünün gördüğü, duyduğu her şeyden bi açıklama bekler! birde yan yana uyuduğumuzu görseydi....

 Bir kaç gün sonra Eşek birinden sağlam bi dayak yemiş. Gururuna mı dokundu ne olduysa işi bırakmak istiyordu. Bunun üzerine annesi yaka paça toplayıp, onu ikna edebilmesi için Aziz’in yanına getirdi. Ağzı yüzü şişmiş gerçekten tanınmaz haldeydi, üzüldüm ama onunla artık gerçekten muhabbet kurup kurmama konusunda emin olamasam da, "sen olmadan burada duramam, dükkan yeni müşteri yok zaten, bu adamında müşterileri fellik fellik her yerde bunu arıyor, bulduklarında malum yoğunluk oluyor, akşam saatleri desen bi hayli karışık, hem benim saçlarımı kim havaya dikip dalga geçecek, söz bundan sonra kızmayacağım sana" diyerek ikna çabalarına girdim.  Bi havaya girdi sanki, kafasını öbür tarafa çevirdi. Anladım çokta tın, Hadi len oradan, defol git nereye gideceksen seninle mi uğraşacağım denyo! Diye tersledim bu sefer tabii. Bi tekme atmadığım kalmıştı ama sonraki 3 gün hasret kalmış gibi Facebook da edepsiz eleman Eşek’in videolarını izleyip durduk. Hepsi de Aziz’in yapıtlarıydı, bahçe demirlerine bantlayıp yalvartmalar, mutfak camından sallandırmalar, yalvarıp kız gibi ciyaklamasına Eşek sıpası diye katıla katıla gülüp eğleniyorduk çıktı geldi, geldi de ne oldu sanki…
 Aziz o sıcaklarda patronun çirkefliklerine göğüs gererken o Facebook sayfasında gördüğü yarı çıplak kadın fotoğraflarını beğenmiş, asıl olan fotoğrafların bulunduğu paylaşım sayfaları gaylere ait çıkınca, durumu gören müşteriler Aziz’i arayarak durumu merakla sormuşlar.
"Ulan edepsiz eleman! Eşek sıpası gel lan buraya!"
Üst kata kadar kovaladığı Eşek’i 3 saat boyunca zorlu bi işkenceye tabi tutmuştu. Olaylar kendi aralarında geliştiğinden ben o süre içerisinde kapıda oturup onun çığlıklarına çıkan mahalleliyi önemli bi durum olmadığına ikna etmeye çalışarak geçirdim.

“İnanın içeride çığlık atan kadın değil!”

“Olur mu canım kadın sesi bu?!”

“Çocuk o çocuk, şuan arka camdan sallandırılıyor olabilir. Alışık o böyle şeylere içiniz rahat olsun…”

 Ayıp ya ayıp, vallahi ayıp diyen giriyor artık içeri. Sonunda da eşek içmiş gibi sallanır halde belini karnını ve başını ovuşturur halde atıyor kendini koltuğa. Aslında ciddi anlamda gerçek bi dayak yemediği için geliyordu bence bunlar hep başına. Güldükçe şımaran, şımardıkça da güldüren, daha fazla güldükçe de, yüz bulan ve insanın tepesine çıkan biriydi.

Aziz önündeki laptop kapağını yavaşça kapatarak tekerlekli olan karizmatik sandalyesiyle birlikte bana doğru döndü. Sağ kolunun dirseğini masaya dayayarak dinleme durumuna geçti ve sordu. Ne düşünüyorsun gene?
  Aziz’e Aziz dememin herhangi bir sebebi yok, bu isim ona daha çok yakışabilirdi belki de. Onu sevip sevmeme konusunda hiç emin olmadım da ama o gerçekten farklı biriydi. Sanki ne iyi nede kötü, saçı sakalı normalden biraz uzun, senfonik rock dinler değişik sembolleri kendinde kolye ve bileklik olarak kullanırdı. Okurken kulağa bi ergen gibi gelebilir ama görünürde kâhin gibi. Hatta enerji gücüyle aynayı patlattığını, bi takım eşyaları oynattığını söyleyenler olmuştu ama ben bu konu üzerinde hiç durmadım.  O insanlardan ders almayan, ders veren biriydi. Her an ne tür bir harekette bulunacağını tahmin etmekse neredeyse imkansız. Eşcinsel değildi ama bazen, kadınların yanında yani. O zaman gülünç olabiliyor, gülünce de kızıyor…

Gündüzleri poğaça ve meyve suyu getirir, hem de bolca. Sıkılınca da bol naneli omlet yapar, yanına kattıklarını saymıyorum bile çünkü anladığım kadarıyla biz yeni yetme gençleri doyurmayı çok seviyor. Kendisi de nerdeyse benim kadar yiyor, düşüne düşüne zorla yani. Geriye kalan ne varsa da, çöp öğütücüsü gibi Eşek tüketiyor bir tane bile kırıntı bırakmadan! Bu arada ben işe başladıktan bir hafta sonra Uzun’da aramıza katıldı, başta böyle bir niyeti yoktu tabii ama deli patronla kapışınca soluğu Aziz’in yanında almak istemiş. Bizi görünce de gaza geldi, halk kahramanı gibi ayağa kalkıp “dönmüyorum ulan!” diyerek isyan başlattı. Deli patron ise kendisi gelip duruma müdahale edemediğinden, onu tutup getirmeleri için çok kez birilerini yolladı.
 Son çare balayından dönen müdürü Uzun'u ikna etmesi için göndermiş, oturup bi çayımızı içerek “gelme oğlum gelme, sürünsün pezevenk” dedi. Sabah müşterileri hep Uzunca ait olunca yokluğuna yandı deli. Bizim içinse çok iyi oldu bu durum. O geldigi yüzüm gercekten gülüyordu artık. Her zaman bi pozitif bir enerjisi vardı. Söz konusu kahvaltı olunca ikimiz bir olup üç lokmada yenen poğaçaları Eşek’in elinden kurtarmaya çalışıyorduk. Oysa çok defa hızını kesmeden, “yiyin lan sizde yiyin, enayi misiniz? Niye yemiyorsunuz?” diye ağzı dolu halde söylenirdi. Aziz ise çoktan masadan kalkmış kasaya oturmuş olurdu, söylediklerini duyuyordu tabii ve sessizce başını sallayıp manasızca gülümsüyordu. İyi niyetinin ödülüydü galiba, enayi yerine konulmak! Dahası tekrar acıktığımızda hipermarketin yolunu tutar, o gün yapmak istediği yemeğin malzemelerini alırdı. Önce bi sessizlik oluşur, ne yapacağını önceden kestiremezsin, farklı ve pratik  aynı zamanda lezzetli!

