22.05.2017

Deli Kuaförün Asistanı 3

  Kuaförde temponun yoğun olduğu bir akşamüstü ne hikmetse Salvador Dali kılıklı patronum "beni kendisinin eve bırakacağını söyleyerek, Kavgacı'ya söyle boşuna seni almaya gelmesin" diye tembihledi.  Her ne kadar geçiştirmek için tamam desem de kararsız kaldım. Arkamı döndüğümde Fön çekmekte olan patronun akrabası Armi'nin "ne oluyor anlamında" göz kırptığını gördüm. Yanına gidip elindeki fönü tutarak durumu söyledim. Kendisiyle ilk kez bu kadar yakın olmuştum. Ve o çok hızlı konuştuğu için ne dediğini anlamakta zorlandığım halde tamam dedim. Sanırım Kavgacı'yı ara bi yere gitmesin beklesin filan diyordu. Saat 23:00 gösterdiğinde artık dayanamayıp dükkanın kaçta kapandığını sormak üzere yanına gittiğimde, "Sen gidebilirsin artık" dedi!

  Böyle insanlara hakaretin kralını da etsem yetinemiyorum. Hatta en çok hangisi yakışırdı bulamıyorum. Ve sessizce salak gibi sırıtarak çekip gidiyorum. Allah böylelerini başlı başına hakaret olarak yaratmış gibi zaten. Uzun ile geçen bi konuşmamızda, asıl salon sahibinin bu adamın ölen karısının olduğunu söylemişti.  Meğer ikinci hamileliğinde eşinin onu aldattığını kredi kartına gelen borçta mücevher aldığını ancak o takıların kendisine değilde başkasına aldığını öğrenmiş.  Üstelik başkasıyla ilişkisi olduğunu açıkça herkes görmüş de. Bir dedikodudan ibaret değil yani. Ve bir gün maleseff hamileliğinde üzüntüden beyin kanaması geçirerek bebeğiyle birlikte ölmüş.
  "Ama siz olmasanız bu adam burayı işletemez aç kalır?"
 " Biz hala ablamız için buradayız, üzerimizde ki emeği çok büyük. Bizleri o yetiştirdi"
Gene de söyledikleri anlamsız gelmişti ve gerçekten böyle bir adamı sevmiş mi diye sormuş bulundum. Dükkanın çeşitli yerlerinde bulunan resimlerine bakıp nasıl güzel bir kadın olduğunu düşünerek sormuştum bunu. 
  "Evet her zaman ne olursa olsun eşine saygı duymamızı isterdi. Çok çalışırdı, mesleğinde o kadar başarılıydı ki... kocasının hiç hakkı yoktur üzerinde." Neyse... dedi içlenerek sustu ve devam etti. "Tilki, Armi, Müdür hatta Kafes dövüşcüsü var ya hepsinin derdi bu dükkana sahip olmak. Eninde sonunda bu dükkan birine kalacak o kişide Tilki olur. "
"Neden Tilki?"
"Ne Patron ne müdür hiç birinin önemi yok, her şey ondan soruluyor. En son kararları hep o veriyor. Akademi kurma hayali var, bizim içinde daha iyi olur."
"Bence Armi alır. Teyzesi sonuçta neden başkasına bıraksın ki?" 

  Düşünerek ara sokağın hemen girişinde bulunan dükkandan çıktığım gibi bankanın önünde dikilip caddeden gelip geçen insanlara bir süre baktım. Herkes eve yetişmenin telaşında ve şehir içi otobüsleri harıl harıl çalışıyordu.  O vakitte onlardan birine binme k istemiyordum. Çünkü indiğim yerden eve doğru karanlıkta epey bir yürümem gerekecekti. Bu yüzden telefonumda kontür olmadığı için  markete girdim. Yoğun olduğunu görünce biraz beklemeyi düşündüğüm sırada, kafes dövüşçüsünün gazetelerin bulunduğu rafın yanında oturduğunu gördüm. Her zaman ki gibi kartal bakışlarıyla kafasını hafifçe bana döndürerek baktı. Bu adamın benimle zoru ne yahu? diye içimden geçiriyordum ki, başını hafifçe “neden buradasın” manasında salladı, “gitmemi istedi” dedim.
 Tek kelime etmeden ellerini dizlerine vurarak hızla ayağa kalkıp dükkana doğru yöneldiğinde ben Kavgacı’yı aramak üzere markete girdim. Sokakta kaldığımı söylediğimde uzakta olduğunu belirterek, aynı yerden ayrılmama 10 dk içinde orada olacağını söyledikten 5 dk. sonra karşı yolda belirdi. 

   Evin önüne varmaya yakın motordan indiğimde babamın tam 28 kez aradığını görünce panikle telefonu Kavgacı’ya vererek eve doğru koşmaya başladım.

  Eve girer girmez önce banyoya sonra mutfağa yöneldiğimde tezgahın üstünde koca bi tencere mantı gördüğümü hatırlıyorum da, “hem de patatesli aman Allahım!” diyerek tencereyle birlikte yemek masasına oturup hayvan gibi yedikten sonra gözüm açılmış olacak ki, evde kimsenin olmadığını fark ettim! “Hadi abimi sktir et! Babam zaten yok da, eee annem nerde? Anne! Anneeeee!” Balkona çıkarak yeni gelen komşuların camına baktım ışıklar yanmıyordu. Evde kimse olmadığına göre annem orada değil diye düşünerek Efe diye seslendim. Cevap verircesine “aıvv” diye ses çıkardı. Cevap veremeyeceğini bildiğim halde “annem nerede?” diye sordum, “anieee” diye ses çıkarttı bu kez. Sağ ol Efe çok yardımcı oldun. Kesinlikle nereye gittiğini biliyor ama hayvanda suç yok ki dili uzun. 
  Tekrar mutfağa döndüğümde rafta annemin telefonunu unutmuş olduğunu görüp bilinçsizce elime aldım ve ekrandaki polisten gelen mesajı görünce açtım. Oha! Kim ben mi kayıpmışım? “Tılsım Yılmaz” Ne? Yok lan valla ben evdeyim. Cevap atsam iletilir mi ki diye tabii düşünmedim değil ama o sırada abim aradı. Ses ise annemindi, sanırım suçluyum ve bu yüzden hemen carladım.

“Anne sen neredesin ya bir satir seni arıyorum evde! İnsan giderken haber etmez mi hiç?!” İşte bu durumu da böyle atlattım. Fakat annem öyle bir carlıyordu ki birilerine tıpkı benim gibi! 
 “Tılsım evde geri zekalı, ne kaçması iftira atma kızıma! Hep senin oyunun bu dimi?! Birde utanmadan polise haber veriyor ya, durun ağzına iki tane çakayım şunun!" diyordu.  İşte bu, çak iki tane ağzının üzerine diye tezavrat yaparken, inanmam diyerek telefonu birinin kaptığını duydum. Bu kez karşımda ki deli patronuydu.

“Tılsım kızım kafana göre bu saatte nereye gittin?”

“Ne diyorsun sen be yalancı, uğraşma benimle” diyerek karşılık verirken abim telefonu aldı tamam biz geliyoruz bir şey yok diyerek kapatmak üzereyken, ben hala arkadan gelen seslere kulak veriyordum.

  Patronun “senin kızın kafayı yemiş, aklını kaçırmış bu bi hastaneye götürün benim evde hasta kızın bekliyor birde onunla mı uğraşacağım” dediğini duydum. Yalancı senin kızın partiye gitmedi mi diye bağırıyordum bu kez.  O telefon kapandığında içime derin bi huzur kapladı lakin artık işsiz olduğumu ve Kavgacı’nın da sesinin de arkadan geldiğini hatırladım!


  20 dakika sonra geldiklerinde abim hiç bir şey olmamış ilgisizliği ile odasına girerken, annem “bu kadar deliyi bi arada nerden buldun” derken yüzü gülüyordu. 
  
   Eyvah dedim yine başa döndük galiba! Eee ne oldu ki de? “Allah var yani, sen öyle diyince içime sinmedi abini çağırdım. Hem sana üst baş alırız vesilesiyle geldim çalıştığın yere sordum amacım seni almaktı ama o deli çıktı bende onu arıyorum habersiz çekmiş gitmiş dedi. İhtimal veremedim, sen getirmeyecek miydin onu derken baktım bunun rengi attı, anladım yalan söylüyor. Biraz üsteleyince de, Kavgacı ile kaçtılar dedi. Sanki ben kızımın ne yaptığını bilmiyorum, orada tepem attı işte. Hemen içeridekiler araya girdi Kavgacı’yı aradı oda geldi derken, abin bi yandan falan ortalık karıştı.” Derken sonunda şerefsiz diye söylenerek üzerini değiştirmek üzere yatak odasına geçti ve sordu. Senin telefonun nerede? neden bakmadın? Baban delirdi, arada bi anlatayım durumu şimdi kalkıp gelir boşu boşuna gelmesin taa oradan buraya kadar. 

   “Aaa telefonumu dükkanda unuttum! Mülteci kampında… Ay çay ocağında yani, su borularının arasına sıkıştırmıştım” dedim. Iykk ya! hiç yalan kıvıramıyorum aslında. İtiraf ediyorum Uzun hep telefonunu oraya sokardı. İnandırıcı olsun diye bende ondan esinlenerek söylemiştim. Tamam o zaman ağabeyine söyleyelim hemen gidip alsın diyince de, ha yok dükkan kapanmıştır yarın ben hallederim dedim ve yüzüme dönüp ters ters baktı. Daha oraya gitmeyeceksin dimi? “Gitmeyeceğim tabii de… “ artık çaresiz “Kavgacı’ya söylerim o halleder, getirir herhalde” dedim. Bu vesileyle de artık ailem bir sevğilim olduğunu biliyordu, bakalım durumu babama nasıl açıklayacaktım..
-Anılarım Bomboş yayınından^^

20.05.2017

Her kadın yeni bir başlangıcı hak eder...


 Yıllarca ciddi anlamda kesilmeyen saçların insan üzerinde etkileri olduğuna inanıyorum. Kesilmeyen o saçlar bi gün kesilmişse kadın hayatında ciddi kararlar alacak ve olumlu olarak büyük değişime uğrayacak demektir. Gerçek anlamda en son saçlarımı 2009 yılında kesmiştim. Bunalım haliyle diplerinden kesip attığım o saçların üzerinden bir kaç ay sonra verdigim kararla hayatımda köklü değişimler yaptım. En önemli değişimse çıktığım bu yolda karşılaştığım ve hayatımı birleştirme kararı aldığım eşimdi.
  Aşık olmanın değil "aşık olabilmenin" mutluluğu ve şaşkınlığıyla ne dilerse sorgusuz sualsiz kabul ederek tamam dediğim varlık.
 Tepemde dikili duran saçları önce eliyle yavaşça indirdi ve "bir daha bu saçların asla kesilmeyeceğini" söyledi. Kutsal bir mesaj vardı sanki bu isteğin altında. Artık ne bekliyorsam...
  Aylarca  kesilmeyen dağınık kesimli o saçlar tabii ki ne olduğu belli olmayan kabarık dandik bi hal aldığında, boydan kısaltmadan sadece şekil verme konusunda bile bir türlü ikna edemedim.
 Yine bir gece kendimce yaptığım operasyonla, kökten uca hiç boyamamış olduğum saçlarımı bir nebze de olsun  kabarıklıgını hafifletebilmiştim. 