Bazen de tarifi verip beni mutfakta yalnız bırakırdı. Yemek pişer ve ben rezil olacağımı düşünerek tabakları hazırlardım. Ve sonunda bingo! Kötü bile olsa felaket taktir ediyor yav… Aslında kısmen yemek yapabiliyordum, temizlik konusunda zaten uzmanım. Ama onun tozu nasıl alınması gerektiğini anlatışını bile can kulağıyla dinlemiştim. Gerçekten bileni dinlemek benim için büyük bir zevk. Bilmeden ahkam keseni neyse boş verin.

“Evet, seni dinliyorum Tılsım…”

“Biz galiba Kavgacı ile yüzük takmaya karar verdik” der demez iki kaşını yukarı kaldırdı ve emin misin dercesine baktı. Bu konuda yorum yapmayacağım ama merak ediyorum. Ailen ne diyor bu duruma?

“İnanılmaz ama babam Kavgacı’yı sevdi!”

“He şu mesele, aile içi yani? Bende bi an kendi aranızda takacaksınız diye endişelenmiştim.”

“Aslında tam olarak öyle de değil” dedim gülümsemeye çalışarak. “Bende onu düşünüyordum işte, sorunda orada sanırım…”

  Anneme onun hakkında bildiklerimin yarısını, o ise duyduklarının yarısını babama anlatmıştı. Anlayacağınız, babam Kavgacı’yı damıtılmış haliyle tanıdı.

Tam olarak ne olduğunu Aziz’e anlatmadım. Söylemek istediğim; bunu ne şekilde babama sunabileceğimizdi. Adam ailesi olmadan kabullenebilecek mi bakalım?

“Kavgacı ile bu konuya bir anda nasıl vardınız bilmiyorum ama evlilik kolay değil. Hiç kolay değil hem de...” diye içlenircesine konuştu Aziz. Merak ediyordum evlilik yalnızlıktan daha mı zordu, ama sormadım. Dahası sözlerine cevap bile vermedim, oysa konuyu kapatmaya karar verdi. Yine de yineledi, sonunda Kavgacı’nın bir takım bağımlılıkları olduğunu söylemeye çalıştı. Aradan çok zaman geçti sayılır ama her şeyden önce aranızda geçenleri ben bilemem tabii, bu yüzden de pek söyleyecek bir şey bulamıyorum bu konuda. Hayırlısı olsun… dedi.

“ Ne olmak istiyorsun peki?”

Uzun zamandır ilk defa böyle bir soruyla karşılaşıyordum ama sanırım ne demek istediğini de anlamadım. Kuafördeyim ne olmak istiyor olabilirim ki? Belli ki söylemek istedikleri vardı, bu yüzden en ufak tereddüt etmeden ne demek istediğini sordum. Bir erkek olarak kaç yıldır kuaförlük yaptığını ve bununla birlikte belli bir kariyer sahibi olmasına karşılık ortalama kazancını söyledi. Bana göre çok çok iyi bi kazançtı bu ancak, onun söylemek istediği bir bayan olarak ne kadar çok külfet altına girecek olmama rağmen kazanacağım ortalama miktarın ne kadar olduğuydu. Onun kazancının yarısı bile değildi bu! İş bölümü yapmaya kalkarsak, gözle görülür olanlar bile benim için adaletsizlikten başka bir şey değildi.

Erkek kuaför; Kesim, fön, boya, röfle, saça şekil verme vs.

Bayan kuaför; Kesim; fön, boya, röfle, saça şekil verme, ağda, kaş, manikür, pedikür, makyaj, temizlik. Hatta yemek ve bulaşık.


“Benim tavsiyem Tılsım, manikürcü ol!”


Öncesi


-Anılarım Bomboş yayınından^^

23.05.2017

Beklediğim Hayat

Henüz tanyeri bile ağarmamışken, Kavgacı’nın yoğun baskısına sonunda dayanamayıp ayağıma öylesine geçirdiğim terliklerle mezarlığın önündeki çeşmeye doğru önce koşar adımlarla ilerledim. Ne isteyecekse bir an önce söylemeliydi. Gün aydınlanmadan evde olamazsam defalarca kaçmış olduğum anlaşılabilir düşüncesiyle bunları bir bir söylemek üzere koşmaya başladım. Kavgacı’nın karanlıkta belli belirsiz simasıyla karşılaşınca kafamdaki her şey bir anda uçup gitti sanki. Unuttuklarım bir kenara, git gide gözümde belirginleşen haline şaşkınlıkla bakmaktan, onun beni görür görmez boynuma sarılmasına dahi tarafsız kalmıştım. Sahiden ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Öyle ki terleyince bile burnuma zerre kokmayan adamın nefesi zehir gibi alkol ve sigara kokuyordu. Nasıl da rahatsız olduysam yüzüme bakıp “sen beni artık sevmiyor gibisin” diyerek korkmuş gibi konuştu. Bense, sana ne oldu? Saçlarını niye sıfıra vurdun? Diye sorduğumda elimden çekerek ağaçların arasına doğru sürüklercesine hiç cevap vermeden götürdü ve çimlerin üzerine oturup yüzüme ağlayacak gibi baktı. Ben hiç iyi değilim…

  Neden diye sormak içimden gelmiyordu çünkü nedenini bilmemek için aptal olmak gerekirdi. Bana tek kelime söz etmesini istemiyordum aslında, ne kadar da iç sıkıcı bi durumun içerisinde olduğunu tahmin edebiliyordum. “neden içiyorsun?” diye sorduğumda, ama sen yoksun ki dedi. Peki, o içtiklerin beni sana getirebiliyor mu?

“Hayır, ama düşünmemi engelliyor, yoksa uyuyamıyorum bile…”

  Gülerek yanına oturdum, sen başıma alkolik koca mı olacaksın? Bak öyle olursa önce evlenir sonra boşarım ben seni dedim. Oda nerden çıktı ya ben alkolik değilim ki. Beş, altı bira sadece, diye söylendi. Oo baya azmış diye dalga geçerek alkoliklerin çoğu da öyle söylüyor ama sen bu huyundan vazgeçmezsen beni kaybedeceksin çünkü ben geri kafalıyım dedim. Ardından başımı omzuna dayadım. Aslında küçük yaşta izlediğim filmlerden etkilenirdim ben, mesela üvey baba dizisini alkolik koca diye izlerdim. O kızlar değil de, kadının çektikleri aklıma gelirdi çünkü!

  Gün aydınlanmaya dönerken "kesin anneme yakalanacağım ama bari geç kalmayım diyerek ayaklandım. Beni gönülsüz gönderdiği için kolumdan çekip sıkıca tekrar sarıldı, koklaya koklaya dakikalarca öptü. Şimdi git çabuk git yoksa seni bırakmayacağım demesiyle yola doğru hızla ilerledim. Tılsım diye seslendi bu kez. Seni ben istemeye geleyim mi? derken ellerini cebine sokup boynunu yana doğru hafifçe büktü. İstemen önemli değil, sen gel babamla tanış gerisi nasılsa bir şekilde hallolur zaten… diyerekuzaklaştım.