  Sabaha karşı saat 5'de! kafamı yastıktan "ne oluyor??" demeye bile kaldırmaya fırsat bırakmadan, saçlarımı çekiştiren nişanlımı tepemde horlak gibi görünce neye uğradığımı şaşırdım.
  Meğerse bizimkine malum olmuş, rüyasında saçlarımı kısacık görünce o hışımla yataktan kalkıp atmış kendini bizim eve. Odama daldıgı gibi saçlarımı incelemeye koyulmuş. Neyse ki bu tartışma savaşa dönmeden tattlıya bağlamıştık. 


 Emo akımla birlikte kısalan saçların kaynak saçlarla uzamaya başladığı bir dönemdi o zamanlar.   Çalıştığımız yerin sahibi kaynak ve postiş kullanan bir bayan olunca dükkanda en aktif iş kaynak yapımı olmuştu.
  İnce tutamlar halinde ve bol miktarda takılan saç kelliğe bile götürürken,! gerçek saç diye kullanılan işlenmiş at kılı karışımı saçlar yıkama ve taramada hiçte iç açıçı olmadığını bile bile kaynak kullanamazdım herhalde.!
 Aldım benimkini karşıma bu işin uzmanı sensin 200 saçı birbiriyle eşleştirip 100 yapsam, sende serpme tekniği kullansan? Ama bunu direkt olarak bir bayanın saçından kesip alacağız diyince, hayal görüyorum sandı.
  Mesela yahuu, belki bulabilirim diye ümitlenmiştim.
   iyi olacak hastanın ayağına doktor kendi gelirmiş misali malzemeciye işlenmek üzere türbanlı bir bayanın doğal saçı gelmiş. Tesadüf bu ya, içeri girer girmez geldi beni o hafta buldu.
  Şu meşhur parfümlerimden 4-5 tanesini gelen müşterilere uygun fiyata satınca o saçlara  bu şekilde sahip olup, götürüp direkt nişanlımın önüne attığımı iftiharla söylemek istedim. 

"Bu saçlar takılacak!"

"Iyyy başkasının saçlarını senin diye okşayamam!!"

"Korkma parasını ayrıca kazanıp ödeyeceğim."

"Bu saçları taktığın an sigaraya başlarım, benden söylemesi..." diyince surat asıp kendim takmaya koyuldum.
  O ise karşıma geçerek bir sigara yakmıştı bile. Bir süre birimize ayna yansımasından bakıştıktan sonra, "iç lan zıkkımın kökünü, bahane arayıp durma sende içeceksen iç!" dememle sıkı bir pazarlığın sonunda o saçları taktırmayı başardım. Yaklaşık tam bir sene sonra da saçlarım takılan saçların uzunluğa gelmiş oldu.

 Hamilelikte saç bakımı gerçekten daha zormuş! yıllarca halı çitelemek diye tabir ettiğim bu saçlara bakmak daha da zorlaşmış olsa da "güçsüz kadın" izlenimi vermemek için kestirmeme yolunda tam gaz direndim.
  Vah Vah hamile haliyle kocası terketti bunalıma girdi tabii kesti güzelim saçları dedirtmem! :D 3-5 ayda bir düzenli olarak bir karış kadar kestim tabii, 2014 de yaptığım ombre saçımın anasını ağlatmıştı zaten. 

  Hamilelikte saç dökülmesinin azalmasıyla da gürleşen saçlarım, doğumdan sonra büyük ölçüde dökülerek kendini yenilemeye başlaması yüzünden "doğum sonrası saç kestiren kadınlar" kervanına katılmayı da kendime yakıştıramadım hanii.

  Salık haliyle ne kadar kabarık gür de dursa diplerden gelen yeni saçların elbette bu boya erişmesi yılları alır.
  Çağrı şuan 15 aylık bir bebe olduğuna göre sanırım ben engellerin büyük bir bölümünü aştım. Kendimi daha güçlü hissettiğime göre, vakit bu vakit dedim ve sonuç bu. Biliyorum çoğunluk kıyma dedi ama....
Düz halini sevmedim.


  Doğumumdan sonra başlayan Seviyor Sevmiyor dizisinin oyuncusu Zeynep Çamcı'nın Deniz karakteri için kestirdiği saçlarını gördükçe imreniyordum. Onun kadar yakışmasa da mutluyum. Ne derler "kökü sende".
 Öyleyse uzatmaya yeniden başlayabilirim. :D
 Seneye bugün bakalım saçlarımın boyu neremde olacak^^^ bittti....

19.05.2017

Deli Kuaförün Asistanı 2

Mülteci kampına hoşgeldiniz, her kim olursanız olun burada kendinize şampuan saç kremi ve oksidan bidonu üzerinde yer bulmanız mümkün. 

Dükkanda en az 20 kişi çalıştığı söylenmişti, neden en az? tam olarak bir rakam verilmeme sebebi nedir merak ettim. 
İki kişi balayında, biri arada bir ugruyor, biride ben işe başladıktan bir kaç gün sonra kardoo naber yaaa diyerek çıktı geldi. Uzun nerelerdeydin abicimm diye sorduğunda müşteri sanmıştım ancak kendisine kafa izni vermiş miş miş. 
Bana doğru dik dik baktığında Uzun, Kavgacı'nın abi demesiyse geri vites aldı. Hayır Kavgacı'nın da ne demek, Kuaförle değilde mafya babasıyla çıkıyorum sanki. 

Dükkanın üst katında ise bayanlar mevcut, neden ben bayanlarla çalışmıyorum diye düşünmedim değil hani. Sonrasında asistan olduğumu hatırlayıp sustum. Aslında çok da sıkıcılar, biri çalışkan bir kız. Sınıfın inek öğrencisi gibi, işini zevkle şevkle yapıyor olmasına rağmen okulda okuduğu bölüm çok başka. Selamsız muhattapsız, ne zaman Kavgacı yanıma gelse anlamsız bir ifadeyle bize bakıyor. Birde ufaklık var ki iş çıkışları arkamdan koşarak gelip birlikte gidelim diyerek yanaşıp istemediğim halde beni zorla dondurmacıya sokuyor. Dondurmasını alır almaz da görüşürüz diyerek kaçarcasına oradan uzaklaşıyor. Yani hesabı bana kitliyor. Yolda giderken dondurma yemeyi seven kim, bir daha tuzağa düşmeme ye karar verdim. 
Neyse hala dükkanda kaç kişi mevcut sayabilmiş değilim, sürekli değişik isimlerden bahsedilirken her gelen on müşteriden biride bana birini soruyor. mesleğe başladığımdan beri adını yüzlerce kez duymuş olsam da bilmiyorum,  sahi nere de bu adam? Sonunda kıvırcık çocukta kaçmış olsa da, iki metre karelik mülteci kampı diye adlandırılan alanda oturduğu bidonu eskiten çocuk sürekli işi bırakacağım diye sayıklıyor. 7 yıldır her gün işe vaktinde gelip aynı yerde oturup işi bırakacağını söylediğini öğrenince verdim gazı iki gün gelmedi üçüncü gün döndü. Uzun'la birlikte Patronun ilgisini nasıl üzerimden atacağımızı düşünürken kurban olarak onu seçtik.

  Neyse ki  hayatımda görüp görebileceğim en eğlenceli kuaför burası olabilirdi. Bir kere disko gibi sınırsız müzik keyfi var. Her çalan şarkı ise yapılan işlere göre değişiyor. Mesela Hande Yener’in çok hareketli bir dans müziği var, o çalıyorsa muhakkak içerisi fön müşterisi ile dolmuş demektir. Çünkü o müziğin ritmine göre fırça sallamak, işi daha bi zevkli hale getiriyor. Çoğunlukla da her müşterinin başında dört kişi bulunur. İkisi fön çekerken ikisi de haliyle fön tutar. Daha az zaman kaybı daha çok müşteri prensibiyle fön çekmek 10 dakikayı geçmezken 15 dakikada da röfle atılır.

 Röfle işlemi için saatlerce oturacağını düşünen bayanların saçı yumurta poşeti yardımıyla açılma işlemine, Murat Göğebakan şarkıları son ses duruma getirilmiş halde eşlik eder. İş başındaki ustalar ağızlarına dolaşmış nakaratla kendinden geçip bağıra, bağıra müziğe eşlik ederken tam kopma noktasında geldiğinde birlerine işaret verip salonun ortasına zıplayarak kendilerini atarlar. Birbirlerine sarılıp iki tur döndükten sonra işlerinin başına dönmeleri, müşterinin şaşkın bakışları ve bu ortam fazlasıyla görülmeye değer. Burada hiç gülmediğim kadar gülüp, hiç eğlenmediğim kadar eğlendiğimi de hatırlıyorum.

 Tabii birde bütün bunların kamera arkası var. Bunca şatafatın altında kocaman bir photoshop yatıyor sanki. O kadar adam hiç üşenmemiş kuaförlük sanatının en kral üçkâğıtçılıklarını bulmuşlar. Üstelik her an ne fikir üretecekleri belli bile değil. Ummadık anda birinin bir köşeye sinmiş halde çılgın bilim adamı gibi kimyasalları birbirine karıştırıp yeni işler peşinde olduğunu defalarca görmek mümkün.  Onlar zekâlarıyla övünüp sonuçlar karşısında birbirlerine göz kırparken, müşteriler kobay olduğunu asla öğrenemeyecek! Gizli röfle nedir? Deli patronun buluşu olduğuna şaşırmadım. adı üstünde gizli röfle bir şey beklemeyin yani. Göz boyamak için de haftanın bir gününü, daha önce gelip tonlarca para bayılan müşterilere ücretsiz saç bakım günü olarak ilan etmiş. Kadınlara da indirim yokken indirim var desen, ne görürseler kapıp kaçıyorlar. O bile bildiğimiz bakımlardan değil tabii.  

 Kavgacıyla yediğim en son ki öğlen yemeğinden sonra Patron anlamsız triplere girip beni gördüğü yerde kafasını çevirince dükkanda bir kaç gün rahat ettim.  Birde sabahtan akşama kadar elinde sinek ilaçlarıyla dolaşıp olur olmaz yerde tezgah altlarına doğru koşuşturup kalorifer böceklerini öldürmeye kafayı takmış durumdaydı. Yıllar yılı olmuş ki denediği bütün yöntemlere rağmen kökünü bir türlü kurutamamış bu böceklerin. Onca müşterinin önünde pıst pıstt yapmasını geçtim, yıkama setinin hortumunu çıkartarak dükkanı olmadık zamanlarda yıkamaya çalışmasına ne demeli! Hiç unutmam bir gün; koyu kahveye boyadığı kadının saçını yıkarken tutturmuş bunu birde kırmızıya boyayalım. Kadın istemem diye kıyameti kopartıyor haliyle, sonunda 3 tüp kırmızı boya sıktığı kâseyi tutuşturdu elime, sür dedi. Saçı yıkamasam mı, boyasam mı diye takıldım kaldım o noktada tabii. Baktı bi boku beceremiyorum, aldı tekrar elimden hazırladığı kabı olduğu gibi boca etti kadının kafasına. Bir güzel yağladı önce sonrada geçti karşıma, tutmadan hemen yıka o saçı dedi.
  O zaman niye döktün? 
  O boyalar pahalı boya, ziyan olmasın diye kullandım, demesiyle de neye uğradığımı şaşırdım!