 Sendeleye sendeleye yavaşça bahçe kapısına doğru koşup hafifçe demiri ittirdim ama nafile biri geldiğinde çığlık atıyor sanki bu kapı. Baktım kimseden ses seda yok, son bi engel kaldığını
düşünerek evin aralık bıraktığım kapısını yavaşça ittiriyordum ki… Bir dakika ya? Ben hep balkondan kaçıyordum kapıda nereden çıktı? Hem de açık yani diyerek tam paniklemiştim ki, baktım arkasında önünde beni bekleyen eli sopalı kimse yok. Demek ki temiz diye sevinçle odama doğru koşarken kapı girişinde dikilen annem, kolay gelsin dedi. Sabah sabah nereden geliyorsun?
"Yeni gitmiştim..."
“Hee birde utanmadan gece çıkacaktın öyle mi… Nereden geliyorsun çabuk söyle, öldürürüm kız seni!”

itiraf etmek durumundaydım. “Kavgacı’nın yanından tabii, yeni birini mi bulacaktım sende ya! " diyerek birde üste çıktımç "İstemeye gelecekmiş işte daha ne?”

“Hee tamam o zaman, öyleyse… Bunu niye telefonda söylememiş?”

“Özlemiş işte, hem yarın ben iş bakmaya gideceğim.”

“İyi babana sorarsın önce ben karışmıyorum.”

 “Sormayacağım, bir saat anlatsam anlamaz nasılsa. Kavgacı konusuna sıcak bakıyor musun, bakıyorsun. Babamı da idare edersin, iş bulunca ne yaptığımı öğrenir nasılsa” diyerek artık son noktayı koymaya hayatımı oluruna bırakmadan kendim yönetmeye karar verdim. Hem de ciddi olarak. Müdahale etmezsem Kavgacı’yı da saçma sapan nedenlerden dolayı kaybetme olasılığımın yüksek olduğunu hissediyordum. Bunu bir kez daha yaşayacak gücüm kesinlikle yoktu. Ve ne olursa olsun şunu öğrendim; bir erkek ne kadar güçlü de olsa her daim bi kadının karşısında güçsüzdür. Onların bizim yüreğimizin gücü ile yapacağımız her türlü desteğe ihtiyaçları var. Öyle ki bir kadın arzu etmedikten sonra onu bile elde etmeyi başaramıyorlar aslında…

 Annem ile sabah yine aynı tartışmayı tekrarladıktan sonra öğleye doğru çıktım gittim Kavgacı’nın bulunduğu dükkana. Arka kapıdan direk içeri doğru yöneldiğimde Eşek’le göz göze geldik ve onun ani hareketine karşılık mutfak masasında arkasını dönük vaziyette oturmuş Kavgacı heyecanla ayağa fırladı. Tılsım nasıl olur, nasıl geldin? Diye sorarken Eşek araya girerek “iyi insan lafın üzerine gelirmiş, vallaha senden bahsediyorduk” dedi. Onun sözlerine karşılık vermeden Kavgacı’ya dönerek iş bulma bahanesiyle çıktım, bi an önce iş bulmazsak yarına beni unutabilirsin” dedim. O kolay aşkım ya…
 “Artık Lütfen Kolay olmasın!"
"Evsen kuaför?"
“Kavgacı senin uğruna saçma sapan bi şekilde işten kovuldum hatırladın mı?”
"Unutmuşum evet, onlarla bağlantılıydı orası da...."

 Sonunda iş aramayıp baş başa olabileceğimiz bir yerlere gitmeye karar verdik. Bir süre motor üzerinde birbirimize şebeklikler yapıp gülüştük. Çimlerin üzerinde yuvarlanıp, ne yapıyoruz biz burada diye düşünerek daha uzaklara, bir şeyler yiyebileceğimiz bir yerlere gitmeye karar verdik.

“Aşkım günaydın, gene üstümde uyuya kaldın…”

“Ov saat baya olmuş olmalı” diyerek başını soluna çevirdi ve  duvardaki eski plastik saatte baktı.  Yalnızca iki saat geçmiş olduğunu gördükten sonra tekrar bana dönerek derin bi hımmm çekti. Gülümser halde başını omzuma dayayıp derin bi nefes aldı ve kokumu iyice içine çekti… (bu ney ya! Olacak iş mi şimdi, dışarıda birisi ateş yaktı kokusundan başım tuttu gene devamını yazamıyorum' pencereyi kapatmam lazım)

“Ben bir porsiyon bol acılı Urfa kebabı alayım, Hanımefendiye de aynısı olsun lütfen.”

“Ne hayır! Ben sadece patates kızarması istiyorum, ketçap mayonezde olsun lütfen.”

“Yanına içecek olarak ne alırdınız? Kola…”

“Olur.”

“Yok ben kolada tüketmiyorum ya, su alabilirim”

“Peki, sizinki Urfa ve kola olacaktı?”

“İki Urfa ve kola”

“Neden iki?”

“Gelince görürsün…”

“Hayır!  Anla artık ben doğuştan böyleyim ve onu yeme düşüncesi bile korkutuyor beni.”

“Anlamıyorum ya, et bu et! Nasıl yemezsin? Alıştırırım ben seni alışırsın…”

  “Böyle konuştuğun zaman senden soğuyorum demek istemiyorum. Bana olan aşkın bu kadar basit mi diyeceksin biliyorum bu yüzden lütfen dedirtme.”

  Dedin bile, ya o kadar basit yani diyerek arkasına yaslandı ve başını tavır yapar gibi restorana doğru çevirerek içeride uğraşmakta olan aşçı ve garsonları izlemeye koyuldu. Ya ben sana niye yumurta süt yemiyorsun demiyorum bile!
"iğrenççç! civciv yenir mi hiç?!"
  O benim yediğim mayonezli patates kızarmasına bakıp tiksinirken, ben onun karşıma geçip yemekte olduğu ete bakamadım bile! Karşımda öylece surat astı durdu, ardından son sipariş de gelince resmen piçlik ederek “onu sen yemediğin sürece bu masadan kalkmak yok” dedi. Sinirlerim bozuldu tabii önce bi etrafıma baktım. Dışarıda oturmamıza rağmen tek bi Allahın kulu yoktu. Durdum bi düşündüm kalkıp önümdeki et dolu tabağı kafasına geçirsem nede güzel olurdu diye.
  Sinirden yüzüne mal mal baktım baktım ağlayacak oldum ağlayamadım. Bir kere dene, bir tane ısır, hadi, yap, yapabilirsin, sıkma beni dedikçe daha fazla fenalık geçirdim. Zarla zorla o et ağzıma girdi mi, vallaha girdi ama dönmedi. Dedim hap gibi yutsam bunun çenesinden de kurtulsam? Yok onu da başaramadım, ne ileri ne geri gidebildim. Arada sıkışınca da başladım avaz avaz ağlamaya, tuvalete doğru koştum artık. Baya bi rezillikti yani!

  Arkamdan gelmiş daha da küfreder gibi kusma kusma diyor. Karşına geçtim var gücümle kustum, oda bana bakıp kusmak üzereydi ki hemen oradan topukladı. Baktım bu kez arkamdan sesleniyor, yeter artık gel valla ısrar etmeyeceğim bir daha… Dönüp ağzına yumruğu çakmadım işte, koşa koşa çıktım restorandan. Oradan ana yola fırlayıp, binmeyeceğim dedim, senin o lanet olası motoruna da sana da...! Uzak dur benden!
  Böyle böyle kaçarken yolu baya yarıladım tabii, arada durup beni güldürmeye da çalışıyor, seninde hoşuna gitti biliyorum, seni seni hiçte çaktırmıyorsun ama sevdin işte, tadı çok güzeldi dimi, hadi itiraf et sende zevk aldın!

 Beni bırakıp dönüp gitmeyeceğini biliyordum ama yerden aldığım ufak çakıl taşlarını fırlatıyordum sus artık git diye, düşündükçe daha çok sinir olmama rağmen sinirim neredeyse geçmişti ama sonunda yine beni kandırmayı başardı ve yeni işe başlayacağım kuaföre doğru yol aldık.

  Eşek'in bahsettiği yeni açılan kuaföre geldiğimizde, Kavgacı “eleman lazım mı?” diye muzipçe sordu önce. Gayet net hayır cevabını aldı ama yinede “peki ne zaman gelip başlasın?” dedi.  Dur bi patroniçeye de soralım, cadıya yani diye burun kıvırdı Aziz. Kızzz Çidoo eleman lazım mı?
  "Kız eleman mı?
  "He kız eleman, bizim zilli kaçtı bir daha gelmez ben sana diyim!" Aman yaaaa gelmezse gelmesin… Lan Kavgacı bu kızcağız kim peki? Benimki abiii. Bu yenisi dimi? Aman abii ne yenisi ne eskisi, benim bir tane vardı oda bu zaten. Heee aman aman tamam anladık, valla canım sana epeydir kırgındım sağda solda hakkımda kırık falan demişsin, gerçi bende senin için aynı şeyleri söylemiştim ama neyse bu durumda affettim, geç kız içeri!
  Kim? ben mi? dedim şaşkınlıkla.
  Ayyy pek şaşkın bu be, harcarlar bunu sağda solda senin için değil bak gene bu kızcağızı düşündüğümden alıyorum Kavgacı. Duydum yani önceki hafta olanları, canını deliden kurtaran herkes gelsin yanıma, gelsin! Diye söylenince, dükkanın içerisine bakmaktan vazgeçip adama doğru döndüm. Ben seni tanıyorum öyleyse dedim.
"Tanımayan mı var beni kız!"
 Herkes sizin nerede olduğunuzu soruyordu, deli patron tabii inatla bilmiyorum derken ben bilsem bu kadar yakında olduğunuzu söylerdim dedim.
 Hakkımı yedi, herkesi ser sefil perişan etti, Allah belasını versin onun versin, diyerek ağıt tarzında beddua etmeye başladı bu kez de. Neyse abii, biz artık gidelim yarın Tılsım’ı sana getiririm diyince Kavgacı. Yok, yok olmaz ben alırım bugün bunu, beni bu cadıyla yalnız bırakmasın. Başımın etini yer durur şimdi diyerek beni kolumdan çektiği gibi götürdü.. İki saat sonra gelir alırsın diye de ekledi. 

Öncesi
Deli Kuaförün Asistanı 1
Deli Kuaförün Asistanı 2
Deli Kuaförün Asistanı 3

Devamı
Beklediğim Hayat 2
-Anılarım Bomboş yayınından^^

22.05.2017

Deli Kuaförün Asistanı 3

  Kuaförde temponun yoğun olduğu bir akşamüstü ne hikmetse Salvador Dali kılıklı patronum "beni kendisinin eve bırakacağını söyleyerek, Kavgacı'ya söyle boşuna seni almaya gelmesin" diye tembihledi.  Her ne kadar geçiştirmek için tamam desem de kararsız kaldım. Arkamı döndüğümde Fön çekmekte olan patronun akrabası Armi'nin "ne oluyor anlamında" göz kırptığını gördüm. Yanına gidip elindeki fönü tutarak durumu söyledim. Kendisiyle ilk kez bu kadar yakın olmuştum. Ve o çok hızlı konuştuğu için ne dediğini anlamakta zorlandığım halde tamam dedim. Sanırım Kavgacı'yı ara bi yere gitmesin beklesin filan diyordu. Saat 23:00 gösterdiğinde artık dayanamayıp dükkanın kaçta kapandığını sormak üzere yanına gittiğimde, "Sen gidebilirsin artık" dedi!

  Böyle insanlara hakaretin kralını da etsem yetinemiyorum. Hatta en çok hangisi yakışırdı bulamıyorum. Ve sessizce salak gibi sırıtarak çekip gidiyorum. Allah böylelerini başlı başına hakaret olarak yaratmış gibi zaten. Uzun ile geçen bi konuşmamızda, asıl salon sahibinin bu adamın ölen karısının olduğunu söylemişti.  Meğer ikinci hamileliğinde eşinin onu aldattığını kredi kartına gelen borçta mücevher aldığını ancak o takıların kendisine değilde başkasına aldığını öğrenmiş.  Üstelik başkasıyla ilişkisi olduğunu açıkça herkes görmüş de. Bir dedikodudan ibaret değil yani. Ve bir gün maleseff hamileliğinde üzüntüden beyin kanaması geçirerek bebeğiyle birlikte ölmüş.
  "Ama siz olmasanız bu adam burayı işletemez aç kalır?"
 " Biz hala ablamız için buradayız, üzerimizde ki emeği çok büyük. Bizleri o yetiştirdi"
Gene de söyledikleri anlamsız gelmişti ve gerçekten böyle bir adamı sevmiş mi diye sormuş bulundum. Dükkanın çeşitli yerlerinde bulunan resimlerine bakıp nasıl güzel bir kadın olduğunu düşünerek sormuştum bunu. 
  "Evet her zaman ne olursa olsun eşine saygı duymamızı isterdi. Çok çalışırdı, mesleğinde o kadar başarılıydı ki... kocasının hiç hakkı yoktur üzerinde." Neyse... dedi içlenerek sustu ve devam etti. "Tilki, Armi, Müdür hatta Kafes dövüşcüsü var ya hepsinin derdi bu dükkana sahip olmak. Eninde sonunda bu dükkan birine kalacak o kişide Tilki olur. "
"Neden Tilki?"
"Ne Patron ne müdür hiç birinin önemi yok, her şey ondan soruluyor. En son kararları hep o veriyor. Akademi kurma hayali var, bizim içinde daha iyi olur."
"Bence Armi alır. Teyzesi sonuçta neden başkasına bıraksın ki?" 