Sonrasında tam bu nokta da adamın her Tılsım diye bağırışında "onu değil beni çağır, o yok ben varım, buyur abi hemen de geldim" diyerek, Bidon mühendisi Mamut planın bir parçası olarak girdi devreye. “Lan oğlum ben seni değil onu çağırıyorum! Sana ne oluyor, sen benim asistanım mısın?” diyerek terlese de Mamut yapıştı yakasına, “abimmm onu değil beni al!” Sonra tamam dedi, ikiniz de gelin! 
  Bir süre ikimiz de gittik artık lafta asistanlığını yapmaya, o arada buda müşterilere kendi reklamını yapmakla kalmıyor bizi de pazarlıyor sanki kadınlarda hayran hayran dinliyor. Ardından saçı altı parçaya ayırarak, iki bana bir diğer iki tutamı da Mamut’a saatlerce tutturarak ensede kalan iki parçayı lafta keserek yeni bir model vermeye çalışıyor. sözde kesilen saçlar yere bile düşmediğini söylememe gerek yok sanıyorum.

 Sanırım bir buçuk saat sonra yani bizim iflahımız kuruduğunda kesimi bitirerek fırça görünümlü tel tarak yardımıyla “sulu saça fön çekme” işlemine geçip sabır zorlamaya devam ediyor. Biride çıkıp ne yapıyorsun demiyor ya en çok o içime oturuyor, lafta işin uzmanı olunca yeni bi buluş olma ihtimalini düşünüyorlar.

 Sonunda Mamut ne kadar isteksiz de olsa, maçı benim için kazandı. Mükafatı da patronun müşterilerden zorla topladığı paralarla ikisi için aldığı aynı model tişörtler oldu. Siyam ikizleri gibi çokta güzel oldular. Bir hafta boyunca onların halleri herkesin ağzında espri olurken Tilki’nin en iyi taklitleri arasına da girdi. Bazen sabahın erken saatlerinde “Mamut arabayı getir, ablanı yansıtacağız” diye tiz bir sesle yaptığı taklite karşılık, dalgınlıkla boya arabasını kaptığı gibi salona koşuyor. Sonunda gülüşmeleri duyunca, yapmayın şunu biliyorsunuz zaten psikolojim bozuk diye sinirlenerek bidonuna dönüyor.

Devamı>>

-Anılarım Bombos yayınından^^

12.05.2017

Hastahane Maceramız


 Böyle bir yazı hazırlayabilir miyim hiç düşünmemiştim ama hali hazırda Bebek Çantamda ne var? yazısında hastahane konusundan bahsedince hastahane de neler olduğunu tüm gelişmeleri aktarmak istedim. Bahsettiğim rahatsızlık yüzünden belki de son kez rutin kontrollerden birine gittiğimizi düşünerek çıktık yola. Her zamanki gibi Antalya araştırma hastanesinin önünde inip içeri girdiğimizde bambaşka bir dünya karşıladı bizi. Sanki yanlış yere gelmiştik, bu yüzden epey bir dolaştık. istediğimiz bölümü bulunca da burası geldiğimiz yer değil diyerek çıktık geri dışarı. komik ama tam bu noktada ben kaseti başa almıs oldum ve tekrar çocuk kardioloji aramaya başladım. Sonuç yine aynı yere ulaşınca öğrendim ki hastahane yeniden yapılmış. En son ki rutin kontrolün üzerinden tam 6 ay geçmişti. Eski bina yeni bina diye birşey anlatıyordu kadınlar. Haliyle bende direk doktorumuza ulaşmaya çalıştım. EKG çekilmeden kalp ultrasonuna bakılmadığı için önce oraya uğradım.
Randevu saatini kaçırmış olsam da küçük bir aksaklık yüzünden bu durumu önemseyen olmadı. Kısa bir süre bekledikten sonra Çağrı yine yaptı Çağrı'lığını ve beyaz önlüklüleri görür görmez avaz avaz bağırmaya başladı. Hiç bir şey yapılamadan odadan çıkmak zorunda kaldım. Sakinleşmesini bekleyecektik ama asla sakinleşecek gibi değildi. Biliyorum ki o hastaneden çıkmadığımız sürece de susmayacak kadar inatçı. Hemen doktorumuz koştu geldi, o durumda bakmaya çalışıp başarılı olamayınca sakinleştirmeye çalıştı yine olmadı. Uyur mu diye sorduğunda, tabii ki  "Hayır" dedim. uykusuzluktan ölse asla inadından vazgeçmediğini biliyorum. hiç bir zaman uykusu gelince yıkılan bir bebek olmadı. Geriye tek bir çare kalmıştı, uyku ilacıyla uyutmak. Şaşırdım, nasıl olur bilemedim hatta vazgeçip dönmeyi bile düşündüm. Ancak bu kontrol yapılmak zorundaydı ve başka zamanda olsa Çağrı bizi uğraştıracaktı. Mecbur kabul ettik, kilo miktarını öğrenip ilacı hazırladılar. Tabii onu bile vermeleri büyük bir mücadele ile gerçekleşmiş oldu. Koridora çıkar çıkmaz kucağımda bayılıp kalması hepimizi şaşırttı. Sanırım Çağrı'yı daha önce hiç öyle sakin görmediğimiz için hepimizin ısırası geldi :D anında kontrolleri yapıldı ve giydirmek için alt değişim odasına gittiğimde doktor uyanmadan gitmememi söyledi. tabii Çağrı üstünü giydirirken uyanmıştı bile. Yine de doktorumuz tatmin olmadı için başında durdu ve bekledi. Bebeklere verilen en düşük doz olmasına rağmen uyku ilacı o kadar tehlikeliymiş ki, uyanmazsa diye de korkuyorlarmış doktorlar. Tamamen emin olunca da 1 sene sonra yeniden görüşmek üzere oradan ayrıldık. Kalp ultrasonumuz çok şükür kusursuz çıktı. 
Oradan ayrılınca da aile dostumuzun yanına uğradık, sağ olsun evin küçük oğlu Çağrı'nın harika resimlerini çekti. Kendisi tüm dünyayı gezip Istock fotoğrafları çekiyor. Harika bir doğa fotoğrafçısı. >>> İsmail Çiydem 
 Gün kötü başlamış olsa da Çağrı'nın sanırım en çok eğlendiği top oynayarak mutlu olduğu  harika bir gün olarak bitti. :)  fotoğraf çalışmaları bitmediği için sadece bir tanesini sizinle paylaşabilmiş olsam da, devamı geldikce eklemeye çalışıcam. Okuduğunuz için tesekkürler _^^
Edit>>

7.05.2017

Milyonlarım olsa severdin


Söylemeden edemedim, 
Milyonlarım olsa çok severdin beni.
 Agzımla kuş tuttum yaranamadım. 
Neydi istediğin, 
Neydi de aşk diye bana yutturduğun mücadelenin sonunu koskoca bir boşluk bırakarak bitirdin. Hayal ettigin ben değildim belki, 
Ama hep seninle senindim.
 Sorgusuz sualsiz tüm düşüncesizligine rağmen sabırla sevdim seni. 
Ben senin için kendimden vazgeçerek sen olmuşken,
 Sen beni senden bir parça bırakarak yok ettin. Senin için ne yapsam boş biliyordum, 
Ancak şunu da biliyordum ki, 
 Milyonlarım olsa hayatindaki her şeyden önce tutar yalancı bir sevdanın içine hapis ederdin beni. Dürüstlüğün için minnettarım, 
İyiki gittin, iyi ki hiç sevmemişsin beni.
 İçine dert olsun diye demiyorum, 
Sadece hala fakirim de... 
Bilmeni istedim.
 Bil ki rahat bırakmaya devam et beni.

Firik.



Kosmos Film

  Reha Erdem filmleri denince  akla ilk gelen durgun sessiz sakin geçen bir o kadar düşündüren insan zihni zorlayan filmler geliyor. Hayat var - Jin- Kosmos ilk aklıma gelenler ancak Sermet Yeşil ve Türkü Turan'ın oyunculuğu sayesinde en severek izlediğim Kosmos olmuştu.

Bir sahnesi vardı hiç unutmadığım;
-güzeller güzeli; yüreğim şimdi bak, parmaklarımdan damlayacak. şimdi bak, içimin oynaması benden rüzgar çıkaracak. sen, sen, senin adın var mı?
– adım, Neptün olsun.
– senin adın Neptün olsun, benim de Kosmos. sol elin başımın altında olsun, sağ da beni kucaklasın..

Olay Kars' ta zaman kavramı olmayan bir kasaba da geçiyor. Değişik sesler çıkartarak aşık olduğu Neptün'le haberleşebilen Kosmos'un kaçarak geldiği kasabaya nereden ve ne için geldiğin belli değildir. İnsanlara yardım eder, hırsızlık yaparak da geçinmektedir.

  Peki neden çalışmıyor bu Kosmos?
''ben çalışmaya çoktan yüz çevirdim. yüreğim verdiğim emeğin karşılığı bir şey ummasın diye yüz çevirdim. çünkü bütün emeğinden ve emek çeken yüreğinin çabalamasından insana ne fayda var, bulamadım. çünkü o zaman insanın günleri hep dert, emeği keder oluyor; geceleri bile yüreği rahat etmiyor. ''  sözleri çok güzeldi. tabii ki çalışmayın çalın çırpın demiyor ama bana göre çalışmanın insana verdiği ruhsal yorgunluğu çok güzel açıklamış.


___Herkesin başına her şey aynı şekilde geliyor: İyiyle kötünün, cömertle cömert olmayanın başına gelen şey aynı. İyi adam nasılsa suç işleyen de öyle. Yemin eden ile yeminden korkan aynı birbiri gibi. Hayatta her şeyde bela şu ki herkesin başına gelen şey aynı. Hem de insanoğlunun yüreği kötülükle dolu ve ömürlerinin devamınca yüreklerinde delilik var. Ve sonra ölülere katılıyorlar. Çünkü bütün yaşayanlarla beraber olan için ümit var. Çünkü sağ köpek ölü aslandan iyi. Çünkü yaşayanlar biliyorlar ki ölecekler. Fakat ölüler bir şey bilmez. Ve artık onlar için bir ödül yok. Çünkü onların anılması unutulmuş.