  Düşünerek ara sokağın hemen girişinde bulunan dükkandan çıktığım gibi bankanın önünde dikilip caddeden gelip geçen insanlara bir süre baktım. Herkes eve yetişmenin telaşında ve şehir içi otobüsleri harıl harıl çalışıyordu.  O vakitte onlardan birine binme k istemiyordum. Çünkü indiğim yerden eve doğru karanlıkta epey bir yürümem gerekecekti. Bu yüzden telefonumda kontür olmadığı için  markete girdim. Yoğun olduğunu görünce biraz beklemeyi düşündüğüm sırada, kafes dövüşçüsünün gazetelerin bulunduğu rafın yanında oturduğunu gördüm. Her zaman ki gibi kartal bakışlarıyla kafasını hafifçe bana döndürerek baktı. Bu adamın benimle zoru ne yahu? diye içimden geçiriyordum ki, başını hafifçe “neden buradasın” manasında salladı, “gitmemi istedi” dedim.
 Tek kelime etmeden ellerini dizlerine vurarak hızla ayağa kalkıp dükkana doğru yöneldiğinde ben Kavgacı’yı aramak üzere markete girdim. Sokakta kaldığımı söylediğimde uzakta olduğunu belirterek, aynı yerden ayrılmama 10 dk içinde orada olacağını söyledikten 5 dk. sonra karşı yolda belirdi. 

   Evin önüne varmaya yakın motordan indiğimde babamın tam 28 kez aradığını görünce panikle telefonu Kavgacı’ya vererek eve doğru koşmaya başladım.

  Eve girer girmez önce banyoya sonra mutfağa yöneldiğimde tezgahın üstünde koca bi tencere mantı gördüğümü hatırlıyorum da, “hem de patatesli aman Allahım!” diyerek tencereyle birlikte yemek masasına oturup hayvan gibi yedikten sonra gözüm açılmış olacak ki, evde kimsenin olmadığını fark ettim! “Hadi abimi sktir et! Babam zaten yok da, eee annem nerde? Anne! Anneeeee!” Balkona çıkarak yeni gelen komşuların camına baktım ışıklar yanmıyordu. Evde kimse olmadığına göre annem orada değil diye düşünerek Efe diye seslendim. Cevap verircesine “aıvv” diye ses çıkardı. Cevap veremeyeceğini bildiğim halde “annem nerede?” diye sordum, “anieee” diye ses çıkarttı bu kez. Sağ ol Efe çok yardımcı oldun. Kesinlikle nereye gittiğini biliyor ama hayvanda suç yok ki dili uzun. 
  Tekrar mutfağa döndüğümde rafta annemin telefonunu unutmuş olduğunu görüp bilinçsizce elime aldım ve ekrandaki polisten gelen mesajı görünce açtım. Oha! Kim ben mi kayıpmışım? “Tılsım Yılmaz” Ne? Yok lan valla ben evdeyim. Cevap atsam iletilir mi ki diye tabii düşünmedim değil ama o sırada abim aradı. Ses ise annemindi, sanırım suçluyum ve bu yüzden hemen carladım.

“Anne sen neredesin ya bir satir seni arıyorum evde! İnsan giderken haber etmez mi hiç?!” İşte bu durumu da böyle atlattım. Fakat annem öyle bir carlıyordu ki birilerine tıpkı benim gibi! 
 “Tılsım evde geri zekalı, ne kaçması iftira atma kızıma! Hep senin oyunun bu dimi?! Birde utanmadan polise haber veriyor ya, durun ağzına iki tane çakayım şunun!" diyordu.  İşte bu, çak iki tane ağzının üzerine diye tezavrat yaparken, inanmam diyerek telefonu birinin kaptığını duydum. Bu kez karşımda ki deli patronuydu.

“Tılsım kızım kafana göre bu saatte nereye gittin?”

“Ne diyorsun sen be yalancı, uğraşma benimle” diyerek karşılık verirken abim telefonu aldı tamam biz geliyoruz bir şey yok diyerek kapatmak üzereyken, ben hala arkadan gelen seslere kulak veriyordum.

  Patronun “senin kızın kafayı yemiş, aklını kaçırmış bu bi hastaneye götürün benim evde hasta kızın bekliyor birde onunla mı uğraşacağım” dediğini duydum. Yalancı senin kızın partiye gitmedi mi diye bağırıyordum bu kez.  O telefon kapandığında içime derin bi huzur kapladı lakin artık işsiz olduğumu ve Kavgacı’nın da sesinin de arkadan geldiğini hatırladım!


  20 dakika sonra geldiklerinde abim hiç bir şey olmamış ilgisizliği ile odasına girerken, annem “bu kadar deliyi bi arada nerden buldun” derken yüzü gülüyordu. 
  
   Eyvah dedim yine başa döndük galiba! Eee ne oldu ki de? “Allah var yani, sen öyle diyince içime sinmedi abini çağırdım. Hem sana üst baş alırız vesilesiyle geldim çalıştığın yere sordum amacım seni almaktı ama o deli çıktı bende onu arıyorum habersiz çekmiş gitmiş dedi. İhtimal veremedim, sen getirmeyecek miydin onu derken baktım bunun rengi attı, anladım yalan söylüyor. Biraz üsteleyince de, Kavgacı ile kaçtılar dedi. Sanki ben kızımın ne yaptığını bilmiyorum, orada tepem attı işte. Hemen içeridekiler araya girdi Kavgacı’yı aradı oda geldi derken, abin bi yandan falan ortalık karıştı.” Derken sonunda şerefsiz diye söylenerek üzerini değiştirmek üzere yatak odasına geçti ve sordu. Senin telefonun nerede? neden bakmadın? Baban delirdi, arada bi anlatayım durumu şimdi kalkıp gelir boşu boşuna gelmesin taa oradan buraya kadar. 

   “Aaa telefonumu dükkanda unuttum! Mülteci kampında… Ay çay ocağında yani, su borularının arasına sıkıştırmıştım” dedim. Iykk ya! hiç yalan kıvıramıyorum aslında. İtiraf ediyorum Uzun hep telefonunu oraya sokardı. İnandırıcı olsun diye bende ondan esinlenerek söylemiştim. Tamam o zaman ağabeyine söyleyelim hemen gidip alsın diyince de, ha yok dükkan kapanmıştır yarın ben hallederim dedim ve yüzüme dönüp ters ters baktı. Daha oraya gitmeyeceksin dimi? “Gitmeyeceğim tabii de… “ artık çaresiz “Kavgacı’ya söylerim o halleder, getirir herhalde” dedim. Bu vesileyle de artık ailem bir sevğilim olduğunu biliyordu, bakalım durumu babama nasıl açıklayacaktım..
-Anılarım Bomboş yayınından^^

20.05.2017

Her kadın yeni bir başlangıcı hak eder...


 Yıllarca ciddi anlamda kesilmeyen saçların insan üzerinde etkileri olduğuna inanıyorum. Kesilmeyen o saçlar bi gün kesilmişse kadın hayatında ciddi kararlar alacak ve olumlu olarak büyük değişime uğrayacak demektir. Gerçek anlamda en son saçlarımı 2009 yılında kesmiştim. Bunalım haliyle diplerinden kesip attığım o saçların üzerinden bir kaç ay sonra verdigim kararla hayatımda köklü değişimler yaptım. En önemli değişimse çıktığım bu yolda karşılaştığım ve hayatımı birleştirme kararı aldığım eşimdi.
  Aşık olmanın değil "aşık olabilmenin" mutluluğu ve şaşkınlığıyla ne dilerse sorgusuz sualsiz kabul ederek tamam dediğim varlık.
 Tepemde dikili duran saçları önce eliyle yavaşça indirdi ve "bir daha bu saçların asla kesilmeyeceğini" söyledi. Kutsal bir mesaj vardı sanki bu isteğin altında. Artık ne bekliyorsam...
  Aylarca  kesilmeyen dağınık kesimli o saçlar tabii ki ne olduğu belli olmayan kabarık dandik bi hal aldığında, boydan kısaltmadan sadece şekil verme konusunda bile bir türlü ikna edemedim.
 Yine bir gece kendimce yaptığım operasyonla, kökten uca hiç boyamamış olduğum saçlarımı bir nebze de olsun  kabarıklıgını hafifletebilmiştim. 

  Sabaha karşı saat 5'de! kafamı yastıktan "ne oluyor??" demeye bile kaldırmaya fırsat bırakmadan, saçlarımı çekiştiren nişanlımı tepemde horlak gibi görünce neye uğradığımı şaşırdım.
  Meğerse bizimkine malum olmuş, rüyasında saçlarımı kısacık görünce o hışımla yataktan kalkıp atmış kendini bizim eve. Odama daldıgı gibi saçlarımı incelemeye koyulmuş. Neyse ki bu tartışma savaşa dönmeden tattlıya bağlamıştık. 


 Emo akımla birlikte kısalan saçların kaynak saçlarla uzamaya başladığı bir dönemdi o zamanlar.   Çalıştığımız yerin sahibi kaynak ve postiş kullanan bir bayan olunca dükkanda en aktif iş kaynak yapımı olmuştu.
  İnce tutamlar halinde ve bol miktarda takılan saç kelliğe bile götürürken,! gerçek saç diye kullanılan işlenmiş at kılı karışımı saçlar yıkama ve taramada hiçte iç açıçı olmadığını bile bile kaynak kullanamazdım herhalde.!
 Aldım benimkini karşıma bu işin uzmanı sensin 200 saçı birbiriyle eşleştirip 100 yapsam, sende serpme tekniği kullansan? Ama bunu direkt olarak bir bayanın saçından kesip alacağız diyince, hayal görüyorum sandı.
  Mesela yahuu, belki bulabilirim diye ümitlenmiştim.
   iyi olacak hastanın ayağına doktor kendi gelirmiş misali malzemeciye işlenmek üzere türbanlı bir bayanın doğal saçı gelmiş. Tesadüf bu ya, içeri girer girmez geldi beni o hafta buldu.
  Şu meşhur parfümlerimden 4-5 tanesini gelen müşterilere uygun fiyata satınca o saçlara  bu şekilde sahip olup, götürüp direkt nişanlımın önüne attığımı iftiharla söylemek istedim. 

"Bu saçlar takılacak!"

"Iyyy başkasının saçlarını senin diye okşayamam!!"

"Korkma parasını ayrıca kazanıp ödeyeceğim."

"Bu saçları taktığın an sigaraya başlarım, benden söylemesi..." diyince surat asıp kendim takmaya koyuldum.
  O ise karşıma geçerek bir sigara yakmıştı bile. Bir süre birimize ayna yansımasından bakıştıktan sonra, "iç lan zıkkımın kökünü, bahane arayıp durma sende içeceksen iç!" dememle sıkı bir pazarlığın sonunda o saçları taktırmayı başardım. Yaklaşık tam bir sene sonra da saçlarım takılan saçların uzunluğa gelmiş oldu.

 Hamilelikte saç bakımı gerçekten daha zormuş! yıllarca halı çitelemek diye tabir ettiğim bu saçlara bakmak daha da zorlaşmış olsa da "güçsüz kadın" izlenimi vermemek için kestirmeme yolunda tam gaz direndim.
  Vah Vah hamile haliyle kocası terketti bunalıma girdi tabii kesti güzelim saçları dedirtmem! :D 3-5 ayda bir düzenli olarak bir karış kadar kestim tabii, 2014 de yaptığım ombre saçımın anasını ağlatmıştı zaten. 

  Hamilelikte saç dökülmesinin azalmasıyla da gürleşen saçlarım, doğumdan sonra büyük ölçüde dökülerek kendini yenilemeye başlaması yüzünden "doğum sonrası saç kestiren kadınlar" kervanına katılmayı da kendime yakıştıramadım hanii.

  Salık haliyle ne kadar kabarık gür de dursa diplerden gelen yeni saçların elbette bu boya erişmesi yılları alır.
  Çağrı şuan 15 aylık bir bebe olduğuna göre sanırım ben engellerin büyük bir bölümünü aştım. Kendimi daha güçlü hissettiğime göre, vakit bu vakit dedim ve sonuç bu. Biliyorum çoğunluk kıyma dedi ama....
Düz halini sevmedim.


  Doğumumdan sonra başlayan Seviyor Sevmiyor dizisinin oyuncusu Zeynep Çamcı'nın Deniz karakteri için kestirdiği saçlarını gördükçe imreniyordum. Onun kadar yakışmasa da mutluyum. Ne derler "kökü sende".
 Öyleyse uzatmaya yeniden başlayabilirim. :D
 Seneye bugün bakalım saçlarımın boyu neremde olacak^^^ bittti....