5.05.2017

Deli Kuaförün Asistanı

 Önünden her geçtiğimde içeriden gelen müzik sesine takılıp kaldığım, burada çalışmak eğlenceli olmalı diye düşündüğüm kuaförün önüne geldim. Adres bu, Allahtan başka bir şey istesem olacakmış demek ki. Gerçekten çılgın bi ortama benziyor. İçerisi yine kalabalık, büyük ve gösterişli görünüyordu. Yanında konuşanın sesini algılayamayacak kadar da gürültülü. İçeri girer girmez kapının hemen yanında bacak bacak üstüne atarak oturmuş gazete okuyan bi adam karşılaştım. Gizemli bir hava vermeye çalışırcasına başını okuduğu gazeteden kaldırıp ciddiyetle bana baktı ve bende seni bekliyordum dedi. Yeni Patron! Anlamadım ? Hemen itaat edercesine gösterdigi yere tam karşısına oturdum.
  Salonumuz buraların en büyüğü, ekipte otuza yakın adam var, diye başladı anlatmaya. Falan filan ünlülerin kuaförleriymiş, İstanbul’da gerektiğinde kanallara gidiyorlarmış. Ivır zıvır konular, bunlar benim dikkatimi çekmediğinden, sormadığım halde anlatıldığında ise ayrı bi gıcık oluyorum. Sanki CIA giriş, adamlar holding işlettiklerini zannediyorlar herhalde. Alt tarafı kuaför, kıl kesiyorsun. Her türlü pisliğe alıştığından, yemeğinde kıl çıksa normal geliyor. Zahmet edipte tiksinmiyorsun bile. Neyse kim uydurduysa, benim çok yetenekli olduğumu duyduğunu, birlikte çalışmak için can attığını söyledi durdu.   Kendine özel buluşları varmış birde, bu konuda egitecekmiş beni. Öyle bir anlatışı var ki, dişçi semineri gibi yanında bi örnek protez diş eksik.. Derken, masa başına geçtik, kendi profesyonel malzemelerini gösterdi.. Sonunda babamın numarasını istedi. Heh dedim, yine minyonluğum konuşacak velimi istiyor. Babana seni ne kadar önemli bir konuma getirmek istediğimi anlatmak istiyorum diyincede sevindim. Böylelikle işten kovuldugumu babama söylemek zorunda kalmayabilirdim.. Ben numarayı yazarken, salonun sonunda oda olduğunu düşündüğüm bi kapıdan orta boylarda, orta yaşlarda sıska bi adam çıktı. Kavgacı’nın kız geldi mi? diye sordu. Öncesinde yanımıza dikilip, patronun her anlattığına çaktırmadan gülen zürafa gibi uzun, yakışıklı çocuk beni işaret ederek burada dedi. “İyi geldiyse problem yok” diyerek aynı yere geri dönüp, kapıyı kapattı. Arkasından patron uzun oğlana dönerek bir şeyler söyledi, Ortada komik bi durum yok ama çocuk tamam abi diye onaylayarak kıs kıs gülünce önce etrafa sonra kendime bakıp açıkta bir şeyler arar oldum... Herkesin gözü üzerimde sanki! olur ya  hani Kavgacı göndermiş, beğenmediler de bu mu Kavgacı’nın ki diye mi gülüyor acaba diye düşünmedimde degil hani...

Ertesi gün:

 Kavgacı  babam gibi sabahın köründe hiç oyalanmadan götürdü beni yeni başlayacağım kuaföre. Tamam işi ayarladın, gönderdin beni görüştüm daha ne geliyorsun ki benim velim gibi dimi.??
Sabah fönüne gelen bankacıların fönünü uzun oğlan yapıyormuş. Bu yüzden de cami hocasından önce uyanıp, dükkanı açıyormuş.  Gelir gelmez kapının önünde karşıladı bizi, Kavgacı da ben daha motordan iner inmez gir sen içeri dedi.  Kıvırcık saçlı hafif kilolu bi çocuk beni karşılayarak, “boş ver sen onları karıştır ortalığı da malzeme gerektiğinde zorluk çekme” dedi. Haklısın desem de, ne olup bittiğini anlamak için tekrar Kavgacı’ya dogru döndüm. Ara, ara gülmelerine rağmen ciddi, ciddi bir şeyler anlatıyordu...

 Ardından kasayı görünce patronun söylediklerini hatırladım. Makasları temizle... gelir gelmez kasada ne işim var sa artık diye düşündüğümden hemen kıvırcık çocuga anlattım durumu.. “Aman yaa salla gitsin” dedi. Anlamadım?

 O sırada Kavgacı'nın arkamda dikilmiş dikkatle bizi dinlediğini farkettim, yüzüme bakıp gülümsedi ve alnıma dökülen saçları eliyle geriye doğru iterek kulagıma“bir durum olursa anında haber ver. Devamlı geleceğim yanına, merak etme” dedi...
 Sen o kadar sapın arasında bırak beni sonra bi durum olursa de. Toplum içinde de o kadar ciddi ki, karşısındakini oracıkta kesecek gibi hali var. Korkmuyor musun sen bundan diye soranlar bile oldu. Başbaşa kaldığımızda pandoş kedi gibi boynunun altını okşayayım diye sürtünüp duruyor desem inanmazlardı herhalde...
Ne yapacağımı bilemez halde dikilirken,  Uzun karşımda dikilerek tek kelime etmeden yüzüme bakıp güldü “dünden beri ne güldüm be!” diyince,  heh işte bende onu diyordum, ne bakıp bakıp gülüyorsun sen?dedim.

“Haa öyle desene, senin hiç bir şeyden haberin yok tabii. Manyak senin bu sevgilin, bırakılır mı senin gibi kız o adamın eline. Bir aya kalmaz tırlatırsın, yazık valla. Benden sana tavsiye, birazdan ustalar gelir, seç beğen birine yanaş. Yoksa işin çok zor demedi deme... neyse anlarsın zamanla. Burada en  normali bile şuursuz nasılsa.  Bende pek düzgün sayılmam da... "

 Kasaya geçip, evrak dolabını açmamla bağırmam bir oldu. “Ayh burası kocaman böceklerle dolu!”
 "Patron sana söyledi.... İlk günden kıza anlattığı şeye bak diye karşısında gülmemek için zor tuttum kendimi. "
Ama ben şaka yapıyor zannediyordum. Manyak mı bu adam!
“Dün surat ifaden çok komikti yaa, inşallah her dediğini ciddiye almamışsındır. Hahahhh Çekil oradan çekil.”
“Sende gülüp durma be! Birde pişkin, pişkin gülerek gördüğün her böceğin kafasına bir tane indir diyince esprili birisi zannettim” diye söylendim. (Gülünce gözleri çekik çekik olup ufaldığından mıdır nedir aslında çok tatlı gülüyor. Hep gülse olur yani!)
“Aman gözünü seveyim öldürme! Vurunca çoğalıyorlar.”
“Ne öldürmesi, yapamam ben” dedim tiksinerek.
“Tamam, sakin ol. Bırak orayı yanımdan ayrılma" dedi.

 Patronun densizliğinden gerçekten de, birkaç gün içinde sıkılıp, dükkanın genişliğinden istifade ederek üstkatta uyumaya başladım. Uzun dışında hiç gelmediğimi düşünenler beni gün içerde birkaç kez görse bile nasılsa Kavgacı’nın yanından yeni geldiğimi sanıp, nereden geldiğimi sorma gereği duymuyorlardı. Patron için durum tamamen farklı. Adam beni çekmecelerin içerisinde bile arar oldu. Dükkanda olduğuma emin olduğu anda müşterilerin en yoğun olduğu saate yanına çağirıp saçlarımla oynayarak kimseye çaktirmadan kulagımı çekip " en sevdiğim elemanım çok güzel işler başarıyoruz birlikte diye beni herkese taktim edip, birde üzerine ne kadar güzel oldugumdan bahsederek, etrafa gülücükler ve maşalkahlar saçıp defol diyordu.
 Yakın arkadaşlarına karşı arkamdan konuştuklarını iste çok net duyabiliyordum. ”Geçenlerde asistan aldım oda gerizekalı çıktı. Ortalıkta yok.” işin ucunda Kavgacı'yı görememe riski olmasa bir dakika  bile durmayacagımı söylememe gerek yok herhalde. 

Bi sabah ki karşılama törenleri yüzünden en son hızını alamayıp yaka paça beni tuttu. “Kızım, yavrum sabahları beni karşılamaya hiç gelmiyorsun. Bakıyorum yoksun. Gel bakim sen, seni karşımda görmek istiyorum.” diyerek götürdü beni. Kapının yanına istediği açıda beni  dikerek karşıma oturdu. İtlik olsun diye, orda öylece beni izledi! “Tılsım, yavrum azcık sola kay bakayım. Yok, yok hafif sağa kır. Cık olmadı. En iyisi iki koltuk arasında tam ortalı dur.” Bununla da yetinmeyip, o sırada yıkama setlerini temizleyen kıvırcık çocuğu apar topar çağırıp yanıma dikti. “He tamam, gayet güzel oldu böyle. Siz ikiniz bundan sonra orada durun” Hayda! Birde göz kırpıyor ki, tamamen insanları kışkırtmak için doğmuş gibi. Çocuk, lanet pislik herif diye söylenmeye başladı. İki hafta oldu geleli oynatmak üzereyim,  yeter artık ben gidiyorum diyince, Hemen kolundan tutup geriye doğru iterek dur dedim. Beni burada bırakıp gidemezsin! ...

Neyse ki günlerdir göremediğim, yüzüne hasretlik yarim benim bilincimin yerinde olup olmadığını görmeye gelmişti.

“Beni buraya bırakıp gittin! Lafta her gün gelecektin? . Ruh sağlığım tehlikede. Birlikte çalışacağımız yeni bir yer bulmalıyız.”

Kavgacı Uzun’a doğru sorgulayan gözlerle bakınca; “düşündüğün gibi değil, yeni birisi gelince ona sarıp Tılsım’ı unutması lazımdı olmadı. Dengesiz herif, önemli bi müşterinin kızını işe almış birde!” dedi sinirle. Vakit geçirsin istemişmiş annesi, Dışardan bakınca eğlenceli tabii o burada ne öğrenecekse.. Bir hafta sonra bak sen, o kadında kızı da kapının önünden bile geçmeyecek...

Devamı Sonra....

Edit: Devamı

-Anılarım Bombos yayınından^^

3.05.2017

Bazıları şiir yazar bazıları da dayak...

 Fırtınalı bir günde yağmur altında kaldığımız gün beni evime motorla bıraktıktan sonra ceplerinde ne varsa elime boşaltıp gidince içten içe çok heyecanlanmıştım. Cüzdanını ve telefonunu evire çevire saatlerce karıştırabilirdim! Telefonunda değil bir kadının numarası tanıdığım birkaç erkek dışında kimsenin numarası da yoktu. Hadi lan dedim kesin başka hattı da var. Benimki bile daha kalabalık! Utandım sonra, hemen numaramı değiştirme kararı aldım. Ardından cüzdanına baktım, o kadar parayı görünce de bir an gerildim tabii. Aha dedim kesin bu beni deniyor. Hadi telefon ıslanmasın da... niye cüzdan? Sonrasında bende bi panik hemen cüzdanı dolaba sakladım. Bir şey falan olur çık işin içinden çıkabilirsen yanii... Birkaç güzel sözle benim ona yazdığım şiiri bulmuştum. Deli adam romantik olabilir miydi acaba?. Edebiyatla ilgili mi diye aklıma takıldı, sordum. Hayatımda okuduğum tek kitap "Cin Ali" dediğinde ise anında eline bir kitap tutuşturdum. Yazdığım şiire neden yorum yapmadığını o zaman anlamıştım.. 
  Alındığımı düşünüp çocuğun birine adıma şiir yazdırmış. Hem de post it üzerine! Bu ne şimdi? Diye sordum. Bu sayılmaz ki hem, sen yazmamışsın. “Olur mu hiç, bazıları şiir yazar bazıları da dayak atar. Benim anlayışımda bu işte. Sonuçta bende bi emek verdim. Kafasına vurmasam yazar mıydı?” dedi.

1.05.2017

Bebek Çantamda ne var? Hastahane Konusu

 Merhaba, 2 Mayıs  hastahane günümüz ve Çağrı'nın çantasını hazırlarken neden bende  bebek çantamda ne var konusu yazmıyorum ki diye düşündüm. Gün boyu bebeğiyle dışarıda geçirecek olan annelerin ne olur ne olmaz diye yanlarında bana göre koca bir çuval çanta taşımalarına nispeten Madamecoco dan seyahate gidersem diye aldığım kozmetik bakım çantasına "dışarıda geçireceğimiz tüm gün için" neler sıgdırmışım?


  -Öncelik tabii ki muayene için daha önce yapılan muayenelerin raporları, olmazsa olmaz. Sürekli kontrol olduğundan doktorumuz bunları takip etmek zorunda. 
 Çağrı'nın hastalığından daha önce hiç bahsetmemiştim çünkü babasının ilgisizliğinden dolayı bunu bir şekilde başkaları tarafından duymasını istemiyordum. Bence hala onun hakkında bir şeyler görüp duymaya hakkı yok. Çünkü biliyordum ki isteseydi zaten olurdu ama çocukla ilgili birtakım şeyler söz konusu olduğunda acındırmaya çalıştığımı ona zoraki olarak bir şeyler yaptırmaya çalışıyormuşum gibi gözünde bir etki olsun istemediğimden gizli tutmaya çalışmıştım. Boşanma süreci uzadığından kendisi hala maalesef (budurumdabile!) ondan vazgeçemediğimi düşünecek kadar egoist :) Neyse... Tedavi süresi ancak tamamlandıktan sonra bunu bir defa instagram da dile getirmiştim. Bir süredir  de kalbindeki delik için rutin kontrollere gidiyoruz. Hastalığa gelince; her bebek kalbinde üfürümle doğuyor ama biz bile Çağrı'nın doğmadan öncede kalp atış sesini farklı bulmuştuk. Doğduğu günün ertesi sabahı çocuk doktoru bu farkı görüp bizi Araştırma Hastanesine yönlendirdi. Bir buçuk saatlik bir incelemeden sonra uzun uzun odada anlattılar. Ve doktor her söyledigini bana iki üç kez tekrarlattığını hatırlıyorum. Tek bir hap yazmıştı Dörtte birini 2 ml sıcak suda ıslatıp 1 ml şiringayla içirecektim. Tedbir amaçlıymış, aydan aya ilacın miktarı arttı sonrada bıraktılar. Asıl ilaç zaten anne sütüymüş :) Kilo alan çocuklar bu aşamada iyileşiyor alamayanlarsa hiç bir gelişme gösteremediği için maleseff ameliyat olmak zorunda kalıyor. Küçücük bebeğin ameliyat olma düşüncesi bile yetiyor insana. Biz inandık tabii, her hık dediginde bile biberonla sütü ağzına dayadık. Uykusuzluktan olur olmaz yerlere yığılıp kaldığım gecelere çok şükür değdi. 

  - 7 aya kadar verdiğim anne sütünü, 9 aya kadar Aptamil 1 numara toz devam sütüyle destekledim. Sonrasında işte ondan da sıkılıp Aptamil'in normal süt formuna döndüm. Bu süreye kadar hala ne hazır mama, bisküvi nede normal inek sütü filan vermedim. Vejetaryen olabilirim ama buna karışamam, annem hazırladığı çorbalara kemik suyu vermeyi tercih ediyor. :)) Öğünler dışında da her zaman biz ne yersek kalvatıya akşam yemeğine vs her masaya oturup bize eşlik ediyor. Tabii Çağrı'ya yemek yedirmek ne kadar zor olsa da eline verdiğimiz köfteleri meyveleri sabırla didiklemesini seyrediyoruz. Oyalanması içinde genelde mısır çubuk kraker veriyorum. en çokta bunları seviyor zaten, Allahdan tatlı sevmiyor da, sevse de vermezdim :) 
Acil durumlar için çubuk kraker ve tek kullanımlık 200 ml devam sütleri şart. Birde biberon ve yedek su. Kullandığım suyu elime alıyorum , biberonda genelde dolu olarak çantamda duruyor. 
Her ihtimale karşılık 4-5 adet yedek bez ve bir adet yedek zıbın bulunduruyorum. En ihtiyaçlardan biri de zıbın bence, bez sızıntı yaptıysa o zıbın değiştirilmek zorunda ertelenemez. Ve tabii yedek kıyafet çorap. işkence olmasın diye Çağrıya şimdiye kadar hiç kot ve benzeri pantolonlar giydirmedim. HM marka bu pantolon o kadar hafif ince ve yumuşak ki eşortman altı gibi, o nedenle ilk kez giydiriyorum. :) Tommy yakalı tişörtüde ilk kez sırf bu pantolona yakışır düşüncesiyle aldım. Islak mendil taşıma tercihim ise her zaman cep boylardan yana, ama yol uzun ve arabayla gidiliyorsa haliyle büyük bir pakette arabada bulundurmak zorundayım çünkü herkes dönüp dönüp ıslak mendil isteyecektir. 
  Son olarak oyuncak, herkes için büyük bir kurtarıcı olabilir ancak Kova burcu olan Çağrı sürekli yeni şeyler keşfetmeyi sevdiği için farklı ortamlarda devamlı etrafı incelediğinden oyuncaklar onu etkilemiyor. En sevdiği yumoş ayısı, arabalar ve Minyonları izlemek. Başlarda çıngırak ve diş kaşıyıcılarını götürsem de sürekli atıp farklı şeylere yöneldiği için pes etmiştim. Bu defalık araba götürmeye karar verdim belki olur.  

Kendime Not: Battaniyesini unutma. :)

Marilyn Monroe kullandıgı makyaj malzemeleri

kullandığı makyaj ürünleri  Baştan pudra koyu kahve (kaş'göz) kalemi ve eyeliner. Altındaki ise rimel miş. Meşhur kırmızı ruju haricinde olanlar ise Erno Lazlo markasına ait, fondoten pudra ve allık

Marilyn Monroe gibi dünyaca ünlü bir yıldızın bile kullandığı kozmetik ürünleri bu kadar az ve özken bizlerin yüzlerce kozmetik ürünü alması neden? O zamanlar bu kadar kozmetik mi vardı? Dediginizi duyar gibiyim :) asıl mesele kendinize yakışanı doğru olanı bulabilmekte. Markası fiyatı hiç önemli değil, "işte budur" degimiz her ürün aslında bizim temel kurtarıcımız. Örnegin son yıllarda üretilen konturleme işlemi için ürün sayısı oldukça fazlayken, Norma jeane gibi zarif bir kadının  makyözü Whitey Snyder allıkla elmacık kemiklerinin altına ve burun kenarlarına kontur işlemini yaptıktan sonra elmacık kemiklerinin üzerini vazelin yardımıyla aydınlatıyormuş. Hatta vazelini makyaj bazı olarak ve ıslak görünüm vermek için farlarda da kullanılıyormuş. Dahası daha dolgun görünüm için dudaklarına ombre yaptıgını. Ayrıca göz makyajı için siyah kahve beyaz ve kırmızı göz kalemi kullanıyormuş. 

30.04.2017

Oje rafı



 Merhaba,  çok merak ettiğiniz oje rafını "almadım yapmadım" anlaşmalı olduğum bi marangoza iki adet olmak üzere ikisini 2015'de 100 TL'ye dükkan için yaptırmıştım. Ölçülerini direkt olarak yazıyorum, ilgilenenler herhangi bir marangoza bildirdiğiniz taktirde kolaylıkla yapabilirsiniz :) Kullandığım temel renkler dışındaki tüm ojelerimi Çağrı doğmadan önce elimden çıkartmıştım, sanırım 150 kadar oje toplayabiliyordu bu raf, ayrıca normal kozmetik ürünleriniz içinde bu rafı kullanmanız mümkün, ben artık hiç biri için kullanmıyorum. Dolabımın yan tarafında monteli boş bir şekilde duruyor. 12 adet mini çerçeve ile kızımla resimlerimizi koymayı planlıyorum. Şuan için aklımda daha iyi bir fikir yok, görüşlerinize  açığım. ^^