19.05.2017

Deli Kuaförün Asistanı 2

Mülteci kampına hoşgeldiniz, her kim olursanız olun burada kendinize şampuan saç kremi ve oksidan bidonu üzerinde yer bulmanız mümkün. 

Dükkanda en az 20 kişi çalıştığı söylenmişti, neden en az? tam olarak bir rakam verilmeme sebebi nedir merak ettim. 
İki kişi balayında, biri arada bir ugruyor, biride ben işe başladıktan bir kaç gün sonra kardoo naber yaaa diyerek çıktı geldi. Uzun nerelerdeydin abicimm diye sorduğunda müşteri sanmıştım ancak kendisine kafa izni vermiş miş miş. 
Bana doğru dik dik baktığında Uzun, Kavgacı'nın abi demesiyse geri vites aldı. Hayır Kavgacı'nın da ne demek, Kuaförle değilde mafya babasıyla çıkıyorum sanki. 

Dükkanın üst katında ise bayanlar mevcut, neden ben bayanlarla çalışmıyorum diye düşünmedim değil hani. Sonrasında asistan olduğumu hatırlayıp sustum. Aslında çok da sıkıcılar, biri çalışkan bir kız. Sınıfın inek öğrencisi gibi, işini zevkle şevkle yapıyor olmasına rağmen okulda okuduğu bölüm çok başka. Selamsız muhattapsız, ne zaman Kavgacı yanıma gelse anlamsız bir ifadeyle bize bakıyor. Birde ufaklık var ki iş çıkışları arkamdan koşarak gelip birlikte gidelim diyerek yanaşıp istemediğim halde beni zorla dondurmacıya sokuyor. Dondurmasını alır almaz da görüşürüz diyerek kaçarcasına oradan uzaklaşıyor. Yani hesabı bana kitliyor. Yolda giderken dondurma yemeyi seven kim, bir daha tuzağa düşmeme ye karar verdim. 
Neyse hala dükkanda kaç kişi mevcut sayabilmiş değilim, sürekli değişik isimlerden bahsedilirken her gelen on müşteriden biride bana birini soruyor. mesleğe başladığımdan beri adını yüzlerce kez duymuş olsam da bilmiyorum,  sahi nere de bu adam? Sonunda kıvırcık çocukta kaçmış olsa da, iki metre karelik mülteci kampı diye adlandırılan alanda oturduğu bidonu eskiten çocuk sürekli işi bırakacağım diye sayıklıyor. 7 yıldır her gün işe vaktinde gelip aynı yerde oturup işi bırakacağını söylediğini öğrenince verdim gazı iki gün gelmedi üçüncü gün döndü. Uzun'la birlikte Patronun ilgisini nasıl üzerimden atacağımızı düşünürken kurban olarak onu seçtik.

  Neyse ki  hayatımda görüp görebileceğim en eğlenceli kuaför burası olabilirdi. Bir kere disko gibi sınırsız müzik keyfi var. Her çalan şarkı ise yapılan işlere göre değişiyor. Mesela Hande Yener’in çok hareketli bir dans müziği var, o çalıyorsa muhakkak içerisi fön müşterisi ile dolmuş demektir. Çünkü o müziğin ritmine göre fırça sallamak, işi daha bi zevkli hale getiriyor. Çoğunlukla da her müşterinin başında dört kişi bulunur. İkisi fön çekerken ikisi de haliyle fön tutar. Daha az zaman kaybı daha çok müşteri prensibiyle fön çekmek 10 dakikayı geçmezken 15 dakikada da röfle atılır.

 Röfle işlemi için saatlerce oturacağını düşünen bayanların saçı yumurta poşeti yardımıyla açılma işlemine, Murat Göğebakan şarkıları son ses duruma getirilmiş halde eşlik eder. İş başındaki ustalar ağızlarına dolaşmış nakaratla kendinden geçip bağıra, bağıra müziğe eşlik ederken tam kopma noktasında geldiğinde birlerine işaret verip salonun ortasına zıplayarak kendilerini atarlar. Birbirlerine sarılıp iki tur döndükten sonra işlerinin başına dönmeleri, müşterinin şaşkın bakışları ve bu ortam fazlasıyla görülmeye değer. Burada hiç gülmediğim kadar gülüp, hiç eğlenmediğim kadar eğlendiğimi de hatırlıyorum.

 Tabii birde bütün bunların kamera arkası var. Bunca şatafatın altında kocaman bir photoshop yatıyor sanki. O kadar adam hiç üşenmemiş kuaförlük sanatının en kral üçkâğıtçılıklarını bulmuşlar. Üstelik her an ne fikir üretecekleri belli bile değil. Ummadık anda birinin bir köşeye sinmiş halde çılgın bilim adamı gibi kimyasalları birbirine karıştırıp yeni işler peşinde olduğunu defalarca görmek mümkün.  Onlar zekâlarıyla övünüp sonuçlar karşısında birbirlerine göz kırparken, müşteriler kobay olduğunu asla öğrenemeyecek! Gizli röfle nedir? Deli patronun buluşu olduğuna şaşırmadım. adı üstünde gizli röfle bir şey beklemeyin yani. Göz boyamak için de haftanın bir gününü, daha önce gelip tonlarca para bayılan müşterilere ücretsiz saç bakım günü olarak ilan etmiş. Kadınlara da indirim yokken indirim var desen, ne görürseler kapıp kaçıyorlar. O bile bildiğimiz bakımlardan değil tabii.  

 Kavgacıyla yediğim en son ki öğlen yemeğinden sonra Patron anlamsız triplere girip beni gördüğü yerde kafasını çevirince dükkanda bir kaç gün rahat ettim.  Birde sabahtan akşama kadar elinde sinek ilaçlarıyla dolaşıp olur olmaz yerde tezgah altlarına doğru koşuşturup kalorifer böceklerini öldürmeye kafayı takmış durumdaydı. Yıllar yılı olmuş ki denediği bütün yöntemlere rağmen kökünü bir türlü kurutamamış bu böceklerin. Onca müşterinin önünde pıst pıstt yapmasını geçtim, yıkama setinin hortumunu çıkartarak dükkanı olmadık zamanlarda yıkamaya çalışmasına ne demeli! Hiç unutmam bir gün; koyu kahveye boyadığı kadının saçını yıkarken tutturmuş bunu birde kırmızıya boyayalım. Kadın istemem diye kıyameti kopartıyor haliyle, sonunda 3 tüp kırmızı boya sıktığı kâseyi tutuşturdu elime, sür dedi. Saçı yıkamasam mı, boyasam mı diye takıldım kaldım o noktada tabii. Baktı bi boku beceremiyorum, aldı tekrar elimden hazırladığı kabı olduğu gibi boca etti kadının kafasına. Bir güzel yağladı önce sonrada geçti karşıma, tutmadan hemen yıka o saçı dedi.
  O zaman niye döktün? 
  O boyalar pahalı boya, ziyan olmasın diye kullandım, demesiyle de neye uğradığımı şaşırdım!