Boy 60
En 60
Derinlik 5
Raf aralığı 10
En alt raf derinlik 10

26.04.2017

Apartman Sohbetleri^^ Challenge

 Youtube da Apartman Sohbetleri kanalından yola çıkarak İlham kedisi'nin  sunduğu Meydan okuma hareketine hemen katılmak istedim. Çünkü bir süre önce bu videoları bi 90'lı olarak büyük ilgiyle izlemiştim. Böyle bir konuya değinerek bizleri mutlu ettiği için İlker Gümüşoluk ve ilham kedisine ayrıca teşekkürler ^^
 Bu yazıya nasıl katılacağınızı öğrenmek için ilham Kedisi'nin  Günlügü adlı bloga tıklamayı unutmayın, Tüm sorular bu postta. Ayrıca her güne bir soru cevap olarak dilediğiniz gibi katılmanız mümkün. Ben cevaplarımı biraz kısa tuttuğum için tek bir başlıkta topladım.
1. Nasıl bir apartmanda büyüdün?
 İlk olarak belirteyim 91 doğumluyum, buna rağmen maleseff tam olarak bi apartmanda büyüdüğüm söylenemez, 6 yasından sonrası var aklımda İstanbul- Yenibosna da bi mahalleye taşındık benle yaşıt iki kız arkadaşım olduğu için mutluydum. Zeynep ve Merve ikisi aynı sınıfa düştü, bense ayrı. Onlar birlikte ödev yaparken ben yine bir başıma. Annem pek sokağa salmazdı da zaten, gelirseler oynardık biraz. Yaklaşık iki sene sonra sanırım, deprem olacak demişlerdi sokakta herkes bunu tartışıyordu. Günü bile belliymiş ama kimse inanmıyordu. Ne oldugunu bilmedigim seye ben inandım, araştırdım hemen deprem nasıl bir şey diye. Sorduklarım toprak kayması dedi, yine anlamadım. O gün geldi deprem olmadı, bu kez hani olacaktı dediklerinde, olacak bence dediğimi hatırlıyorum. Ertesi gece büyük Gölcük depremi oldu. Zarar görmedik ama çocuk aklımla ne olduğunu anlamazken anladığım en iyi şey felaket anında tüm insanların bir anda birbirine kenetlenip dost olduğu olmuştu. Herkes bi alanda ayni yerde dip dibe yatıp kalkıp ayni ekmeği paylaşıyorlardı. Bu durum aylar sürdü ve ben hiç eve çıkmak istememiştim. Hep o şekilde o mahallede yaşamak ne güzel olurdu. Herşey sakinleştiğinde babam çoktan iflas etmiş, dokuz yaşında ve çocuklugumu okulumu her şeyimi orada bırakmanın üzüntüsüyle Antalya'ya geldim. Side de site içinde bi eve taşındık sonrası sabah sekiz akşam sekiz havuz başı. Yabancı insanlar dil sorunu yüzünden yine kuramadığım arkadaşlıklarla geçen bi çocukluğum oldu.
2.Çocukluk eğlencen neydi?
 Havuz parti. Şaka yahuu, tasooo biriktirmek! O zamanki cipslerde bi farkli lezzetliydi sanki. Tetris, nintendo! Sanal bebekler, öldü diye gömdüğümü hatırlıyorum.
3.Yedi yaş pantolonunu bulsak cebinden ne çıkardı?
 Muhtemelen çıksa çıksa kalem, kokulu silgi veya toka çıkardı. Yada en basitinden bir kokulu kağıt.
4.Çocukluk kahramanın kimdir?
 Pinokyooo. Çok üzülüyordum ona. Üstelik okuduğum ilk kitap.
5.Gereksiz bir yeteneğin var mı?
 Çok mimikliyim, sürekli kaşımı gözümü şekilden şekle sokuyorum. Hiç estetik değil. Bence bu yetenek de değil, yeteneğin gereksizi olduğunu düşünmüyorum.
6.Hastası olduğun bakkal ürünü hangisi?
 Bir bayan olarak, lip balm, kalem silgi görünümleriyle ister istemez "push pop" şekerlere bayılıyordum. Oturduğumuz site ve çevresinde market olmadığı için her gün sırf bunu alabilmek için otel marketlerine gittiğimi hatırlıyorum. Ondan önce içerisinden sadece ağızda dağılan dandik şekerli bi sakız çıkan tuzluk ve plastik kutu şeklinde çantaları hatırlayan var mı? Bir leblebi tozu yada sigara paketi içersindeki "sigara sakızların" yerini tutmasa da en çok para harcadıklarım sanırım o tuzluklar. Üçgen kolonyaların  da hakkını yemeyeyim, keşke olsa da koklasak  :))
7.En saçma zevkin?
 Çocukluktan beri sürekli eşyaların yerini değiştiriyorum.
8.En büyük çılgınlığın?
 Geceleyin herkes uyurken evden kaçıp sevdiğim adamla sabahlamak..
9.Çocukken en çok korktuğun şey?
 ET! Komik gelebilir ama hayatımda hiç kırmızı ete dokunmadım bile. Bayramlarda halada odama kapanır hiç bir yere gitmek istemem. Et gördüğüm yerden anında kaçardım. Şimdiler daha bilinçli bir birey olarak sakin ve geride durabilsem de. Küçükken dolaptaki etler çıkıp yatağıma girecekler diye geceleri aklım çıkar uyuyamazdım.
10.En sevdiğin ve sevmediğin özelliğin?
 Hiç bir şeyden anlamaz sakin pasif görünsem de girdiğim her ortamda en ufak ayrıntıya kadar dikkat edip ortam ve insanlar üzerinde anında fikir sahibi olup gördüklerimi hiç bir zaman unutmamam, sevdiğim bir özellik olabilir, ancak bu yönden kişisel olarak sevdiklerim tarafından çokta zarar gördüğüm için sevmediğim bir özellik.
11.Karşı cins karşısında en çok utandığın an? 
 İlk öpücük olabilir, aslında tek ve isteyerek yakınlık kurabildiğim kişi (eski) eşim olduğu için tam olarak karşı cinsle alakalı utandığım bir an olduğunu hatırlamıyorum.
12.En maskulen/feminen yanın nedir?
 Taşındıktan sonra ta ki aşık olana kadar hep abimin kıyafetlerini giydim. Okulda erkeklerle futbol oynayıp formayla gezdim. Kavgalara karışıp bol bol erkek dövdüm. Nasıl dövdüm, nasıl o hale gelmiştim hiç bir zaman anlayamadım.  Tabii o erkeksi tarafım hala var. Hep böyle çıt kırıldım narin kibar hanımefendi elinden her iş gelmeyen bi kız olmak istemişimdir. Ama olmuyor birinin beceriksizliğini görsem sazan gibi atlıyorum olaya. 
13.Asla cesaret edemeyeceğin bir şey?
 Jumping, yükseklik korkum var o kadar net.
14.En sevdiğin fiziksel acı?
 Acı eşiğim yüksek, her şeyi hissetmiyorum :) Kaşıntı, hapşurma vs. olabilir mi? Hapşurmak müthiş rahatlatıyor beni.
15.Almış olduğun en saçma teklif?
-Bence biz seninle evlenelim.
-Tamam.
Bundan daha saçma bir evlilik teklifi olabilir mi? Heyecan sıfır, evet bile diyemiyorsun. Tamam, o kadar.
16.Kendini çok değerli hissettiğin bir an var mı?
 Yok.
17.Annenden ve babandan ne öğrendin?
 "Edep ahlak" insanları tanıdıkça bunun gerçekten ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyorum.
18.Hangisi daha olası; cadı, vampir, kurt adam? Ve tabii ki neden?
 Büyücü kadınlara (Witch) Cadı dendiğini biliyorum ama Vampir dicem :) 6 yaşındayken babamın kütüphanesinde vampirler üzerine araştırma yaptığımı hiç unutmam. Drakula Şatoda yaşayan kan içen sadistin tekiymiş, buradan yola çıkarak vampir efsanesini kolaylıkla günümüze kadar yansıtıyor. Sonrasında merakla okuduğum vampir serileri ve filmler bana "küçük vampir" lakabını getirmişti.
19.Manzarasız müthiş bir daire mi, manzaralı tek odalı bir daire mi?
 Manzarasız? Neye göre manzarasız tartışılır. Orman, dağ başı, dağın eteklerinde bir köy, şehir, metropol hepsinin kendine özgü bir manzarası yok mu zaten :) Sanırım sakin, ferah evimi  ne kadar çok sevsem de uzun bir süre gökdelenin tepesinde yaşamak isterdim ^^
20.Hayat sana ne öğretti?
 "İnsanların çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini."
Malesef sahip olduklarına şükreden, insanları oldugu gibi zengin fakir güzel çirkin ayırt etmeden kabul ederek yaşayan o kadar az insan var ki. Bu hırs sahip olduklarımızıda bizden götürüyor, buna rağmen kibirimizden gittimiz yolun yanlış oldugunu bile görmemek için direniyoruz.

23.04.2017

Cilt bakım rutunim - karma ' yağlı


İlk uygulama- 
Redist Sıkılaştırma etkili naneli kil maskesi: temizler aydınlık verir, gözenekleri sıkılaştırır,fazla yağı emer, akne ve sivilceleri giderir, yumuşaklık ve pürüzsüzlük sağlar. Dogru mu doğru. Ancak bunu kullanmak herkesin harcı olmayabilir. Buna naneli demişler ama bu baya mentol etkili! Cildi hassas olanlar kesinlikle kullanmasın o his dayanılabilir gibi değil çünkü. Bana da zor ancak alıştığımı söyleyebilirim. Madem başarılı ben bunu kullanırım diyorsanız alın, sonuçlarından pişman olacağınız bir ürün değil. Kuaförde kullanılan ürünlerden olmakla beraber sarı ambalajda arganlısı da var, bu maskeden sonra onu hiç deneme gereği bile duymadım. (not: çok daha farklı türleri de çıkmış) Türk malı 300 ml ve 10-20 TL arasında bir fiyata alabilirsiniz.,
Maskeden sonra-
Magicare soyulan maske: salatalık özleri içeren nemlendirme etkisine sahip oldugu ve hayvanlar üzerinde test edilmedigi belirtilmiş. Benim bu ürünle ilk tanışmam 2009 yılındaydı. Kuaför başladıgım ilk zamanlar cilt bakım odasında en yaygın olarak kullanılan bir üründü. Elmalısı benim en çok gözüme çarpan olsa da öyle belirgin bi aroma kokusu yok. O dönemlerde soyulan yüz maskeleri pek bilinmediginden müşteriler tarafından çokca sevilen bi işlem oldugunu hatırlıyorum. Seffaf uhu gibi birşey tüm yüze sürülerek 20-30 dk beklendikten sonra soyulup neler cıkmış diye iyice inceleniyor 😄 birde teş pahası bir ürün oldugunu zannederdik ki bunun, öyle zanbetirirlerdi. Sihri bozulmasin diye herhalde. Bu sayede epey yüklü paralar da kazandılar tabii. :) simdilerde epey meshur olan bu maskelerin siyahlarini kullanmak en mantiklisi olabilir. Boylece rahatlikla sonucu gözlerimizle görebiliriz. Ben bunu maskeden sonra yumuşayan cildime uygulamayi tercih ediyorum. Temiz ama yumuşamış ciltte daha iyi sonuç verir. Türk malı 200 ml yine 10-20 tl arası bir fiyata almanız mümkün.
Banyoda-
Garnier Saf & Temiz siyah nokta karşıtı arındırıcı peeling:  okaliptüs özü, çinko, salisilik asit yağlanma ve pürüzlere karşı gözenekleri arındırır demiş. eee yaniii. uygun fiyatlar arasında en bilindik Garnier peeling jellerinden biri. Çok sevdiğim bir ürün olmasa da işimi gören ürünlerden. Şimdi ye kadar aldığım kaçıncı ürün bilmiyorum uzun zamandır alıp kullandığım ürünlerden. çünkü çok fazla peeling alıp denemiş olmama rağmen sonunda hep vücuduma kullanarak bitirmek zorunda kaldım. yüzümde tahriş kızarıklığa hatta yaraya kadar götüren ürünler oldu. bunda daha öyle bir sorun yaşamadım. Sadece banyoda buharda yumuşamış cildime uyguluyorum böylece hem kolay uygulama hemde daha etkili sonuç veriyor. Diğer zamanlar ağır makyaj temizliği dışında lavaboda peeling uygulamayı sevmiyorum. Peeling önerilerinizi merakla bekliyorum :) 
Günlük temizlik ve makyajlarda-
Garnier Arındırıcı Temizleme Jeli: Yağlanma kontrol altında! demiş... gözle görülür şekilde matlaştırır gözenekleri sıkılaştırır. Yeşil Çaylı ve Moringa özleri. bayılıyorum yeşil çaylı ürünlere! verdiği o hafif ferah temizlik hissi süper. Memnun muyum? deliler gibi.. Garnierın gelmiş geçmiş en sevdiğim ürünü. Gördüğünüz gibi milyon tane cilt bakım ürünüm yok, gerekte yok. yatak altına onlarca çeşit cilt bakım ürünü depolayıp, memnun kalmayıp zorlana zorlana bitirmeye çalışıp döküp saçtığım ürünlerden sonra akıllanmış olmalıyım ki bitirip genelde aynı ürünlere yöneliyorum. Bu arada nemlendiricim yok, Önerin, lütfennn... Garnier yeni tüm ciltler için çıkan nem bombası nasıl, bana gider mi? kullananların yorumlarını bekliyorum. 

22.04.2017

"Hem Anne Hem Baba" Olmaya Çalışmak

  Hala iyi bi anne olabildiğimi düşünmüyorum, ne yapsam eksik giden bir şeyler var sanki. Nasıl söylenir bilmiyorum ama eksik olan her neyse bunu gerçekten kendi içimde görebiliyorum. Normal bir evliliğim olsa kızıma ilgi alakam daha mi farklı olurdu acaba?. Veya kızımın karakteri, davranış şekilleri. Eşimle birbirimize olan tavrımız  neticesinde mi şekillenirdi? Çocuğumuz için düşündüklerimiz, gelecek planları gibi şeyler belki... Hiç bir şeyle kıyaslama yapamıyorum çünkü bilmiyorum, ve bazen gerçekten tüm bunları merak etmiyor değilim. Sakin kendi halinde bir ailemi olurduk acaba. Yine her şeye rağmen böyle dağınık mı? Bilmiyorum... Çokta uzakmış gibi geliyor artık,  sizin böyle sıradan bulduğunuz şeyler. Zaten o sıradanlığı hayatımın hiç bir döneminde bulamadığım sadece yetiniyorum. Bakmakla.. Hani derler ya millet gider mersine biz gideriz tersine. Oradaki ters hep benim işte. Neyse ki doğru olan bir şey oldu hayatımda, kimsenin değiştirmeye gücünün yetmeyeceği bir şey.... Sevgi. Hangi boyutta, hangi koşul altında olursam olayım kızıma olan sevgim değişmezdi herhalde. Aşkı bile yüzlerce şekilde adlandırıp tarif edebilirim şuan da ama ona olan sevgimin bi tarifi yok. Canım pahasına seviyorum, desem mesela, çok hafif kaldı. Benim değilmiş gibi ama benim olan bir şeyden bahsetmek ne kadar da zormuş. Belki bunda da normal olmayanı yaşıyorumdur. Hislerim ne diyor "bir başıma sorumluluk altında olsam da rahatsız değilim" Yükümün maddi boyutunu taşıyanlar var elbet. Annem babam.. ama bende anneyim bunu biliyorum. Üstelik yalnız bir anne ... Ama o bunu bilmiyor ve beni korkutan tek şeyde bu galiba. Bunu bilsin istemiyorum. Hepsii buu... Yeter ki o hiç üzülmesin.

Messenger Halleder

  Bana göre alt tarafı okulu bıraktım. Aileme göre yaşamayı, hepsinin suratında hüzünlü bi sinir. Anlamıyorlar işte ben zora gelemiyorum! Bu benim hayatım kendi seçimim hiçbir şeyden de pişman değilim. Ama yok illa pişman ettirecekler, Burnumdan fitil, fitil getirsinler ki onlarda rahat edebilsin.

 Babam zaten buz hane, annemde de ayrı bir tavır, baş edilebilecek gibi değil. Sanki evin beslemesi benim. “Kalk şunu yap, hadi ne duruyorsun? Oturma kalk, bir işe yara! Sen zaten iyice rahatladın! Biz sana çok yüz verdik!” Anladım ki evden soğutacaklar ama yemezler! Hemen hallederim. Temizlikten mi korkacağım! Eskisine göre biraz fazla yaptırıyorlar sanki ama olsun diye kendimi teselli etmeye çalıştıkça bir yenisi ekleniyor.Yetmiyor yeni icatlar çıkarıyor sanki. Her gün bahçe baştan aşağı yıkanır mı ya! Elim sudan çıkmaz oldu bu genç yaşımda buruşup kaldım. Her iki dakikada bir “Tılsım! Tılsım! Kız sana diyorum duymuyor musun? Tılsım! Allahın cezası neredesin bak duymuyor gene! Sağır sultan duydu Tılsım!” ne var diye içten içe çemkirirken buluyorum kendimi, sonunda sakince "efendim" diyorum.

 Tabii bir tek bununla da sınırlı değil, babam adımı şerefsiz kız koymuş. Şerefsiz aşağı şerefsiz yukarı! Tamam, onada amenna ama sanki okula gitmek istermişim gibi devamlı “seni bir daha okula göndermeyeceğim” demesi yok mu? Fıttırıyorum!
Düşününce benim yaptığımı çocuğum yapsa ne yapardım? Azgını burnunu dağıtırdım herhalde. Benimkini dağıtmadıklarını kim söyledi, neyse o konulara girmeyelim.
  Gelelim ceza listesine:
1- Evlenene kadar evden dışarı çıkmak yok! Eee yuh yani! O nasıl bir ceza şeklidir arkadaş. Görücü usulü olacak desem, evin içinde imkânsız. Kim görecekte alacak beni? Evde kaldım dedikleri bu olsa gerek! İnsanın ailesi cahil
olsa yapmaz bunların yaptıklarını. Yazık vallahi yazık!
 2- İstanbul’a gidilecek ancak, bana yok! Bu güzel işte, Kafa dinlerim. Zaten ceza şeklide hep evde durmam yönünde. Yememi içmemi de kessinler bari de tam olsun. Bir aya kalmaz kurtulurlar benden.
  Birde benim listem:
1- hiçbir şey.
Bu kadarcık mı? Öyleyse, hiçbir şeyi kafana takma. Kendi bildiğinden şaşma! Atoma ne yap ne et ulaş çünkü onu seviyorsun!

 Önümde koskoca internet hayatı vardı artık, bu demektir ki hala yalnız sayılmam. Kurcalama bozarsın dedi diye abim o kadarda ugraşıp bozmaya çalıştım bir türlü bozulmadı. Şimdi bozulmadı diye neredeyse sevinçten ağlayacak durumdayım. 
Tabii bütün yapabildigim kızların isteği üzerine hayranı oldukları ünlülerin, alt tarafı 20 adet fotoğrafını indiriyordum cihaz donup kalıyordu. CD bile yazdıramayıp kızları günlerce beklettiğimi bilirim. O arada da devreye pek bilmiş abim giriyor, bi el atıyor işler daha çabuk ilerliyor. Birazda ben yapamıyorum yani. Sonra işte kıskançlığından mıdır nedir ben kullanamayayım diye son çare şifre bile koydu da, inadımdan başında sabahladım o şifreyi kırabilmek için. Kimin aklına gelirdi ki sevgilisinin doğum tarihini koyduğu. Benim aklıma gelmedi değil, ama bilemedim işte kendinden birkaç yaş büyük olduğunu.

  Sonraları interneti Chat amaçlı kullanan insanlar türedi. O nasıl bir zevktir ya! Hele ki o ilk dönemler çıkan eziş büzüş olan Chat programları yok mu, gece gündüz kendilerini oraya adamış halde ne olduğu belirsiz kişilerle konuşmalarına ne demeli? Resim yok kamera zaten yok! Milli piyango oynamak gibi, gecesini gündüzüne katıp birde buluşmaya gitmiyorlar mı, artık ne çıkarsa bahtıma. Benimse tek derdim web sayfalarına girip “Lan o butonu oraya nasıl kodular?” diye düşünmekti. Bu resim buraya nasıl konuldu? Hadi koydun nereden koydun? Siteleri dip bucak incelemekten, sapıtmaya başladım. Bildiğim, tanıdığım herkese soruyorum hiç cevap yok! Bir kişi dahi bu soruya cevap veremiyor. Aldığım en net cevap kendinden gayet emin bir şekilde “internet kendisi yapıyor onu” olmuştu. Adam olacak çocuk s*çtiginı boyarmış ya neyse, derin bir nefes alıp sağ solumu kütlettikten sonra sırf Atom için bir msn adresi açıp oturdum. O kadar da söyledim millete şu Atom’un mutlaka msn adresi vardır diye cevap veren olmadı. Bu işi de kendim halledeceğim diyerekten, kafadan ilk adresimi adı soyadı ve posta kodu şeklinde salladım.
Tam ikinci kez adres yazacaktım ki, anında online olduğunu fark ettim ve baktım, bingooo vallahi o! Heyecan yaptıktan sonra hemen sakinleşip, nasılsa beni görecek de yazacak diyerekten beklemeye başladım. Avcı gibi avımı izlemek üzere bilgisayarın önüne doğru eğildim, aynı noktaya hiç kıpırdamadan bakıyorum. Lan bir dakika, herkes adını yazar sağ sola ben direk “fool” yazmışım kendime. Harbiden aptalım ya diye düşünürken “sende kimsin?” diye mesaj düştü. Gizemli olsun diye “sence?” dedim.

Vallaha bilemedim, bilsem sormam genelde dedi. Akıllı çocuk! “Tılsım ben” diye yazarak, o dandik gülümsemeyi gönderdim.

Sen benle konuşur muydun ya? Diyince orada bana kal geldi. Ne demek istedi? Kim kimle konuşmamış? Ne olmuş ne bitmiş? Diye olayı algılamaya çalışırken, “sen konuşmuyorsun diye düşünmüştüm bende” dedim. “Benden rahatsız olan sensin, yiyecekmişim sanki seni hep kaçtın."

Çık çık, çık işin içinden çık şimdi. İnsanlar konuşa konuşa hayvanlar koklaşa koklaşa diye boşuna demişler. Evet, Tılsım Hanım açıkla şimdi. Utanma seni görünce bile uyuz it gibi titredim de mesela.. Olmadı, bu kadarcık şey için bunca zaman beklemişim diye tebrik et kendini.
Cevap bekliyor, cevap cevap....
"Senkonuşmayaçalışabilirdin :(”
"Tanıma fırsatı bile vermezken?”
 Heh! Bu laftan sonra saygıyla küfredip halime, yalnızca gerizekalı değil malın önde gideni olduğumu anlayarak "ehehe haklısın sonra görüşürüz" diyerek cevirimdışı oldum. İnterneti icat edeni saygıyla anıyorum, yıllardır yapamadıgımı 5 dakika da gerçekleştirmişti...

-Anılarım Bombos yayınından^^

21.04.2017

Form Çayı Zayıflatır mı? - Doğadan Bitki Çayları

 Bitki çayları zayıflatır mı sorusu sıkça soruyor. Özellikle de form çaylarına karşı şimdilerde büyük bir ilgi olmasına rağmen çoğu insan faydaları kadar zararlarının da olmasından dolayı bu çayı kullanmaya korkuyor. Elbette form çaylarını kimseye övecek değilim, ancak korkulacak bir şey olmadığını sadece bir haftalık deneme süresinde bir gün arayla içerek anlamanız mümkün olduğunu söyleyebilirim... Çünkü vücudunuzun nasıl tepki vereceğini sadece siz bilebilirsiniz. Ancak Çayların gerçekten hiç bir zaman zayıflattığını düşünmeyin.


  Peki zayıflatmıyorsa bu çaylar ne işe yarar?

 Sizi artık gerçekten rahatsız etmeye başlamış hayattan soğutan bir kabızlık probleminiz oluştuysa, (özel bir sağlık probleminizin olmadığına eminseniz) strese dayalı, mevsim geçişleri, işitme veya regli düzensizliğinde oluşan şişkinlikte kolay çözüm olarak kullanılabilir.