Sonrasında tam bu nokta da adamın her Tılsım diye bağırışında "onu değil beni çağır, o yok ben varım, buyur abi hemen de geldim" diyerek, Bidon mühendisi Mamut planın bir parçası olarak girdi devreye. “Lan oğlum ben seni değil onu çağırıyorum! Sana ne oluyor, sen benim asistanım mısın?” diyerek terlese de Mamut yapıştı yakasına, “abimmm onu değil beni al!” Sonra tamam dedi, ikiniz de gelin! 
  Bir süre ikimiz de gittik artık lafta asistanlığını yapmaya, o arada buda müşterilere kendi reklamını yapmakla kalmıyor bizi de pazarlıyor sanki kadınlarda hayran hayran dinliyor. Ardından saçı altı parçaya ayırarak, iki bana bir diğer iki tutamı da Mamut’a saatlerce tutturarak ensede kalan iki parçayı lafta keserek yeni bir model vermeye çalışıyor. sözde kesilen saçlar yere bile düşmediğini söylememe gerek yok sanıyorum.

 Sanırım bir buçuk saat sonra yani bizim iflahımız kuruduğunda kesimi bitirerek fırça görünümlü tel tarak yardımıyla “sulu saça fön çekme” işlemine geçip sabır zorlamaya devam ediyor. Biride çıkıp ne yapıyorsun demiyor ya en çok o içime oturuyor, lafta işin uzmanı olunca yeni bi buluş olma ihtimalini düşünüyorlar.

 Sonunda Mamut ne kadar isteksiz de olsa, maçı benim için kazandı. Mükafatı da patronun müşterilerden zorla topladığı paralarla ikisi için aldığı aynı model tişörtler oldu. Siyam ikizleri gibi çokta güzel oldular. Bir hafta boyunca onların halleri herkesin ağzında espri olurken Tilki’nin en iyi taklitleri arasına da girdi. Bazen sabahın erken saatlerinde “Mamut arabayı getir, ablanı yansıtacağız” diye tiz bir sesle yaptığı taklite karşılık, dalgınlıkla boya arabasını kaptığı gibi salona koşuyor. Sonunda gülüşmeleri duyunca, yapmayın şunu biliyorsunuz zaten psikolojim bozuk diye sinirlenerek bidonuna dönüyor.

Devamı>>

-Anılarım Bombos yayınından^^

12.05.2017

Hastahane Maceramız


 Böyle bir yazı hazırlayabilir miyim hiç düşünmemiştim ama hali hazırda Bebek Çantamda ne var? yazısında hastahane konusundan bahsedince hastahane de neler olduğunu tüm gelişmeleri aktarmak istedim. Bahsettiğim rahatsızlık yüzünden belki de son kez rutin kontrollerden birine gittiğimizi düşünerek çıktık yola. Her zamanki gibi Antalya araştırma hastanesinin önünde inip içeri girdiğimizde bambaşka bir dünya karşıladı bizi. Sanki yanlış yere gelmiştik, bu yüzden epey bir dolaştık. istediğimiz bölümü bulunca da burası geldiğimiz yer değil diyerek çıktık geri dışarı. komik ama tam bu noktada ben kaseti başa almıs oldum ve tekrar çocuk kardioloji aramaya başladım. Sonuç yine aynı yere ulaşınca öğrendim ki hastahane yeniden yapılmış. En son ki rutin kontrolün üzerinden tam 6 ay geçmişti. Eski bina yeni bina diye birşey anlatıyordu kadınlar. Haliyle bende direk doktorumuza ulaşmaya çalıştım. EKG çekilmeden kalp ultrasonuna bakılmadığı için önce oraya uğradım.
Randevu saatini kaçırmış olsam da küçük bir aksaklık yüzünden bu durumu önemseyen olmadı. Kısa bir süre bekledikten sonra Çağrı yine yaptı Çağrı'lığını ve beyaz önlüklüleri görür görmez avaz avaz bağırmaya başladı. Hiç bir şey yapılamadan odadan çıkmak zorunda kaldım. Sakinleşmesini bekleyecektik ama asla sakinleşecek gibi değildi. Biliyorum ki o hastaneden çıkmadığımız sürece de susmayacak kadar inatçı. Hemen doktorumuz koştu geldi, o durumda bakmaya çalışıp başarılı olamayınca sakinleştirmeye çalıştı yine olmadı. Uyur mu diye sorduğunda, tabii ki  "Hayır" dedim. uykusuzluktan ölse asla inadından vazgeçmediğini biliyorum. hiç bir zaman uykusu gelince yıkılan bir bebek olmadı. Geriye tek bir çare kalmıştı, uyku ilacıyla uyutmak. Şaşırdım, nasıl olur bilemedim hatta vazgeçip dönmeyi bile düşündüm. Ancak bu kontrol yapılmak zorundaydı ve başka zamanda olsa Çağrı bizi uğraştıracaktı. Mecbur kabul ettik, kilo miktarını öğrenip ilacı hazırladılar. Tabii onu bile vermeleri büyük bir mücadele ile gerçekleşmiş oldu. Koridora çıkar çıkmaz kucağımda bayılıp kalması hepimizi şaşırttı. Sanırım Çağrı'yı daha önce hiç öyle sakin görmediğimiz için hepimizin ısırası geldi :D anında kontrolleri yapıldı ve giydirmek için alt değişim odasına gittiğimde doktor uyanmadan gitmememi söyledi. tabii Çağrı üstünü giydirirken uyanmıştı bile. Yine de doktorumuz tatmin olmadı için başında durdu ve bekledi. Bebeklere verilen en düşük doz olmasına rağmen uyku ilacı o kadar tehlikeliymiş ki, uyanmazsa diye de korkuyorlarmış doktorlar. Tamamen emin olunca da 1 sene sonra yeniden görüşmek üzere oradan ayrıldık. Kalp ultrasonumuz çok şükür kusursuz çıktı. 
Oradan ayrılınca da aile dostumuzun yanına uğradık, sağ olsun evin küçük oğlu Çağrı'nın harika resimlerini çekti. Kendisi tüm dünyayı gezip Istock fotoğrafları çekiyor. Harika bir doğa fotoğrafçısı. >>> İsmail Çiydem 
 Gün kötü başlamış olsa da Çağrı'nın sanırım en çok eğlendiği top oynayarak mutlu olduğu  harika bir gün olarak bitti. :)  fotoğraf çalışmaları bitmediği için sadece bir tanesini sizinle paylaşabilmiş olsam da, devamı geldikce eklemeye çalışıcam. Okuduğunuz için tesekkürler _^^
Edit>>