 İkincisi; ben en çok 'evde bir misafirim olduğunda ve gece geç saatlere kadar yemek yendiğinde tercih ediyorum. , dahası çok yüksek kalori içeren gıda tükettiğimiz de hemen yarım litrelik bardağıma atıp demlemeye bırakıyorum. 
Dilersem içerisine elimde olan, yeşil çay artı kiraz sapı, limon kabuğu suyu, nane,karanfil, tarçın vs atarak etkisini güçlendiriyorum. 
 Ilıyınca da tepeme dikiyorum. Sonuç olarak, yediklerimin kalorisini yarıya düşürdüğü ve hazımsızlığa iyi geldiği bilinmekte.

  Hee yiyim yiyim bu çayı içeyim derseniz, aynı kiloda kalabilmeniz bile mucize olur. Çok sık tekrarladığınız taktirde sağlığınızdan olmanız bir yana. Yediklerinizin hiç bir faydası olmadan vücuttan direk atılacaktır. 
  Bağırsakları tembelleştirdiği hatta yararlı mikropları söküp atarak bağışıklık sistemini çökerttiği' Çok doğru! Diyetle birlikte uygulandığı taktirde ise çok daha tehlikeli olabilir.
 Zaten boş olan midenize bu eziyeti  yapmayın.  
  Daha sağlıklı tercihler yaparak, daha küçük porsiyonlar tüketmeye alışın. Diyet değil yaşam şekliniz bu olmalı.  Yemek için doğmadık. Her zaman daha güzel mutlu ve sağlıklı olmak için temel kural bu.

 Son olarak ödem atmada en etkili tedavi yöntemlerinden biri. Ödem deri altında su birikmesiyle oluşan şişlik. Kilo değil ama bu sizi olduğunuzdan çok daha kilolu gösterir. Vücutta uzun zaman kaldığı taktirde kiloya dönüşebildiği yönünde bir şeyler okumuştum. Bence doğru, strese bağlı olarak çok sık ödem sorunu yaşadığım için bu konuda epey bi tecrübem oldu. Ayrıca tuzlu asitli ve hazır gıdalar tükettiğimizde yani sağlıklı tercihler yapmadığımız sürece daha fazla ödem oluşumuna destek vermiş oluyoruz. Bu durumda hareket etmek bile epey bi etkili. 
 Unutmayın en kötü egzersiz bile hiç yapmamaktan iyi.

Doğuş Kiraz Saplı form Çayı
içeriğinde; Sinameki,rezene,kiraz sapı,anason,barut ağacı kabuğu, kiraz aroması,ısırgan otu, kuşburnu,ardıç meyvesi,sarı kantaron,civan perçemi, fasulye kabuğu...

 içerisinde sinameki olmayan form çayları kullanmamakta özellikle fayda var, Her zaman Doğadan ürünlerini tercih etsem de ilk kez Doğuş almak istemiştim. İçeriğinde bana dokunan bir şeyler oldu, Normalde kekiğin benim tansiyonumu yükselterek baş ağrılarına sebep olduğunu biliyorum. Ancak içerisinde kekik olmamasına rağmen yine aynı sorunu yaşadım. Ve kullanmaya başlayalı gece gündüz anormal bir şekilde uyuyorum. Rezene ve anasondan dolayı sanırım :))

Doğadan Tarçın ve Karanfil Çayı
metabolizmayı hızlandıran şeker isteğini kesen ve rahatlatan çaylardan biri, sanırım form çaylar yerine günde bir tane bundan içmek daha faydalı olacaktır.  

  Çoğu kadın bunu sevemiyor ama Yeşil çayın faydaları saymakla bitmiyor. Güçlü bir antioksidan olduğu gerçeği dışında kollesterole, kalbe, kansere, ve metabolizmayı hızlandırarak kilo vermeye yardımcı olduğu en bilindik bilgilerden. Limonlu iyiki yapmışlar, ben her şey de bir limon seviyorum nedense... bu çaya bile daha da limon sıkıp içiyorum çok seviyorum gerçekten :) okuduğunuz için teşekkür ederim^^

20.04.2017

İlk Aşk

  Hayatta bazı anlar vardır böyle, çok küçük zaman dilimleri. Bir kadının evleneceği erkekle ilk kez karşılaşması, bir annenin evladını ilk kez kucağınıza aldığı an, ya da ilk aşk. Mesela bunlar insan hayatında en olası anlardır. Yaşamımız boyunca belki de hep o günü bekleriz. Ve o gün geldiğinde bu süreç hayatımız boyunca aklımızdan hiç çıkmaz.

misketleri:)
 Bir de şu vardı, bir türlü anlam veremediklerimiz. Sonrasında ise tesadüf dediğimiz çok özel anlar. Bu anları herkes yaşamaz mesela, o size özeldir. Düşünün şimdi, neydi hayatta sizi en çok etkileyen? Aklınızdan hiç silinmeyen o an. Mutlaka bir açıklaması vardır. Ve hayatınızın gidişatı onunla ilgilidir. Benimde öyle birçok anlarım oldu. Sonra ben onların hepsine klasik bir dilde “anı” dedim. İki parçaya ayırdım. Lanet ettiklerimi derin bi geçmişe attım, hiç birini umursamadım. Çünkü sağlıklı yaşayabilmem için buna gerçekten ihtiyacım vardı. Öyleyse sizde geçmişteki bazı şeyleri silmeyi deneyin. Nasılsa bu anlar yaşanmaya, bizi yormaya devam edecek. Ama bilin ki ilk yaşananlar son yaşananlardır.

 Ramazan ayı o zamanlarda hala okulların kapanmadığı bir zaman dilimi benim için. Akşam olur, ezan okunmaya yakınken annem bazen bakkala yollar. Normal şartlarda bisiklete binmem pek mümkün olmadığından, ekmek almaya gitmek en büyük zevkimdir. Bisiklet üstünde bir tur daha atayım hevesim yüzünden, hep geç kaldığımı fark ederim. Ve bir gün, Cami önündeki dönemeçten hızla bakkalın bulunduğu sokağa girecekken camiden gelen ezan sesini duyup minareye bakmak üzere kafamı yukarıya doğru kaldım. Ezanı camiden dinlemenin bambaşka bir duygu olduğunu hissettim o an ve biraz duraksadıktan sonra önüme döndüğümde çaprazımdan yürüyerek ilerleyen, neredeyse benim boylarımda sarışın bir çocuğun bana bakarak gittiğini gördüm. O çocuk niye o kadar dikkatimi çekti bilmiyordum. Sadece arkama bakar halde ilerlemeye devam ettim. Ekmeği alıp dönerken gözüm sadece onu aradı. Uzunca bir süre de, bir daha onu göremedim. Ona sorsan, hatırlamaz belki de ama yanımdan geçip gittiği o 10 saniyelik anı ben yıllarca aklımdan çıkaramamıştım...

 Bir gün kapı çaldı, üzerimde abimin çizgi film karakteri Pluto köpek pijamaları ve elimde de Pikaçu tokasıyla saçlarımı bağlayama çalışarak açtım kapıyı. Karşımda o çocuk! Şaşırdım önce, sonra aman yaa “ne var!” dedim tersler gibi. Alık gibi baktı yüzüme kekeleyerek “abin evde mi?” diye sordu. Yok diye birde güzel bağırdım. Abime olan hıncımı resmen bundan çıkarttım, tırıs tırıs gitti. Arkamdan da kesin içinden dayayıp döşeyip beni bir güzel dizayn etmiştir ya beni neyse. Ben bilsem hayatımın aşkı olacak çıkar mıydım hiç o kılıkla karşısına.

 Birde tatlı ki, küçük zannettim. Annem sordu kim diye, “Abimin beni beğenmeyip arkadaşlık ettiği bebelerden biri” dedim. Çok geçmedi okulda gördüm onu nasıl da fark etmemişim! Hadi onu geçtim aynı servisle gidip geliyormuşuz. İşte, bir fark ettim o kadar olur, gidiyorum geliyorum çocuk hep gözümün önünde duruyor sanki! Kantinde arkadaşlarla oturuyoruz karşımda! Bahçede oturuyorum futbol sahasında! Sınıfa çıkıyorum koridorda! Birileri sürekli bu çocuğu karşıma mı koyuyor ne yapıyor anlayamıyorum bir türlü. Sarışın falan da dediysem öyle yanakları al al olandan değil. Tam ayarında, sempatik, mimikli, haliyle gözüm takılıyordu…

  Aylar sonra,  evdeki kalabalıktan istifade bisiklete binip bütün
mahallede platonik aşkımı aradım. Aynı yerde oturduğumuzu biliyorum ama nerede yaşadığını bilmiyordum. Ve amacım sadece onu bir kez görebilmekti.

Aşk ney onu bile bilmiyorum henüz. Görme isteği duymak çok fena bir şey, sümük gibi bulaşıp kaldı.. Birde ismi geliyor aklıma sürekli, kalbimin içinde küt, küt! Küt, küt çarparak bütün bedenimde yankılanıp duruyor. Sonra ben o isime sempati duymaya başlıyorum. “O nasıl güzel bir isimdir öyle!”diye. Merak ediyorum bu kez de “nerelerde, ne halt yiyordur acaba?” şeklinde. Ardından her gördüğüm dallamayı o zannediyorum. Çocuğun umurunda da değilim. Bir beklentimde yok, biliyorum ama attım kendimi sokaklara.

Çocuk aklımla, İstanbul’a gitmemiştir inşallah diye düşünüyorum. Evdekiler fark ederseler gittiğimi nerelerdeydin sen diye, annem ağzıma edecek diyede bir korku sarıyor. Onu görme bahanem de hazır, servisten indiği taraflarda aramaya giderek gördüğüm yerde soracağım “abimi gördün mü buralarda?” diye. Artık nasıl olacaksa? Uyuz it gibi titrer oldum onu görünce!

Etrafı iyice kolaçan ederek marketin olduğu sokağa doğru gittim. Az ileride misket oynayan çocukları görünce de yanaştım. Olmadığını düşünüp tam vazgeçip dönmek üzereyken, çimlerin üzerinde uzanan uzun boylu, esmer, konuşurken bile insanın içini bayacak kadar uyuşuk çocuk yanıma gelerek ne aradığımı sordu. Hemen arkasına doğru baktığımda ise Atom’un az ileride yerde oturdugunu fark ettim. Heyecan yapmadan “abimi” diyebildim. Başka bir şeye bakmış olmada diyerek pis pis güldü yavşak!

Nasıl oldu? Nereden öğrendiler bir türlü anlayamadım. Dünyam başıma yıkılmakla kalmadı, oradan nasıl uzaklaştığımı bile anlayamadım. Ondan sonra  Atomu ne zaman görsem o çocuk yanındaydı! Atom’a duyduğum heyecan ve bu çocuğa olan nefretim yüzünden bir türlü ona yakınlaşma erdemine ulaşamadım. Uyuşuk kıskanç şerefsiz evde kal inşallah! Kimse bakmasın yüzüne emi diye yıllarca arkasından söylendim.

-Anılarım Bombos yayınından^^